Kâinatın düzeni ve Kayyumiyet’i toprakta bereket ve rızık, maddeler arasında çekim kuvveti gibi sebeplerden başka diğer bir sebep olarak yağmuru da sayabiliriz.
Yağmurun sonucuna baktığımızda gerçekten de bitkilerin yetişmesi, dolayısıyla insanların rızıklanması direkt olarak yağmurun yağmasına bağlı gibidir. O halde diyebiliriz ki, Kayyumiyet’in sağlanması için Allah’ın koyduğu Kayyumiyet tecellilerinden birisi de yağmurdur. Bu bağlamda Üstad’ın şu sözü göz ardı edilmemesi gerekir zannederim.
“...gibi âyetler ile, rızık, şifa ve yağmur münhasıran (özellikle, Zatına mahsus olarak) Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un kudretine hastır.” (Lem’a’lar, 326)
Mevcudatın yaratılışında gözetilen umumî ve özel hikmetler, merhamet, rızıklandırma ve yardım Allah’ın varlığını bizlere gösteriyor ve ispat ediyor.
“Elvan-ı seb’a (güneşin yedi rengi) gibi memzuç olan (birbirinin içine giren) şu beş hakikat (hikmet-i amme, inayet-i tamme, merhamet, rızk-ı amm, hayat) kâinata bir Rab, Kadir, Âlim, Hâkim, Kadim, Rahim, Rahman, Rezzak, Hayy-u kayyum zarurî olduğuna bilbedahe delâlet ve şehadet eder.”1
Demek kâinatın işleyişi, yaratılması, varlıkların hikmetli olarak yapılması, neye ihtiyaçları varsa temin edilmesi (yaratılmalarından ölümlerine kadar), her an, her yerde merhametini ve yardımlarını göstermesi Cenâb-ı Hakk’ın Kayyumiyet’ini kör gözlere bile göstermektedir.
32. söz 23. pencerede Üstad hayatın özelliklerini sayarken; ”Evet, hayat tek başıyla, bir Hayy-ı Kayyum’u bütün esma, şuunatı ile bildirir.” (Sözler, 617)
Çünkü eğer hayat olmasaydı hiçbir varlık devamlılık denen sıfatla tanışmazdı. Devamlılık ancak belli bir hayat süresinin olmasıyla oluşur. İşte varlıklara hayatı veren onların aynı zamanda devamlılıklarını sağlamaktadır. Bunu da sağlayan elbette ki, Hayy-ı Kayyum olan Cenâb-ı Hak’tır.
Bu aşamada şunu diyebiliriz, “Evet, bu kâinatın Sani-i Hayy-ı Kayyum’u, bu kadar hadsiz enva-i nimetiyle Kendini zihayatlara bildirip sevdirdiğine mukabil, elbette zihayatlardan o nimetlere karşı teşekkür; ve sevdirmesine mukabil sevmelerini; ve kıymettar san’atlarına mukabil medh ü sena etmelerini; evamir-i Rabbanisine karşı itaat ve ubudiyetle mukabele etmelerini ister.”2
Bundan da anlaşılacağı gibi, Cenâb-ı Hakk’ın terbiye edicilik (Rab), şifa verme (Şafi), rızıklandırma (Rezzak), yardımcı olma (Muin), ilim öğrenme (Âlim), sevme (Vedud), sevilme sıfatlarının devamlı olması (Kayyumiyet) neticesi olarak ta bizler hayatımız ve hayatımızın devamı (Hayy) ve sürekliliği (kayyum) için daima teşekkürde (Şekur) ve kullukta (Mabud) bulunmalıyız ki, kâinatın en önemli gayesine uygun hareket etmiş olalım.
Yani diyebiliriz ki; “Cemîl-i Mutlak olan Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâlin bin bir Esmâ-i Hüsnâsından her bir ismin, kâinatın şahadetiyle ve cilvelerinin delâletiyle ve nakışlarının işaretiyle, her birisinin her bir mertebesinde hakikî bir hüsün, hakikî bir kemal, hakikî bir cemal ve gayet güzel bir hakikat, belki herbir ismin herbir mertebesinde hadsiz enva-ı hüsünle hadsiz hakaik-i cemile vardır.”3
Şerh çalışmalarınızı mail adresimize gönderebilirsiniz.
[email protected]
Dipnotlar:
1- Mes. Nuriye, 53. Y. A. Neşriyat.
2- Lem’a’lar, 325.
3- Lem’a’lar, 341.