"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Fedakârlık

M. Ali KAYA
15 Eylül 2016, Perşembe
Soru: Allame Şeyhü’l-İslâm Mustafa Sabri Efendi “İslâm bu gün öyle mücahitler ister ki dünyasını değil, ahiretini dahi feda etmeye hazır olacak” (Asay-ı Musa, 1998, s. 249.) demiştir. Burada ahiretini feda etmek ne anlama gelmektedir?

Cevap:

Bu ifade fedakârlığın zirvesini ifade eden bir cümledir. Fedakârlıkta o dereceye yükselmelidir ki, ahiretini dahi feda etmeyi göze almalı demektir. Nitekim dünyada fedakârlığın en yüksek mertebesi dünya hayatını, dâvâsı veya sevdikleri için feda etmektir. Bu fedakârlık, büyük bir kahramanlıktır ki, insan sevdiğini bir tehlikeden kurtarmak için kendisini feda etse sevgilisinin gözünde kahraman olur. Ülkesi için kendisini feda ederse, vatan kahramanı olur ve tarihe şerefli bir kahraman olarak geçer. Ülkenin ileri gelenleri onun adını yaşatmak için şeref madalyası verir, adını bir yere verip yaşatır. Şayet kişi “İ’lây-ı kelimetullah” yani Allah’ın adını yüceltmek için hayatını feda ederse bu durumda Allah ona ahirette “Şehitlik” makamını verir ve kul hakkı hariç bütün günahlarını affeder, peygamberlerden ve sıddıklardan sonra ona makam ve ahirette sevdiklerinden yetmiş kişiye de şefaat yetkisi verir. Dünya hayatını feda etmenin sonuçları bunlardır.

Bir de fedakârlığın zirvesi vardır. Bu da “ahiretini de feda edebilmektir” ki bu fedakârlığı gösteren ilk insan Peygamberimizdir (asm). Peygamberimizin (asm) fedakârlığına kimsenin yetişmesi mümkün değildir. Dünyaya geldiği zaman daha beşikte iken “Ümmetî Ümmetî” yani “Ya Rab Senden ümmetimi isterim” demiş, ahirette herkes, peygamberler dahi “nefsî nefsî” diye nefsinin kurtulması için Allah’a yalvarırken Peygamberimiz (asm) Cehenneme gidecek olan ve gidenlerin kurtulması için Cehennemin kapısına gelerek yine “Ümmetî ümmetî” diye Allah’a yalvararak “Ya Rab! Ümmetimin Cehennemden kurtulması için Cehenneme girmeye razıyım” diye göstereceği yüksek fedakârlık yüce Allah’ın sonsuz rahmetini celbederek ümmetinin büyük günah işleyenlerinin de Cehennemden kurtulmasına vesile olacağı rivayat-ı sahiha ile sabittir. (Tirmizi, Kıyamet, 11; Suyûtî, Hasâisu'l-Kübrâ 1:80, 85, 91; Nebhânî, Huccetullâhi ale'l-Âlemîn s. 224.)

Peygamberimizin (asm) hadislerinde mü’minlerin buluğ çağına gelmeden vefat eden çocuklarının, Cennette anne-babalarını görmek isteyecekleri, yüce Allah’ın da merhameten çocukları Cehenneme göndermeyerek Cehennemde olan anne-babalarını Cehennemden çıkarıp Cennete alacağı, Cennete aldıklarını yeniden Cehenneme göndermesi rahmetine uygun olmadığı için onları da çocukları ile Cennette ebedî mes’ut edeceği anlatılır. Bu da İslâm bilginleri tarafından çocukların anne-babalarına şefaati olarak değerlendirilmiştir. (Buhârî, Cenâiz, 6, 91; Müslim, Birr, 153; Camiu’s-Sağir, 3: 1075.)

Çocukların dahi anne-babaları hakkındaki şefaatlerinin, Allah katında makbul olduğu gerçeğinden yola çıkarsak; Peygamberimizin (asm) şefaatinin, Allah katında ne derece makbul olacağı ve Allah’ın sonsuz rahmetini celbederek kalbinde zerre kadar imanı bulunanların Cehennemden kurtulacağı ve hiçbir mü’minin Cehennemde kalmayacağı daha iyi anlaşılır. Bu da Peygamberimizin (asm) fedakârlıkla Cehennemin kapısında yalvarmasının neticesidir.

Peygamberimizden (asm) sonra insanların en fedakârı ve en kahramanı Hz. Ebubekir’dir (ra). Nitekim Hz. Ali (ra) Kufe’de bir hutbesinde “İnsanların en kahramanı kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Camidekiler “Sizsiniz Ya Ali!” dediler. Hz. Ali (ra) “Hayır! İnsanların en kahramanı Hz. Peygamberdir (asm). Biz harpte korktuğumuz zaman O’nun (asm) arkasına sığınırdık. O hiçbir şeyden korkmaz büyük bir kahramanlıkla ileri atılır ve bizi korurdu. Ondan sonra ise insanların en kahramanı Hz. Ebubekir’dir (ra). Biz henüz küçük bir çocuk iken Mekke’de Kâbe’de müşriklerin Peygamberimize (asm) hücumunu önleyen ve kahramanca müşriklerle mücadele eden, saldırılarına ve işkencelerine göğsünü gererken biz korkumuzdan evimizden dışarı çıkamıyorduk” demiştir.

Hz. Ebubekir’in kahramanlığını ve fedakârlığını Zübeyir Gündüzalp “Konferans”ında şöyle ifade eder: “Sıddîk-ı Ekber (ra) demiştir ki: "Cehennemde vücudum o kadar büyüsün ki, ehl-i imâna yer kalmasın." Bediüzzaman, bu gayet ulvî seviyenin bir lem’acığına mazhar olmak için, "Birkaç adamın imânını kurtarmak için Cehenneme girmeye hazırım" diye fedâkârlığın şâhikasına yükselmiş ve böyle olduğu, Kur’ân ve İslâmiyetin fedâi ve muhlis bir hâdimi olduğu, seksen senelik hayatının şehâdetiyle sabit olmuştur. 

Kur’ân ve imân hizmeti için Bediüzzaman’ın haysiyetini, şerefini, ruhunu, nefsini, hayatını fedâ ettiği, mâruz kaldığı o kadar şedid zulüm ve işkencelere ve giriftar edildiği çok musîbet ve belâlara karşı gösterdiği son derece sabır, tahammül ve itidâl, birer şâhid-i sâdık hükmündedirler. 

Bediüzzaman, Kur’ân, imân, İslâmiyet hizmeti için dünyevî rahatlıklarını fedâ etmiş; dünyevî, şahsî servetler edinmemiş, zühd ve takvâ ve riyâzet, iktisad ve kanaatla ömür geçirerek dünya ile alâkasını kesmiştir.” (Sözler, 2005, Konferans, 1230.) 

Bediüzzaman (ra) İstanbul’un Fethinin 500. sene-i devriyesi olan 1953’de İstanbul’a gelerek Eşref Edib’le yaptığı röportajında der ki: “Sonra, ben, cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de fedâ ettim. Gözümde ne Cennet sevdâsı var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin îmânı nâmına bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmânını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistân olur." (Tarihçe-i Hayat, 1998, s. 543.) 

Bediüzzaman’ın 31 Mart olaylarının yaşandığı 1909 yılında İstanbul’daki fedakârlığını gazeteci Ahmet Ramiz şöyle ifade eder: “Şehzadebaşında şemâtetle konferans verildiği gece, kemâl-i mehabetle sahneye çıkıp irad ettiği nutk-u beliğ-i bîtarafane, Said'in ihata-i ilmiyesi kadar hamaset ve fedakârlıkta da ileri olduğunu teyid eder. Gerek o gece, gerek menhus 31 Mart'ta cihandeğer nasihatleriyle ortaya atılan hoca-i dânâya, böyle tehlikeli bir anda vücud-u kıymetdarının sıyaneti, nefean lil'umum elzem olduğu halde ve ihtar edildiği zaman, "En büyük ders, doğruluk yolunda ölümünü istihkar dersi vermektir" diye cevap vererek” fedakârlığın ve doğruluk yolunda hayatını hiçe saydığını anlatmaktadır. (Eski Said Dönemi Eserleri, 2009, Divan-ı Harb-i Örfi, s. 114-115.)

Yine Bediüzzaman’ın gerek Kosturma’da Rus Orduları Başkumandanı Nikola Nikolaviç’e, gerekse İstanbul’da Hurşit Paşa’ya, İngiliz işgal başkumandanına ve gerekse Ankara’da TBMM reisine muhalefetinden dolayı Ali Şükri Bey ve Topal Osman cinayetlerinin işlendiği dönemde M. Kemal’e karşı kahramanca karşı çıkıp TBMM’de mebusların huzurunda M. Kemal’e özür diletmesindeki kahramanlığı ve fedakârlığı dillere destandır. (Tarihçe-i Hayat, 1998, s. 128.)

İşte böyle bir İslâm fedaisi olan Bediüzzaman hayatında fedakârlığın ve kahramanlığın bu zamanda nasıl olması gerektiğini biz ehl-i imana şöyle ders vermektedir: “Evet kardeşlerim; bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir.

Evet, “Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler” (İbrahim Sûresi, 3.) âyetinin sırr-ı işarîsiyle, âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi bâki elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli bir lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musîbetidir. O musîbet sırrıyla, mü'minler dahi bazan ehl-i dalâlete taraftar olmak gibi dehşetli hatâda bulunuyorlar. Cenâb-ı Hak, ehl-i imanı ve Risale-i Nur şakirtlerini bu musîbetlerin şerrinden muhafaza eylesin. Âmin. (Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 278; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 1998, s. 173.) Sonra ehl-i imanın bu zamanda fedakârlık göstermesinin imanın ve ihlâsın gereği olduğunu, bu fedakârlığın da nasıl olması gerektiğini şöyle ifade eder: 

“Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz. “Boş sözlerle ve çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler” (Furkan Sûresi, 25:72.) edeb-i Furkanî ile edepleniniz. Ve haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz. "Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktimi sarf etmektense, o çok kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim" deyip çekilerek ittifakı zayıflaştırmayınız. Çünkü bu mânevî cihadda küçük mesele zannettiğiniz, çok büyük olabilir. Bir neferin, bir saatte, mühim ve hususî şerâit dahilindeki nöbeti bir sene ibadet hükmüne bazen geçmesi gibi, bu ehl-i hakkın mağlûbiyeti zamanında, mânevî mücahede mesâilinde, küçük bir meseleye sarf olunan senin kıymettar bir günün, o neferin o saati gibi bin derece kıymet alabilir, bir günün bin gün olabilir. Madem liveçhillâhtır, o işin küçüğüne, büyüğüne, kıymetli ve kıymetsizliğine bakılmaz. İhlâs ve rıza-yı İlâhî yolunda zerre, yıldız gibi olur. Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Madem neticesi rıza-yı İlâhîdir ve mayası ihlâstır; o küçük değildir, büyüktür.” (Lem’alar, 2005, İhlâs Risalesi, s. 382.)

Sonuç olarak Allame Şeyhü’l-İslâm Mustafa Sabri Efendi “İslâm bu gün öyle mücahitler ister ki dünyasını değil, ahiretini dahi feda etmeye hazır olacak” ifadesinden “İslâm fedaisi olmak için sosyal hayattan kaçıp inzivaya çekilerek ehl-i tarik gibi dünyayı terk ederek ahiret için çalışacağım” demeden sosyal hayata girerek İslâm için, istikameti korumak ve ehl-i imanı tehlikelerden muhafaza için pek çok günahlardan kaçmamız mümkün olmadığı halde Allah için, rıza-i İlâhî için iman ve Kur’ân'a hizmet etmek için “Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktimi sarf etmektense, o çok kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim" demeden hizmete koşmaktır. Bu fedakârlığı gösterebilmektir. 

Okunma Sayısı: 4907
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Sinan

    21.4.2023 21:19:17

    Hz Ebubekirin sözü nerde geçiyor biri sordu da

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı