Sâlisen: İman ilminden ibaret olan Risale-i Nur eczaları, emniyet ve asayişi temin ve tesis ederler.
Evet, güzel seciyelerin ve iyi hasletlerin menşe ve menbaı olan iman, elbette emniyeti bozmaz, temin eder. İmansızlıktır ki, seciyesizliği ile emniyeti ihlâl eder.
Hem, bunu biliniz ki, yirmi-otuz sene evvel bir gazete gördüm ki, İngilizlerin bir müstemlekât nâzırı demiş: “Bu Kur’ân Müslümanların elinde varken, biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız.”
İşte, bu kâfir muannidin bu sözü, otuz senedir nazarımı Avrupa feylesoflarına çevirmiş olduğundan, nefsimden sonra onlarla uğraşıyorum. Dahiliyeye pek bakamıyorum ve dahildeki kusuru, Avrupa’nın hatası, ifsadıdır derim. Avrupa feylesoflarına hiddet ediyorum, onları vuruyorum. Felillâhilhamd, Risale-i Nur, o muannid kâfirin hülyasını kırdığı gibi, maddiyyun, tabiiyyun feylesoflarını tam susturur bir vaziyete girmiştir. Dünyada, hangi şekilde olursa olsun, hiçbir hükûmet yoktur ki, kendi memleketinin böyle mübarek mahsulünü ve sarsılmaz bir maden-i kuvve-i maneviyesini yasak etsin ve nâşirini mahkûm eylesin! Avrupa’da rahiplerin serbestiyeti gösteriyor ki, hiçbir kanun, târik-i dünya olanlara ve ahirete ve imana kendi kendine çalışanlara ilişmez.
Elhâsıl: On sene kadar sebepsiz bir nefye mahkûm; ihtilâttan, muhabereden memnu, gurbetzede bir ihtiyar adamın, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanına dair hatırat-ı ilmiyesini yazmasını, dünyada hiçbir kanun ona yasak diyemez ve demez kanaatindeyim. Ve şimdiye kadar hiçbir âlim tarafından tenkit edilmemesi, elbette o hatırat ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat olduğunu ispat eder.
B.S.N. Tarihçe-i Hayatı, Eskişehir Hayatı, s. 238
LÛGATÇE:
ecza: Cüz’ler, parçalar.
ihtilât: Görüşme, halka arasına karışma.
maddiyyun: Materyalist dünya görüşünü benimseyen kimseler, maddeciler.
maden-i kuvve-i maneviye: Manevî kuvvetin kaynağı.
memnu: Men edilmiş, yasaklı.
muannid: İnatçı.
müstemlekât nâzırı: Sömürgeler bakanı.
nefy: Sürgün.
tabiiyyun: Tabiata yaratıcılık noktasında tesir veren tabiatçılar.
târik-i dünya: Dünyayı terk eden.
***
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
Kâinatın en ehemmiyetli gayesi ve neticesi hayattır
Otuzuncu Lem’a’nın Beşinci Nüktesi
“Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O her şeye hakkıyla kadirdir.” (Rum Sûresi: 50.) âyet-i azîmenin ve “Allah Teâlâ ki, O’ndan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O Hayy ve Kayyum’dur. O’nu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz, gafletin hiçbir çeşidi hiçbir zaman O’na ârız olamaz.” (Bakara Sûresi: 255.) âyet-i azîmin birer nüktesi ile, İsm-i A’zam veyahut İsm-i A’zam’ın iki ziyasından bir ziyası veya altı nurundan bir nuru olan ism-i Hayy’ın bir cilvesi, Şevval-i Şerif’te, Eskişehir Hapishanesi’nde uzaktan uzağa aklıma göründü. Vaktinde kaydedilmedi ve çabuk o kudsî kuşu avlayamadık. Tebaud ettikten sonra, hiç olmazsa bazı remizlerle o hakikat-i ekberin ve nur-u a’zamın bazı şualarını muhtasaran göstereceğiz.
Birinci Remiz
İsm-i Hayy ve ism-i Muhyî’nin bir cilve-i a’zamından olan hayat nedir ve mahiyeti ve vazifesi nedir sualine karşı, fihristevârî cevap şudur ki:
Hayat,
• Şu kâinatın en ehemmiyetli gayesi,
• Hem en büyük neticesi,
• Hem en parlak nuru,
• Hem en lâtif mâyesi,
• Hem gayet süzülmüş bir hülâsası,
• Hem en mükemmel meyvesi,
• Hem en yüksek kemali,
• Hem en güzel cemali,
• Hem en güzel ziyneti,
• Hem sırr-ı vahdeti,
• Hem rabıta-i ittihadı,
• Hem kemalâtının menşei,
• Hem san’at ve mahiyetçe en harika bir zîruhu,
• Hem en küçük bir mahlûku bir kâinat hükmüne getiren mu’cizekâr bir hakikati…
Lem’alar, Otuzuncu Lem’a (Eskişehir Hapishanesi’nin Bir Meyvesi), Beşinci Nükte, s. 625
LÛGATÇE:
cilve-i a’zam: En büyük tecelli.
hakikat-i ekber: En büyük hakikat.
İsm-i Hayy: “Canlılara hayatı veren ve ezelî-ebedî hayat sahibi” manasında Allah’ın ismi.
ism-i Muhyî: “Dirilten, hayat veren” manasında Allah’ın ismi.
nur-u a’zam: En büyük nur.
rabıta-i ittihad: Birlik bağı.
sırr-ı vahdet: Birlik sırrı.
şuâ: Işın.
tebaud: Uzaklaşma.