Merdiven korkuluklarına tutunarak ağır aksak adımlarla güçbelâ çıkmaya çalışan yaşlı adam, nefes nefese kalmıştı.
Son basamakta kendisini tebessümle karşılayan çehreye şefkat dolu bakışlarını yönelterek, kendine has aksanı ve üslubuyla:
-Nerdesin be çocuğum, nerelerde kaldın be yavrum? Ya seni ne kadar özlemişim, anlatamam. İnan ki gözüm yollarda kaldı! Bekledim, bekledim sen gelmedin, işte bu yaşta ben zor zahmet çıkıp geldim.
Bir ayrılık sonrası babanın evladına olan sevgisinin, özleminin yansımaları gibi karşılıklı samimiyetin tezahürleri fark ediliyordu. Yaşlı adam, yitik bulmuş gibiydi. Sevincine, sürûruna, neşesine diyecek yoktu.
Hoş sohbet, muhabbetle, selamlaşma ve musafaha ile odadaki koltuğa oturan yaşlı misafir, görüşemeyeli epey zaman oldu, günler haftalar gibi, haftalar aylar gibi uzadı ama sen yoksun, dedi. İçinden geçen duyguları, düşünceleri, sevinçleri, endişeleri tatlı bir üslupla ara vermeden konuşuyordu.
Seksenine merdiven dayamış bir insan duygu yoğunluğu içinde. Durmadan duraksamadan biteviye konuşuyor. Hayatında yaşadığı sıkıntıları, yüreğinde iz bırakan acıları, ayrılıkları, vefatları anlatıyor, içini döküyordu.
Gönül kırgınlığı ile yirmi iki senedir görüşmediği kardeşi Nurten’in iki gün sonra ziyarete geleceğini söylerken, gözlerinde parıldayan sevinç ışıltıları ve duyduğu heyecan fark ediliyordu. İçini çekerek yoktan yere kırmıştım, o zavallıyı, diye derin bir ah çekip hayıflandı.
Onları unutuyor ve tekrar sözü döndürüp dolaştırıp menhus bir ayrılığın kalbine yaptığı tesiri anlatmaya çalışıyordu. “Kendi evladım gibi sevmiştim seni. Sevincimi, üzüntümü paylaştığım evladım. Ahir ömründe yalnızlığımın çaresi olan bir dost ve yakınımdın.
Bana hep güler yüzle, nezaketli tatlı dille hitap eden, her derdime çare olan, kederimi unutturan evlat. Allah’a imanın insana verdiği manevî gücü ve kadere teslim olmanın, kederden uzak ettiğini anlatırdın hep…”
Bunları anlattıktan sonra kendini toparlıyor. Bakışlarını üzerime çevirip: “Ne zaman geleceksin?” Diye sorduğunda, gözlerinin içine sükûtla bakıp gülümsediğimde, tevekkülün engin derinliğini seziyordu. Kötülerin bühtan etmesinin zararını dile getirdi. Allah’ın yalanı ve iftirayı şiddetle nehyettiğini izah etmeye çalıştı.
Baba nasihati: “Sen müsterih ol, oğul. Allah büyüktür. Ben devamlı dua ediyorum. Atılan kara, kara gün gibi kararıp kalmaz. Elbette hak yerini bulacaktır. Sen bizim kalbimizdeki müstesna yere ve yanımıza döneceksin. Sabır etmek, her halükârda sabretmek hayır kapılarını açacak, gerçek ortaya çıkacaktır elbet.”
Anadolu insanın küçük bir rahatsızlıkta bile hassasiyeti, içtenliği, samimiyeti, sıcaklığı karşısında hayran olmamak mümkün değil.
Tatlı sohbet devam ederken vakit hayli ilerlemişti. Gön yüzünü eğmiş, kuşlar gurbet akşamlarına doğru uçuyordu. Ani bir kararla doğruldu, gitmesi gerektiğini söyleyerek kapıya yöneldi. Ceketini giydi, kulağıma eğildi, usulca: “Her sıkıntı geçicidir. Her derdin devâsını, her musibetin çaresini veren Allah’tır. O’na tevekkül etmeli.” Dedi, veda edip ayrıldı. Elinde tespih, dudaklarında dua ile kalabalıklara karıştı.
Geride evin içini sürurla dolduran yaşlı bir baba şefkati, sohbeti, muhabbeti, tesellisi ve nasihatleri unutulmaz vefalı bir anı olarak ailemize armağan kaldı.