İnsanlık, büyük musibet ve belalarla karşı karşıya! Dehşet veren manevi musibet ve büyük bir yangın var! Bütün bunların hikmetini anlayamamak çok daha acı!
Tarih, cezanın, günah, zulümlerin neticesidir diyor! Masumken cezaya müstahak olmak, kaderin ayrı ve ibretli bir tecellisi! Zahirde görünen adaletsizlik aslında hikmeti sırlı bir hata, zulüm ve günahın ilâhî adaletle icrasının tam tecellisidir.
Fikir karmaşası, vicdanın müteessir ve ümitsizliğe düşmesi, haksızların, zulüm ve baskıya devam etmeleri karşısında maşeri vicdan rahatsız olmuyorsa, orası sözün bittiği yerdir. Tahkiki iman sahipleri için ise, “Bütün musibetler musikinin nağmeleridir!” Musibet bazen ders veren büyük bir nasihatçidir.
Masumlar ve musibetzedelerin tek dayanağı yalnız Allah’ı tanımak, ona iman etmek inancıdır. Musibet ve felaket anlarında bütün sorumluların müşfik olması insan olmanın gereğidir. Şeriat, din, adalet, insanlık bunu gerektirir. Kanun, sistem ve “ulul emir” olan her kademdeki amirler için gereken şart: Din, mukaddesat, insani değerlere uygun harekettir. Musibet her zaman mutlak şer olmadığı için, bazen felâketlerden saadet çıkar.
Bu topraklar felâket ve musibetlerle hemhal olageldi. Umulur ki yaşanan bütün musibetler, manevî mayemiz olan İslâm kardeşliğini canlandırsın. Harikalar asrında, her şey birden değişebilir. İstikbalde bizi bekleyen büyük saadetlerin olacağı ümidimizi muhafaza edelim. Ümitsizlik ve kargaşa bulutlarını, geniş istikballe çevirme şansımızı dua, niyaz, samimiyet ve ihlasla değiştirme gayreti önemlidir.
Musibetlerin gerçek sebebi, çoğunluğun hatası ve cinayetin neticesi olduğu manen sabittir. Fıtrata aykırı olan, tembelliklerimiz; ıslahı zor olan nefislerimize acımamız; dünya malına olan tamahkârlığımız, musibetlerin celp sebeplerindedir. Tarihin şehadetiyle bu tür musibetlerden milyonlarca velâyet, gazilik, şehadetlik unvanlarına erişildiği bizlere ders, ibret olabilir.
Risale-i Nur dairesi içinde olanlar bilirler ki; kâinatın en büyük davası iman ve berattır. Bu mutlu neticeyi yüzde doksanına kazandıran Kur’ân-ı Hakîmın mu’cize-i mâneviyesinden çıkan da bu zamanın birinci bir dâvâ vekili bulunan Risale-i Nur’dur. Risale-i Nur’un çelik kalesine sığınmak, onun hakiki avukatlığına tutunarak; yaşayıp, yaşatmakla manevi cihada devam etmektir.
“Onu tanıyan ve itaat eden, zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan, saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır. Kadere iman eden gamlardan kurtulur” tespiti en büyük teselli ve saadettir.
Musibetlerin, dergâh-ı İlâhîye sevk eden bir kader kamçısı olduğu inancı, dua, niyaz, münacatları daha şuurlu ve şiddetle yapma gayreti çok önemlidir. “Resmî ve ruhsuz” dualardan uzak olarak sahâbe ibadetlerinin üstünlük sırrı olan “tesbih ve zikri” bütün manasıyla şuurlu bir surette söyleme yolu İslâmın şiarıdır.
Elîm musibet ve hadiseleri, Cenab-ı Hakkın inâyet ve rahmetiyle başka surete çevirmeyi netice verecek tarzlara yönelmek kulluğun gereğidir. “Cennet ucuz olmadığı gibi, Cehennem dahi lüzumsuz değil” hakikatiyle her türlü hadisenin hikmet ve rahmet yönlerinin basiret ve teslimiyeti lazımdır.
Zalimlerin gaddarlıklarını gündeme almadan yaşamak müspet ve faydalı bir yoldur. Onlarla meşgul olmak, musibeti daha da derinleştirebilir. Zaman, Kur’ân, iman hizmetine mesai verme zamanıdır. Hiçbir menfi düşünce, itham, iftiraya pirim vermemeli, kalplere intikam duygusu ekmemeli. Bütün menfiliklere ve olaylara karşı; Risale-i Nur’la sadakat ve sebatla hizmetlere devam zamanıdır vesselâm.