Tabi olaya Kürt Sorunu demekte doğru mu yanlış mı tam emin değilim! Yani meselâ, olaya Kürtlerin gözünden bakarsanız; olay Türklerin, Arapların ve Farsların sorununa dönüşür.
Çünkü Kürt olmak, Kürtçe konuşmak, yazmak ve her millet gibi kültür ve ananelerini yaşamak ve dahası insan gibi yaşamak nasıl sorun olabilir ki?
İslâmca ve insanca birlikte yaşarken hiçbir zaman böyle bir sorundan ne bahsedildi ne de hayale geldi.
Ne zaman İslâmca ve insanca olan sırat-ı müstakimden ayrılıp dalâlet labirentlerinde aptalcasına dolandık, defalarca o daracık alanda karşı karşıya, kafaya kafaya gelip çarpıştık ve birbirimizden rahatsız olduk.
Çünkü labirentte kendi rengimizin dışında hiçbir renge tahammül edemez hale geldik.
Halbuki yan yana doğru yolda ilerlerken, böyle bir şeyi hatırımıza bile getirmemiştik.
Vakta ki sözüm ona ‘muasır medeniyetler seviyesine’ çıkmaya karar verdik; birden güneş tutulmasına uğradık. Gündüzümüz geceye, saadetimiz felâkete inkılâb etti.
Sanki de önümüze düşen tek gözlü deccal tağutuydu da bizi aydınlıktan karanlığa, huzurdan fitne ve kavgaya itmişti.
Bediüzzaman, Şam Emevi Camii meşhuresinde âlem-i İslâmın hali perişanının hastalıklarını sayarken ‘Müslümanlar arasındaki nuranî bağların bilinmemesi’ne özel bir atıfta bulunuyordu.
Evet bir bedenin uzuvları olduklarını bilmeyen İslâm ümmetinin bütün azaları, felçli ve çürümeye mahkûm bir ağırlıktan başka bir şey değillerdir.
Arapları, Türkleri, Farsları ve diğer İslâm kavimlerini milliyetçilik kazığına oturtanlar âlem-i İslâmı beyninden vurduklarının çok iyi farkındaydılar.
Âlem-i İslâma dayatılan sekülarizm, ruhunu; kavmiyetçilik de beynini felç etti.
Kocaman bir toplumun içinde tek bir kişinin dahi hüviyeti kavmiyesini Selman-i FARİSİ, Suheyl-i RUMÎ, Bilâli HABEŞÎ diyerek muhafaza eden İslâm ümmetinin, günün sonunda İslâmın kırk elli milyonluk kahraman evlâdının maddî ve manevî bütün hukukunu talan etmeyi ve hatta ganimet bilmeyi marifet zannedecekti.
Ve işin daha acı tarafı ise ne yaptığını bilmeyen Müslümanların ellerinden her türlü hukuksuzluğu gören Kürtlerin hamiliğini, sizi yaklaşık yüz küsur yıldır kavmiyetçilik kazığına oturtup dünya ve ahiretinizi mahveden Batı dünyasının üstlenmeye çalışması.
Yusuf’u kuyunun dibine bırakırsanız, kuyuya kovayı sarkıtan kim olursa olsun ona yapışacak.
Ve onun Firavunların çarşısında köle olarak satılmasında kardeşleri olarak bizde sorumluyuz.
Yapılacak şey:
Din-i mubini İslâma tarziye vermek. Firavunlaşan nefislerimize Müslümanlığını ve kulluğunu hatırlatıp aydınlığa çıkarmak.
İslâmın dışında bize konan bütün beşerî kirlerden kendimizi temizleyip, semavatı ayakta tutan mizan ve adaletin cenahları altına sığınmak.
İşte belki o gün Yusuf bize hakkaniyet tahtında:
‘Bugün size kınama yoktur’ deyip tufuletinizdeki masumane kardeşlik duygularını hediye edecektir.