Ehl-i sünnet ve'l cemaat...
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri 1940’lı yıllardan sonra Kastamonu hayatında talebelerine yazdığı mektuplarında zamanın ve şartların gereği olarak şahsa bağlı olmayan ve kurumsal bir yapı olarak cemaatten bahsetmiş ve talebelerini cemaate, şahs-ı manevilere ve kurumsal yapılara yönlendirmiştir. “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Hususan benim gibi bir biçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmanı kaldırmayan zayıf omuzuna binler batman ağırlığı yüklense, altında ezilir” (Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 19, 197.) ifadeleri ile talebelerini şahsına değil, kurumsal yapılara yönlendirmiştir. “Şahs-ı mânevî” şahıslardan oluşan, şahsa bağlı olmayan şahıstan başka bir şeydir. Şahıslar bir bedenin azaları gibi bu kurum içinde kendine has özellikleri ile bağımsız; ama bedenin tamamına bakan yönleri ile bağımlıdır. Kendi işini yaparken beden içinde diğer işlere de yardımcı olur ve bütünlük içinde daha yüksek amaçlara hizmet ederler.
Eski zamanda kurumsal yapılar bu günkü kadar gelişmediği için cemaat kavramı “tarikat” şeklinde yapılanmıştır. Şahıs ön planda bulunuyordu ve bu şahsa bağlı yapılara “Tarikat” adı veriliyordu. Bediüzzaman Hazretleri bu durumu şöyle izah eder. “Gavs-ı Âzam Şâh-ı Geylânî, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabbânî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve harika zatlar, kıymettar irşâdatlarıyla ve eserleriyle “Ümmetimin âlimleri İsrailoğullarının peygamberleri gibidir” hadisini fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan, hikmet-i Rabbaniye onlar gibi feridleri ve kudsî dâhileri ümmetin imdadına göndermiş.
Şimdi ise, aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı mânevî hükmünde bulunan Risaletü'n-Nur'u ve sırr-ı tesanüdle bir ferd-i ferid mânâsında olan şakirtlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık vazifesi var” (Kastamonu Lâhikası, 20.) buyurarak bu zamanda cemaatî, yani kurumsal yapılarla ancak tesirli ve etkili hizmetlerin olabileceğini vurgular.