"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Amir-i vicdanî

M. Fahri UTKAN
24 Nisan 2018, Salı
Sözlüklerde vicdan; bulma, bir şeyi bir hâlde görme, duyma, duygu, insanın içindeki iyi ile kötüyü ayırt eden duygu, din, inanç anlamlarında kullanılmaktadır.

Bu dünyaya gönderilen insan, karşılaştığı iyi ve kötü olaylarda karar vermekte zorluk çeker. Böyle durumlarda bazısı aklına, bazısı diğer insanlara, bazısı da vicdanına sorarak karar vermeye çalışır. İnsanlar çoğunluğu yalnızca aklına danışarak hayat kanunlarına uyum sağlamaya çalışır.

 “İnsan yalnız akıldan ibaret değildir; kâlb, ruh, sır ve vicdan gibi manevî lâtife ve cihazata da maliktir.” diyor Bediüzzaman Hazretleri. 1 Onun için de insan yalnız aklına sorarak verdiği kararlarda hatalara düşebilir. Aklıyla beraber vicdanına, kalbine de sorması ve onlardan gelecek cevaba göre kararını vermelidir.

İnsanlar olaylar karşısında fikren içinden çıkamadıkları konularda vicdanlarına başvurmaya mecbur kalıyorlar. Bir bakıma vicdanın gerçek bir varlık kazanmasını istiyorlar. Bu durumdan anlaşılıyor ki, vicdan, insanların yaratılışında Cenâb-ı Hak tarafından verilmiş bir duygular manzumesidir. “Evet, fıtrat ve vicdan akla bir penceredir; tevhidin şuâsını neşrederler.”2 

Vicdan, insanın iyiyi kötüden ayırma hissidir. Vicdanın ve ruhun dört unsuru (duygusu) vardır;

İrade, Zihin, His ve LÂtife-i Rabbani.

Bunları Üstad Said Nursî şu şekilde açıklamıştır; “Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan “irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye” her birinin bir gayetü’l-gàyâtı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin, marifetullahtır. Hissin, muhabbetullahtır. Lâtifenin, müşahedetullahtır. Şuhut (görülmeyen âlem- lerdeki hakikatleri keşfen görmek), aynı zamanda ihsan-ı Sübhanidir. Yani, Cenâb-ı Hakk’ın mahlûkatına ihsan ettiği bütün ikram, nimet, hediye ve bağışlardır. Takvâ denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye (arttırır), hem tezhip (temizler), hem bu gayetü’l-gàyâta sevk eder.”3 

Vicdana ters düşen bir akılla amel edilmez. Çünkü akıl aldansa bile vicdan aldanmaz. Yaptığımız kötü bir işin en güçlü şahidi vicdanımızdır. Bu gibi durumlarda vicdanımız hep rahatsız olur. Vicdanı rahatsız olan bir insan daimî bir şekilde ahiretini düşünür ve oradaki vaziyetinden olumlu bir şekilde tat alamaz.

“İnsanın fıtrat-ı zîşuuru olan vicdanı, saadet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse, “Ebed, ebed!” sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahlûktur. Demek, bu vicdanî olan incizap ve cezbe, bir gaye-i haki- kiyenin ve bir hakikat-i cazibedârın yalnız cezbiyle olabilir.”4

Cemiyette hırsızlık yapmak isteyen bir kişi, dinin kurallarını düşündüğünde, “iman ve itikadı he- yecana ve hissiyat-ı ulviyesi harekete gelir. Ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden, o sirkat (hırsızlık) meyelânına (isteğine) hücum gibi bir hâlet-i ruhiye hâsıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelân parçalanır, çekilir. Git gide, o meyelân bütün bütün kesilir. Çünkü yalnız vehim ve fikir değil, belki mânevî kuvveleri (akıl, kalb ve vicdan) birden o hisse, o hevese, hücum eder. Hadd-i şer’îyi tahattur ile ulvî zecr ve vicdanî bir yasakçı o hissin karşısına çıkar, susturur.” Bunun sebebi de, “iman, kalbde, kafada daimî bir mânevî yasakçı bıraktığından, fena meyelânlar histen, nefisten çıktıkça ‘yasaktır’ der, tard eder, kaçırır. Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin temayülâtından çıkar. O temayülât, ruhun ihtisasatından ve ihtiyacatından gelir. Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeye çalışır. Daha kör hisler onu yanlış yola sevk edip mağlûp etmez.”5

İşte bunun içindir ki; “Had ve ceza, emr-i İlâhî ve adalet-i Rabbaniye namına icra edildiği vakit, hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki lâtifeleri müteessir ve alâkadar olurlar. İşte bu mânâ içindir ki, elli senede bir ceza, sizin hergün müteaddit hapsinizden ziyade bize fayda veriyor. Sizin adalet namı altındaki cezalarınız, yalnız vehminizi müteessir eder.” 

Yukarıdaki hırsızlık gibi,“Acaba katl, zina, kumar, şarab gibi hayat-ı içtimaiyeyi zehirlendiren pek çok büyük günahları işleyenleri onlardan men’etmek için, yalnız hapis korkusu ve hükûmetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kâfi gelir mi? O hâlde her hanede, belki herkesin yanında daima bir polis, bir hafiye bulunmak lâzım gelir ki, serkeş nefisler kendilerini o pisliklerden çeksinler. 

İşte Risale-i Nur amel-i sâlih noktasında, iman canibinden, herkesin başında her vakit bir manevî yasakçıyı bulundurur. Cehennem hapsini ve gazab-ı İlâhîyi hatırına getirmekle fenalıktan kolayca kurtarır.”6 İşte bu manevî yasakçı ise vicdan’dır.

Onun için toplum hayatında, “amir ve hâkim vicdanî olmalı. Yoksa daima istibdadın taht-ı tahakkümünde bulunacağız. Amir-i vicdanî de tenevvür-i fikre tevakkuf eder.”7 Bu durumda da elbette gerçek adaletten söz edilemez. 

Özetle toplumda yönetim kademesindeki kişilerin davranışlarında vicdan hükümferma olmalıdır. Aksi halde istibdada yol açılmış olunur. 

Ve insanlar vicdanların nefislerine amirlik yapar ve vicdanlar nefislere hükmederse, o zaman da fikirler aydınlanır.

Dipnotlar:

1- Sözler, Konferans.

2- Mesnevî-i Nuriye – Nokta. 

3- Hutbe-i Şâmiye.

4- 29. Söz. Sekizinci medar.

5- H. Şamiye’nin zeyli).

6- Şuâlar. 

7- ESDE. Makalat. 90.

Okunma Sayısı: 2670
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı