"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman, Demokrasi ve “Dört Mezhep”

Prof. Dr. İlyas Üzüm
26 Aralık 2023, Salı
Bediüzzaman “dört mezhep” kavramını hem meşrutiyetin/demokrasinin temellendirilmesi, hem de İslam’da teşri/yasama alanının zenginliğini ifade etmek üzere kullanmıştır.

Aydınlık ve karanlık, iyilik ve kötülük, adalet ve zulüm, sevgi ve nefret… gibi karşıtlık ilişkisi bulunan kelimelerin ilkleri birinci sütuna, ikinciler diğer sütuna yazılır ve sorulursa, hiç şüphe yok ki her insan aydınlık, iyilik, adalet, sevgi gibi ilk sütunda bulunanları işaretler. Fiilen kötülük yapan, zulmeden yahut nefret dolu insanlar bile idealde ilk sütunda olanları tercih eder. Hürriyet ve esaret yahut özgürlük ve istibdat da böyledir. Hiç kimse hürriyete karşı esareti, özgürlüğe karşı istibdâdı olumlayamaz. Çünkü insan fıtratı doğruluğa, iyiliğe, güzelliğe, hürriyete kodlanmıştır. İslam’ın “fıtrat dini” şeklinde tanımlanmasının sebebi budur. İnsana -insanî değerleriyle- uyumlu hürriyet duygusu veren Yaratıcı, gönderdiği semavi mesajında da hem fertlerin tutum ve davranışlarında, hem de toplumsal ilişkilerde hürriyet temelli prensipler vaz etmiştir. Kur’an’ın her alanda olduğu gibi yönetim alanında da “meşveret” ve “şûra”yı emretmesi bir otoritenin esaretine girmeksizin katılımcılığa, bir anlamda hürriyete vurgu biçiminde anlaşılmıştır. Bugün dünyada, özellikle gelişmiş ülkelerde, -en temel özelliği “hürriyet/özgürlük” olan- demokrasiye bu kadar değer verilmesinin sebebi budur. Bundan dolayıdır ki Bediüzzaman hürriyeti imanın bir “hassa”sı olarak andığı gibi İslam’ın yer yüzüne gönderiliş sebebinin de -bir bakıma- “istibdâdı” yok etmek olduğunu ifade etmiştir1.

İlgili literatürde yönetim sistemleri çeşitli açılardan birçok ayırıma tabi tutulmuşsa da, “hürriyet” temelli olarak bakıldığında bunları, a) hürriyetçi sistem yahut rejimler, b) hürriyetleri kısıtlayan sistemler yahut rejimler diye ikiye ayırmak mümkün görünmektedir. Yine ilgili literatürde hürriyetçi sistem “demokrasi”, diğerleri ise otoriter rejimler, totaliter rejimler gibi çeşitlere ayrılmaktadır. Daha açık ifade etmek gerekirse, yönetilenlerin yöneticilerin seçiminde belirleyici olduğu, yönetenlerin belli zaman dilimlerinde kendilerini seçenlere hesap verdiği, yönetilenlerin en azından çoğunluk itibariyle yönetimle ilgili fikir ve kararlarını seçtikleri temsilcileri vasıtasıyla gerçekleştirdiği, fakat azınlıkların haklarının da korunduğu sistem demokrasidir. Buna karşılık düşünce, haber alma ve muhalefet özgürlüğünün kısıtlı olduğu veya bulunmadığı rejimler otoriter rejimler olarak adlandırılmaktadır. Totaliter rejimler ise toplumda her yapının kontrol altında tutulduğu, hürriyetlerin alabildiğine daraltıldığı rejimlerdir2.

Biyografik hayatı itibariyle saltanat, meşrutiyet, cumhuriyet ve çok partili dönemleri yaşayan Bediüzzaman’ın her dönemde isme göre değil vasfa göre hareket ederek “hürriyetçi” tavrı böyle bir temele dayanmanın sonucudur. Bilindiği gibi otuz yıllık aranın ardından İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde (23 Temmuz 1908) gerek öncesinde, gerekse sonrasında bazı alimler dinî gerekçelerle buna karşı çıkarken ulema çoğunluğu itibariyle olumlu değerlendirmede bulunmuşsa da Bediüzzaman’ın burada özel bir yeri vardır. O meşrutiyeti “adalet, meşveret, kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir” diye ana unsurlarını öne çıkararak tarif etmiş ve ulaşabildiği ölçüde bütün kesimlere Meşrutiyeti savunan beyanlarda bulunmuştur. Ayrıca o, meşrutiyeti İslam adına taziz ederken daha müşahhas bir ifade kullanarak onun “dört mezhep”ten delillendirilmesinin mümkün olduğunu dile getirmiştir. Daha dikkat çekici olanı ise onun, Eski Said Dönemi eserlerinde yer alan bu muhtevadaki yazılarını 1950’lerden sonra gözden geçirirken içeriğinde hiçbir değişiklik yapmaksızın “meşrutiyet” kelimesi yerine bir yerde “cumhuriyet”3, başka bir yerde ise “cumhuriyet ve demokrat mânâsındaki meşrutiyet” ifadesini koyarak4 bir bakıma “demokratik cumhuriyet” tabirine yer vermesidir. Nitekim araştırmacılar onun son notundan hareketle -haklı olarak- Bediüzzaman’ın Meşrutiyet için yaptığı değerlendirmeleri “demokrasi” olarak ifade etmiş ve işlemişlerdir. 

Bediüzzaman’ın “Dört Mezhep” Vurgusu

Bediüzzaman “dört mezhep” kavramını hem meşrutiyetin/demokrasinin temellendirilmesi, hem de İslam’da teşri/yasama alanının zenginliğini ifade etmek üzere kullanmıştır. O bu çerçevedeki sözünü ilkin 6 Kanunievvel 1324 (19 Aralık 1908)’de “Mebusana Hitap” başlıklı yazısında dile getirmiştir: “Milyonlarca dahilerin nüsûs-u kâtıadan istihracıyla şecere-i tuba gibi teşaub etmiş ve siyaseten ve maslahaten hangisinin hangi meselesine temessük caiz bulunmuş ‘velâ ratbin velâ yâbisin illâ fî kitâbin mübîn’ sırrını tefsir eylemiş olan mezâhib-i erbaadan o define-i bîpayan ve bîintiha, o cevahir ile memludur ya. O Şeriat-ı Garradan ahkâm-ı adile ve hakaik-ı ulviyeyi düstur olmak üzere tanzim için hamele-i şeriatın efkâr-ı umumiyesine müracaat ediniz...”5 

İkinci olarak ise Bediüzzaman 1 Mart 1325 (24 Mart 1909) Volkan gazetesinde yer alan “Dağ Meyvesi Acı da Olsa Devadır” başlıklı yazısında aynı kavramı gündeme getirerek şöyle söylemiştir: “Âlem-i İslâmiyetin ukde-i hayatiyetisini tembih ve te’min ve meylüt-terakkisini faal etmek için; adâlet ve meşveretten ibâret olan meşrutiyetin me’haz ve menba’ını, ezel ve ebed şanında olan Kanun-u Îlâhînin şârihi olan mezâhib-i erbaayı ittihaz etmektir. Zîrâ milyonlarla dâhilerin ecr-i âhiret için istinbat ettikleri bahr-ı umman gibi mesâil-i şer’iyeye kanaat etmeyip; Avrupa’ya ahkâm ve ahlâkta dilencilik ve izhar-ı fakr etmek, din-i İslâm’a büyük bir cinâyettir…”6 

Bediüzzaman, üçüncü olarak “dört mezhep” kavramını 31 Mart Vakıası dolayısıyla yargılandığı mahkemede kendini savunurken Ayasofya’da mebusâna hitap sırasında söylediği sözü hatırlatarak şöyle demiştir: “…Hürriyeti, âdâb-ı Şeriatla takyid ediniz. Zira câhil efrat ve avâm-ı nas; kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olur. Adâlet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Tâ ki, namaz sahih ola. Zira, hakaik-ı meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu dâva ettim.”7

Görüldüğü gibi Bediüzzaman kat’iyet ifade eden naslardan hareket ederek istihraçta bulunan dört mezhebin hak olduğunu, içtihatlarının tükenmez bir hazine değeri taşıdığını, dolayısıyla bunları göz ardı ederek kanunda Avrupa’ya dilencilik etmenin İslam’a bir çeşit cinayet olacağını belirtip meşrutiyetin dört mezhepten istihracının “sarahaten, zımnen, iznen” mümkün olduğunu ifade etmektedir. Belirtmek gerekir ki onun müstakil çalışmalara konu olacak bu beyanları pek çok hususu çağrıştırmaktadır. Biz bunlardan birkaçına işaretle yetinmek istiyoruz. 

Bilindiği gibi bir yönetimde, daha geniş anlamıyla devlette en önemli hususlardan birisi yönetim erkinin, diğer bir ifadeyle siyasi liderliğin belirlenmesi, ikincisi yönetimin dayanacağı “yasama,” yani teşri bütünlüğüdür. Bediüzzaman “dört mezhep” kavramını kullanarak her iki hususa dair hem tespit yapmakta, hem daha geniş bir ufuk çizmektedir.

“Dört Mezhep” ve Siyasi Liderliğin Belirlenmesi

Sözlükte “gidilen yol” anlamına gelen mezhep terim olarak “dinin inanç esasları ve amelî hükümlerini anlama ve yorumlamada kendine has yaklaşımlara sahip düşünce ekolleri ve bu ekoller etrafında ortaya çıkan zümreleşme” anlamına gelmektedir. Bunlardan inanç konularına ait zümreleşmeler itikadî mezhepleri, amelî konulara ait zümreleşmeler ise fıkhî mezhepleri oluşturmaktadır. “Dört mezhep” kavramı, dinin amelî yani fıkhî alanıyla ilgili olarak ortaya çıkan oluşumları ifade etmektedir. İtikadî mezhepler ya da fırkalar bir tarafa, amelî konularla ilgili olarak sahabe döneminden itibaren başlayan içtihat faaliyetleri daha sonraki dönemde Ebu Hanife (v. 150/767), Malik b. Enes (179/795), İmam-ı Şafii (204/820) ve Ahmed b. Hanbel’in (241/855) içtihat usullerinin belirlenmesi, bu usullere göre yapılan geniş yorumlar ve bu yorumların toplumda taban bulmasıyla belirginleşmeye başlamış, bu müçtehitlerin isimlerine nisbetle Hanefîlik, Malikîlik, Şafiîlik ve Hanbelîlik adıyla anılan “dört mezhep” ekolleşmesini tamamlayarak İslam dünyasına mal olmuştur. Her ne kadar ilk dönemlerde başka müçtehitler ortaya çıkmışsa da görüşleri taban bulmadığı için bunlar mezhepleşme imkanı bulamamış, nihayetinde en geç IV/X. asırdan itibaren “dört mezhep” kavramı ciddi bir yaygınlığa ulaşmıştır.8

Bu dört fıkıh mezhebi itikadî bakımdan Ehl-i Sünnet camiası içinde yer almaktadır. Ehl-i Sünnete göre Hz. Peygamber’in (asm) vefatından sonra kimin halife olacağına dair nass olmadığı için ümmet Hz. Ebu Bekir’i seçmiştir. Daha sonra diğer üç halife tarihte bilindiği şekilde hilafete gelmişlerdir. Dolayısıyla Ehl-i Sünnete göre siyasi liderliğin belirlenmesinde bir çeşit seçim diyebileceğimiz “biat” anlayışı vardır. Dört fıkıh mezhebi de bu konuda aynı görüşü benimsemiştir. Şia’ya göre ise Peygamber’in (asm) vefatından sonra kimin halife olacağı (önce Hz. Ali, daha sonra da onun on bir oğlu) bizzat ayet ve hadislerce bildirildiği için biat ya da şûrâ söz konusu değildir. Mezhepler Tarihinde itikadî ve siyasi bir fırka olarak değerlendirilen Şia’nın en büyük kolunun fıkıhtaki ismi Caferilik olup (ayrıca Şia’nın diğer kolları olan Zeydiyye ve İsmailiyye’nin de fıkhî görüşleri vardır) yaygın İslamî anlayışa mensup alimler tarafından “beşinci mezhep” olarak anılmış ve dairenin dışında tutulmuştur.9 Bu bilgiler ışığında Bediüzzaman’ın “demokrasinin dört mezhepten istihracı” Ehl-i Sünnetin fıkıh mezheplerine referans olup, bir yönüyle adı geçen mezheplerin siyasi liderliğin tesisinde “şûrâ” ve “biat” yani seçimi kabul ettiği düşüncesine dayanmaktadır. Demokrasi, toplumun, seçtiği temsilciler vasıtasıyla yönetime katılması demek olduğuna göre, bu açıdan bakıldığında “dört mezheb”in şûrâ ve biat anlayışı dolayısıyla demokrasiye onay verdiği ifade olunabilir. “Beşinci mezhep” olarak anılan Caferilik ise temel algısı dolayısıyla böyle bir anlayışa kapalıdır.

Dipnotlar:

1- Said Nursi, Münazarat (Eski Said Dönemi Eserleri [ESDE] içinde, YAN), İstanbul 2017, s. 167, 178. 2- Bk. Selçuk Kahraman, “Teoride ve Pratikte Totoliter Rejimlerin Karakteristiği”, Akademik Hassasiyetler, X (2023), sy. 22, s. 29-61. 3- Said Nursi, Eski Said Dönemi Eserleri, s. 45. 4- A.g.e., s. 47. 5- Eski Said Dönemi Eserleri, s. 31. 6- A.g.e., s. 51. 7- Divan-ı Harb-i Örfî (ESDE içinde), s. 122. 8- Dört mezhebin kurucuları, teşekkülü, usulleri ve literatürü için hey’et tarafından yapılan önemli bir çalışma olarak bk. el-Mezâhibü’l-fıkhıyyetü’l-erbaa, Kuveyt 1436/2015. 9- Nitekim kendisi de Caferî mezhebinden olan Cevâd Muğniye beşinci mezhep olarak Caferiliği ilave ederek kaleme aldığı eserini el-Fıkh alâ mezâhibi’l-hams” (Beyrut 1985) şeklinde isimlendirmiştir.

—DEVAMI YARIN—

Okunma Sayısı: 2871
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Hüseyin Şahin

    29.12.2023 22:42:57

    İslâm hukukunun zenginliğini ve sürekliliğini, özellikle de güncelliğini koruduğunu ifade ve izah eden yazı çok faydalı olmuştur. Tebrik ve teşekkürlerimi ifade ediyorum...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı