Lem'alar - page 276

esrar-ı belâgatçe gayet manidar ve münasiptir.
(HaşİYe)
zül-
karneyn’in nazarında uzaklık cihetiyle öyle göründüğü gi-
bi, Arş-ı Azamdan gelen ve ecram-ı semaviyeye kuman-
da eden semavî hitab-ı kur’ânî, bir misafirhane-i rahma-
niyede siraç vazifesini gören musahhar güneşi Bahr-i Mu-
hit-i garbî gibi bir çeşme-i rabbanîde gizleniyor demesi,
azametine ve ulviyetine yakışıyor ve mu’cizâne üslûbuyla
denizi hararetli bir çeşme ve dumanlı bir göz gösterir; ve
semavî gözlere öyle görünür.
Elhâsıl:
Bahr-i Muhit-i garbîye “çamurlu bir çeşme”
tabiri, zülkarneyn’e nispeten uzaklık noktasında o büyük
denizi bir çeşme gibi görmüş. kur’ân’ın nazarı ise her şe-
ye yakın olduğu cihetle, zülkarneyn’in galat-ı his nev’in-
deki nazarına göre bakamaz. Belki kur’ân semavata ba-
karak geldiğinden, küre-i arzı kâh bir meydan, kâh bir sa-
ray, bazen bir beşik, bazen bir sahife gibi gördüğünden,
sisli, buharlı, koca Bahr-i Muhit-i Atlas-ı garbîyi bir çeş-
me tabir etmesi, azamet-i ulviyetini gösteriyor.
İKİNCİ SUaLİNİZ
sedd-i zülkarneyn nerededir? Ye’cüc, Me’cüc kimler-
dir?
(1)
HaşİYe:
m
án
Äp
ªn
M m
ør
«n
Y ? /
a o
Üo
ôr
¨n
J
’deki
m
ør
«n
Y
tabiri, esrar-ı belâgatçe lâtif bir
manayı remzen ihtar ediyor. Şöyle ki:
“sema yüzü, güneş gözüyle zeminin yüzündeki cemal-i rahmeti seyirden
sonra, zemin dahi deniz gözüyle yukarıdaki azamet-i İlâhiyeyi temaşayı
müteakip o iki göz birbiri içine kapanırken, rûy-i zemindeki gözleri kapı-
yor” diye, mu’cizâne bir kelime ile hatırlatıyor ve gözler vazifesine paydos
işaretine işaret ediyor.
arş-ı azam:
en büyük arş, Allah’ın
arşı.
ayn:
göz.
azamet:
büyüklük, yücelik.
azamet-i İlâhiye:
Allah’ın büyük-
lüğü, azameti, güç ve kuvveti.
azamet-i ulviyet:
Kur’ân’ın ulvîli-
ğindeki, yüceliğindeki büyüklük.
Bahr-i muhit-i atlas-ı Garbî:
At-
las okyanusu.
Bahr-i muhit-i Garbî:
Atlas Okya-
nusu.
belâgat:
sözün düzgün, kusursuz,
güzel ve muhatabın durumuna
uygun söylenmesi.
cemal-i rahmet:
İlâhî merhame-
tin güzelliği.
cihet:
yön.
çeşme-i rabbanî:
Rabbanî çeşme,
pınar, su kaynağı.
ecram-ı semaviye:
gök cisimleri.
elhâsıl:
hâsılı, netice itibarıyla.
esrar-ı belâgat:
belâgatin sırları.
galat-ı his:
his yanılması, yanlış
duygu.
gayet:
son derece.
hararet:
sıcaklık.
haşiye:
dipnot.
hitab-ı Kur’ânî:
Kur’ân’ın insanla-
ra olan hitabı, seslenişi.
ihtar:
uyarma.
işaret:
gösterme.
kâh:
zaman olur, bazen.
kumanda:
komuta.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
lâtif:
hoş, güzel.
mana:
anlam.
manidar:
nükteli, ince manalı.
misafirhane-i rahmaniye:
Rah-
man olan Allah’ın kullarını geçici
olarak bulundurduğu misafirhane
olan dünya.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde,
mu’cize gibi.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren.
münasip:
uygun, yerinde.
müteakip:
takiben, hemen arka-
sından.
nazar:
bakış.
nevi:
çeşit, tür.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
paydos:
iş sonrası verilen din-
lenme, tatil.
remzen:
işareten.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
saray:
görkemli, iyi, zevkli dö-
şenmiş yapı.
Sedd-i Zülkarneyn:
Zülkar-
neyn’in Ye’cüc ve Me’cüc kav-
minden korunmak isteyenler
için yaptırdığı çok büyük ve
sağlam set, kale.
sema:
gök yüzü.
semavat:
semalar, gökler.
semavî:
İlâhî, gökyüzü ile ilgili
olma.
seyir:
bakınma.
siraç:
lâmba.
sual:
soru.
tabir:
ifade, söz, lâfız.
temaşa:
bakma, seyretme.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik.
üslûp:
ifade tarzı.
vazife:
görev.
Ye’cüc me’cüc:
Kur’ân’da bah-
si geçen ve kısa boylu olacak-
ları, ortalığı fitne, fesat ve anar-
şiye boğacakları bildirilen bir
kavim.
zemin:
yer yüzü.
1.
Bkz. Enbiya Suresi: 95-96.
o
n
a
lTıncı
l
em
a
| 276 | Lem’aLar
1...,266,267,268,269,270,271,272,273,274,275 277,278,279,280,281,282,283,284,285,286,...1406
Powered by FlippingBook