“Meşrûtiyet hâkimiyet-i millettir. Yani efkâr-ı âmmenizin misâl-i mücessemi olan mebusân hâkimdir; hükûmet, hâdim ve hizmetkârdır.” (Münâzarât, s. 103.)
Bu cümle hür seçim, hürriyet, kanun hakimiyeti denen “hukuk devleti” ilkelerini ve işlerin “meşveretle” yapılmasının ifadesidir. Bunun günümüzdeki şekli “hürriyetçi demokrasidir.” Bu ilkelere uyulmasının sonucu adalettir. Buna hâkimiyet-i milliye denilmektedir. Ve Bediüzzaman “Hâkimiyet-i milliyeyi temin eden meşrûtiyet, beşer saadetinin bir sebebidir.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 59-60.) demektedir.
*
Meşrûtiyet-i meşrûa: Meşrû, şer’î, dinî, adalete ve hakkaniyete uygun olan yönetim demektir. Bu yönetimde esas olan insanların haklarını ve hürriyetlerini korumak ve adaleti sağlamaktır.
Bu da insanların kendilerini hür hissetmeleri, fikr-i hürriyete teşebbüs-ü şahsiyeye önem vererek iş ahlâkı ile çalışmayı teşvik etmektir.
Böyle olursa o zaman, “Şeriat terbiyesinden tam ders alan nurlu hürriyet!” (Divan-ı Harb-i Örfî, ss. 55-56.) olur.
Bu da hürriyetçi demokrasinin hâkimiyeti ile sağlanabilir.
*
Meşrûtiyette esas olan kanun ve kural hâkimiyetidir. Kurallar adil ve doğru olursa, kişiler kurallara uygun davranırsa şahısların gayr-i meşrû fiilleri onların san’atlarına ve maharetlerine zarar vermez. Bediüzzaman Hazretleri bunun için “Şahısların gayr-i meşrû fiilleri san’attaki maharetlerine zarar vermez” demekte ve “Şeriat dairesinde ululemre itaat farzdır” buyurmakta, “Ef’al-i hususiye-i nameşrûa, san’attaki meharet ve hazakate münafi değildir ve san’atı menfur etmez. Nasıl ki, bir tabib-i hâzık ve bir mühendis-i mâhirin nâmeşrû harekâtı için, onların tıb ve hendeselerinden mani-i istifade olamaz.” (Hutbe-i Şamiye, s. 112-113; Dinî Cerîde No: 110, 30 Nisan 1909.) demektedir.
*
Sonuç olarak:
Bediüzzaman “Asya’nın bahtını açacak, meşrûtiyet ve hürriyettir. Asya’nın bahtını, İslâmiyetin taliini açacak yalnız meşrûtiyet ve hürriyettir; fakat, şeriat-ı garranın terbiyesinde kalmak şartıyla” demektedir. Günümüz medeniyetinin ve bunu sağlayan yasaların ve kuralların da İslâmiyetle çelişmediğini ve dine aykırı olmadığını ifade için bizlere tenbihatta bulunmakta ve “Mehasin-i medeniyet denilen emirler, şeriatın başka şekle çevrilmiş birer meselesidir. (Muhakemat, s. 39.) demektedir.