Dünyanın her tarafından akın akın gelmiş, kalpleri iman nuruyla aydınlanmış, İslam’a gönül vermiş insanlar, sevinçle Kâbe’ye yöneliyorlardı.
Ulvi ve kudsî hac ibadetinin insan ruhuna verdiği sürur, huzur ve sükûnet her yerde fark ediliyordu.
İslamiyet’in asırlarca beşeriyete hediye ettiği iki cihan saadetinin dünyadaki tezahürleri, Mekke’de Harem-i Şerif’te aşkla, şevkle, heyecanla, sürur ve iştiyakla zikir, tesbih, dualarla tavaf eden, ibadetin lezzetini tadan nurlu simalarda açıkça görülüyordu.
Âlem-i İslam’ın nabzının attığı o kutsal mekanda manevî güzelliklerin esintisini içimizde hissediyor, göklere yükselen dualara bizler de aminlerle katılıyorduk. İnsanın kalbi, duyguları, latifeleri o manevî atmosferde ancak bu kadar huzurun, huşunun lahuti zenginliklerini hissedebilir, lezzetlerini tadabilir.
Kâbe’de dünya gailesinden uzak, ruhumuzu cezbeden manevî güzellikler, engin bir ruh haliyle içimizde hissettiğimiz sevinç çığlıklarını tarif etmek imkânsız. Zamanın dışına çıkmış gibi o kutsal mekânda sanki farklı, eşsiz rüya gibi bir halet-i ruhiye içerisinde, acizliğimizi vesile ederek kusurlarımızın affı için Rabbimize dualarla iltica edip yalvardık.
Gece saatlerinde, vakit hayli ilerlemişti. Kaldığımız otele dönme vaktimizin geldiğini hatırladık. Harem-i Şerif’in geceyi aydınlatan gür ışıklarını arkamızda bırakıp dış kapıya yönelsek de aklımız Kâbe’de kaldı, bizi ayaklarımız götürüyordu.
Epeyce yürüdükten sonra gitmek istediğimiz istikamette olmadığımızı fark ettik. Başka tarafa döndük, yürüdük. Bir başka tarafa yöneldik yine yolumuzu bulamadık.
Gideceğimiz yeri sorup anlatmanın zorluğunu çekiyorduk. Bir kaç kişiye sorduktan sonra bir Arap genciyle karşılaştık. İsmi Muhammed olan genç, bizi alıp tarif ettiğimiz yerlere götürse de bir türlü aradığımız istikameti, gideceğimiz yolu bulamıyorduk.
O kibar genç, bize uzun süre rehberlik etti, yol gösterdi. Ne kadar uğraşsa da sonuç alamadık. Hayli zaman sonra Muhammed’e taksi tutmamız için yardımcı olmasını rica ettik. O yoğunlukta taksicilerle pazarlık ediyor, uğraşıyor, gideceğimiz yeri tarif ediyor, bizi gösteriyordu.
Eşim ve benim için gecenin leylisinde bu kadar zaman ayıran, rehberlik eden, zahmetlere katlanan gence gerekenden fazla ücret vermek için hazırlanmıştım.
O, nice zaman sonra anlaştığı bir taksi ile bize yaklaştı. Eşim binerken ben, teşekkür etmek ve para vermek için Muhammed’e bakarken; o hızlıca cebinden çıkardığı taksi ücretini de şoföre verdi ve bize el salladı. Elimde hazırladığım parayı Muhammed’e uzattım, seslendim, almadı.
Ne kadar telaşla, ısrarla teklif etsem de Muhammed, almamakta kararlı olduğunu eliyle işaret ederek: “Fîsebilillah… Fîsebilillah..” Allah rızası için, yardım ettiğini söylüyordu.
İbadetle geçen bir günün sonunda, yorucu bir sıkıntı içinde karşımıza çıkan iyilik meleği, Genç Muhammed, Mekke’nin arka sokaklarına doğru kibar ve mütevazi adımlarıyla uzaklaşıp gitti…
Mekkeli Muhammed’in misafirperverliği, mütevazi davranışı, kibarlığı ve örnek haliyle bizi hayran bırakırken; yaşadığımız dünyada zamane gençliğinin vurdumduymazlığını, sorumsuz davranışlarını hatırladık.
Muhammed, tevazuuyla başını öne eğip uzaklaşıp gitse de dualarımızda ve hac hatıramızda müstesna yerini aldı.