Lem'alar - page 247

İşte,
Sevr
ve
Hut
namıyla iki büyük melek, bir teşbih-i
lâtif-i kudsî ile ve manidar bir işaretle, sevr ve hut namıy-
la tesmiye edilmişler. kudsî, ulvî lisan-ı nübüvvetten umu-
mun lisanına girdikçe, o teşbih hakikate inkılâp etmiş,
âdeta gayet büyük bir öküz ve dehşetli bir balık suretini
almışlar.
Üçüncü esas:
nasıl ki kur’ân’ın müteşabihatı var; ga-
yet derin meseleleri temsilât ile ve teşbihatla avama ders
veriyor. öyle de, hadisin müteşabihatı var; gayet derin
hakikatleri me’nus teşbihatla ifade eder.
Meselâ, bir iki risalede beyan ettiğimiz gibi, bir vakit
huzur-i nebevîde gayet derin bir gürültü işitildi. Ferman
etti ki: “Yetmiş senedir yuvarlanıp, bu dakikada cehen-
nemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” Birkaç daki-
ka sonra birisi geldi, dedi: “Yetmiş yaşındaki meşhur mü-
nafık öldü.”
(1)
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın
gayet beliğ temsilinin hakikatini ilân etti.
senin sualin cevabına şimdilik üç Vecih söylenecek.
B
irinciSi
:
Hamele-i Arş ve semavat denilen melâike-
nin birinin ismi “
Nesir
” ve diğerinin ismi “
Sevr
(2)
olarak
dört melâikeyi Cenab-ı Hak arş ve semavata, saltanat-ı
rububiyetine nezaret etmek için tayin ettiği gibi, semava-
tın bir küçük kardeşi ve seyyarelerin bir arkadaşı olan kü-
re-i arza dahi iki melek, nazır ve hamele olarak tayin et-
miştir. o meleklerin birinin ismi “
Sevr
” ve diğerinin ismi
Hut
”tur. Ve o namı vermesinin sırrı şudur ki:
Lem’aLar | 247 |
o
n
d
ördÜncÜ
l
em
a
lisan-i nübüvvet:
Peygamberimi-
zin dilinden söylenen.
manidar:
nükteli, ince manalı.
melâike:
melekler.
me’nus:
alışılmış.
meselâ:
örneğin.
mesele:
önemli konu.
meşhur:
şöhretli, adı yaygınlık ka-
zanmış.
münafık:
kalbinde küfrü gizlediği
hâlde Müslüman görünen, kâfirli-
ğini gizleyerek Müslüman gibi dav-
ranan.
müteşabihat:
Kur’ân-ı Kerîm’in
manası açık olmayan ayetleri, mü-
teşabih ayetler.
nazır:
nezaret eden, bakan, göze-
ten.
nesir:
arş ve semavata memur
edilmiş dört melekten biri.
nezaret:
gözetme, nazırlık.
resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rîm olan peygamber, Hz. Muham-
med (asm).
saltanat-ı rububiyet:
kâinatı ter-
biye ve idare edici olan Allah’ın
saltanatı.
semavat:
semalar, gökler.
sevr:
öküz, boğa.
seyyare:
gezegen.
sual:
soru.
suret:
biçim, görünüş.
tayin:
yerini belli etme, belirli kıl-
ma.
temsil:
benzetme.
temsilât:
temsiller, örneklendir-
meler.
tesmiye:
isimlendirme.
teşbih:
benzetme.
teşbihat:
benzetmeler, teşbihler.
teşbih-i lâtif-i kudsî:
kusursuz ve
güzel bir benzetme.
ulvî:
yüksek, yüce.
umum:
bütün.
vecih:
yön, cihet.
âdeta:
sanki.
aleyhissalâtü vesselâm:
“Sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun,” anlamında Peygamberi-
miz Hz. Muhammed’in (asm)
arş:
göğün en yüksek katı.
avam:
kültürlü, yüksek taba-
kadan olmayan, âlim olmayan
sıradan halk tabakası.
beliğ:
belâgatla anlatılan, düz-
gün ve sanatlı.
beyan:
açıklama.
Cenab-ı Hak:
Allah.
esas:
asıl, temel.
ferman:
emir, buyruk.
gayet:
son derece.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm)
ait söz, emir, fiiller.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat:
gerçek.
hamele:
taşıyanlar, kaldıran-
lar.
hamele-i arş:
arşı taşıyan dört
büyük melek. (İsrafil, Cebrail,
Mikâil, Azrail.)
hut:
büyük balık.
huzur-i nebevî:
Peygamberin
huzuru, sohbeti.
ifade:
anlatma.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
Kudsî:
mukaddes, yüce.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
lisan:
dil.
1.
Müslim, Cennet: 12; Müsned, 3:315, 341, 346.
2.
Beyhakî, Şuabü’l-İman: 433; Zehebî, Mizanü’l-İtidal, 4:352; Süyutî, Dürrü’l-Mensur, 1:329.
1...,237,238,239,240,241,242,243,244,245,246 248,249,250,251,252,253,254,255,256,257,...1406
Powered by FlippingBook