Yedinci Şuâ İkinci Bab Beşinci Hakikat’ın haşiyesinde, hiç hatırdan çıkarılmaması ve başımızın üstünde serlevha yapılması gereken bir hakikat var.
Yani, “Ahirzamanda gelecek olan zat” meselesi!
Bizzat Üstâd Hazretleri’nin lisanından dökülen bu beyan aynen şöyledir:
“Zaman ispat etti ki, o adam, adam değil, Risâle-i Nur’dur. Belki, ehli keşif Risâle-i Nur’u ehemmiyetsiz olan tercümanı ve nâşiri sûretinde, keşiflerinde müşâhede etmişler, ‘bir adam’ demişler.”
Bihakkın Bediüzzaman olan bir zatın, kendisini aradan çekip, vazifeyi Risale-i Nur’a ve şakirtlerinin şahs-ı manevîsine bıraktığı bir meselede hangi şahsın veya şahısların haddi olabilir ki, kendilerini hâşâ mercî olarak ilân edip, olmazsa olmazlardan saysınlar?
Hem imkân dahilinde mi ki, şahs-ı manevî ve meşveretleri esas alan bir topluluk, şahıslara öyle bir merciiyet tanısın?
Evet, zaman şahıs değil, şahs-ı manevî zamanıdır. Maddî şahıslar fanî ve geçicidir, baki hakikatler fani şahsiyetler üzerine bina edilmez ve edilmemelidir.
Tam bu zaviyeden bakılacak olursa, Risale-i Nur fikriyatının naşiri olarak tanıdığımız ve hep böyle kalmasını istediğimiz Yeni Asya’nın da şahıslarla kaim olmadığı apaçık görülecektir. Eğer şahıslarla kaim olsaydı; şahıslar ellerinde tuttukları, fikriyatlarına bayrak ettikleri bu gazeteden, (en çok da 12 Eylül döneminde) topluca el çektikleri, onu ellerinden bıraktıkları zaman, gazete yere düşerdi, yerle bir olurdu. Ama bitirilmesine çalışılan her dönemde, “suikastçılar”ın emelleri kursaklarında kaldı, Yeni Asya yeniden toparlanıp manevî ve fikrî cihadına devam etti.
Hele neydi o, bizzat şahidi olduğum, o bir zamanlar!.. Neydi o birlik ve beraberlik, neydi o yekvücud hareket, neydi o dâvâya candan bağlılık!
Neydi o, el attığı her meseleden netice almak; din düşmanlığına karşı, darbelere karşı, tahakküme karşı, ırkçılığa karşı, müstehcenliğe karşı mücadelede vurduğu yerden ses getirmek!
Neydi o, ehli siyasetin kapısında olmayıp, ehli siyasetin kapımızda olduğu zamanlar!
İşte bu hal, bazı çevreleri ürküttü. Fesad şebekelerinin, ifsad komitelerinin çabalarıyla, Nurcuların bir ve beraber hareket etmemeleri için bütün planlar seferber edildi.
Ve olanlar oldu.
Bari bundan sonra olmasın. Bundan sonra oyuna gelmeyelim!
Bari bundan sonra geçmişteki yanlışçıların da artık her vesileyle yanlışlarını serrişte edip yüzlerine vurmayalım. Müşterek noktalarda buluşmalar ihdas edelim.
Bugün gelinen noktada da Yeni Asya, her şeye rağmen aynı kararlılıkla yoluna biiznillah devam edecektir. Ama o şartla ki; halen şahs-ı manevî adına idarî mekanizmalarda ve aktif vazifelerde olanlarca; marifet ve muvaffakiyet kendilerinden addedilmezse...
“O adam, adam değil, Risale-i Nur’dur” hakikatı hep hatırda tutulursa.
Asıl iş görenin kudreti İlâhî ve inayeti İlâhîye ile beraber Risale-i Nur ve şahs-ı manevîsi olduğuna göre, şahıs endeksli kurtarıcılıklardan sakınılırsa.
Sosyal medya dengesizliklerine aldırış edilip denge bozulmazsa.
Geçmişte yaşanan ve yaşatılan “bölme” ve “bölünme” maksatlı teşebbüslere yeniden maruz kalındığında yekvücud olunarak, bu emelde olanların emelleri kursaklarında bırakılırsa...
Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı olduğu düşünülüp, kırk yıllık yoldaşların hatırları kırılmazsa! Ve hatırları kırılmak istenilmeyen o kırk yıllık yoldaşlar da, dahili zayıflatıp harice güç kazandıracak her türlü söz ve eylemlerden zinhar sakınırlarsa!..
Şahs-ı manevî ruhu, meşveret zeminlerine tam hâkim olursa...
İşte o zaman endişeye ve telâşa asla mahal kalmaz.
Vesselâm!