"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Enfüsî adalet

M. Fahri UTKAN
25 Ağustos 2017, Cuma
Adalet kısaca, hak sahibine hakkını vermek diye ifade edilebilir.

Ben de, bu adaletin ülke gündeminde bulunduğu günler içinde, kendi nefsimde, içimdeki özelliklere, hassalara, lâtifelere, cihazatlara, dolayısıyla kendime hak ettiğini verme konusu aklıma geldi.

Bütün bu saydıklarıma hakkını vermek gerekiyorsa, bundan sonra bu adaleti nasıl uygulamalıyım ki, hak ve adalet yerini bulsun?

Her bir cihazımın, lâtifemin, hassa ve duygularımın, hatta maddî azalarımın hakları nelerdir diye de bir soru daha aklıma düştü. Bu maddî ve manevî aza ve duygularımıza haklarını verme konusu, “Enfüsi Adalet” diye bir başlık oluşturdu kafamda. 

Her bir azamızın, lâtifemizin hiçbirini görmezden gelmeden, her birinin hiçbir hakkını ihmal etmeden, her birine lâyık olduğu, hak ettiğini ne bir fazlasını ne de bir eksiğini vermemek gerektiği ortaya çıkıyor. 

İşte burada işin zorluğu biraz daha anlaşılıyor. Hem maddî vücudumuzdaki yüzlerce azanın hem de vücudumuza Cenâb-ı Hak tarafından takılan binlerce duygu ve cihazatlarımızın haklarını bilmek ve onları nasıl karşılamak gerektiğini bilmek de bir vazife haline geliyor.

Adaleti kendi içinde, kendi nefsinde tam olarak sağlamaya çalışmak isteyen kişinin ilk yapacağı iş, insanlığın medar-ı iftiharı, Hz. Muhammed’e (asm) bakmak olacaktır.

Bilindiği gibi, insanın istidatları hayvanların aksine sınırsızdır; emellerine, arzularına, tasavvurlarına, fikirlerine yaratılıştan Allah tarafından üç kuvve/duygu verilmiş, fakat onlara bir “Had/Sınır” konulmamıştır. İnsanda olan bu üç kuvveyi nazara aldığımızda enfüsi anlamda adaletin nasıl olması gerektiği açıklanabilir. Her üç kuvveyi/duyguyu aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz.

Kuvve-i akliye, akıl kuvveti. Mertebeleri: Tefrit mertebesi, Gabavet/Ahmaklık: Hakkı ve batılı bilmemek, birbirinden ayıramamak. İfrat mertebesi, Cerbeze: Hakkı batıl, batılı hak gösterecek şekilde zekâ sahibi olmak, bu şekilde davranmak. Vasat mertebesi ise Hikmet’tir; Hakkı hak, batılı batıl bilip, anlayabilme ve kabul edip uygulayabilme yeteneği. Konumuzla ilgili olarak; hikmetle düşünen bir kişi, “ben niye buradayım, beni kim niçin buraya gönderdi, burada ne yapmalı, nasıl davranmalıyım” gibi sorularla bu dünyadaki görevini anlar ve ona göre adaletle davranır. 

Kuvve-i şeheviye, şehvet kuvvet / duygusu. Mertebeleri; Tefrit mertebesi, Humud: Yeme, içme, konuşma namus vb. gibi hususlarda hiç iştihası olmaması. İfrat mertebesi, Fucûr; yukarıdaki saydığımız hususlarda ifrat/aşırı hareketlerde bulunmak. Vasat mertebesi, iffet; helâli isteyip  haramdan kaçmak, gereksiz konuşmayıp gerektiğinde ve yerinde konuşmak, yemek, içmek vs. Bu duyguda adaleti esas alan iffetli bir kişi, gereksiz konuşmalarla ne bulunduğu ortamın ne de orada bulunan kişilerin huzurunu bozar, yani adaletli davranmış olur. 

Kuvve-i gadabiyye, öfke hissi. Tefrit mertebesi, cebanettir; Her şeyden korkar, istibdat, tahakküm ve zulümlerin oluşmasına sebep olur, adaletsiz davranır. İfrat mertebesi, Tehevvür’dür; insanın maddî ve manevî hiçbir şeyden korkmaması. Hem tefrit hem de ifrat mertebeleri adaletin yanlış kullanılmasını gösterir. Vasat mertebesi ise, Şeceat’tır; insan maddî ve manevî hukuku, hakları için kahramancasına davranması, meşrû-hukukî olmayan şeylere de karışmamasıdır. Bu özellikte bir kişi, her türlü nizam ve yönetmeliklere, adalete, hak ve hukuklara uyduğu gibi, şahsî, vicdanî ve hukukî haklarını da sonuna kadar savunur ve savunulmasını da destekler. 

Cuma namazlarında, hutbenin sonunda imamın okuduğu, “Muhakkak, Allah (cc), adaleti, iyiliği, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar.”1 Âyetinde de belirtildiği gibi, insan, önce adaleti kendi nefsinde (Enfüsî adalet) tatbik edecek sonra etrafındakileri en yakınından başlamak üzere tatbik etmeye çalışacaktır.

Görüldüğü sadece Cenâb-ı Hakk’ın vücudumuzda derc ettiği üç duyguda bile adaleti tatbik ettiğimizde/edebildiğimizde, ne tür olumlu işlerin olacağı açığa çıkmaktadır.

Aynen bunun gibi, vücudumuzda bizlerin kullanımına verilen maddî ve manevî her türlü azamızı İslâmiyet nokta-i nazarından kullanmayı Hz. Peygamberin (asm) yaptığı gibi yaparsak enfüsi adaleti tam yerine getirmiş oluruz.

Nefsimizin bazen keyifli ve zevkli arzu ve istekleri olabiliyor. Buna karşı adaleti nasıl sağlayacağız? 

Bunun cevabını da, Üstad Said Nursî şu şekilde vermiş; “Evet beşer, hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı.”2 Demek bu konuda da adaletin uygun olanı beşte bir şeklinde gerçekleşmesi gerekiyor. Adaleti uygulamadığımızda ne olur peki? “Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur. Hem beşerin tembelliğine ve sefahetine ve lüzumlu vazifelerinin noksan bırakılmasına sebebiyet verip beşere büyük bir nimet iken, büyük bir nikmet olur, beşere lâzım olan sa’ye şevki kırar.”3

Dipnotlar:

1- Nahl Sûresi, 90.

2- Emirdağ Lâhikası. 

3- Emirdağ Lâhikası.

Okunma Sayısı: 2053
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı