"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bingöl’de bir ulu çınar: Mehmet Almak

Rüstem GARZANLI
09 Temmuz 2017, Pazar
Ovaları, ormanları, yaylaları, gölleri, dört bir tarafı dağlarla çevrili, Bingöl’ün Kale Tepesi...

Böyle güzel bir mekânda, şahs-ı manevî istikametinde bir ömür tüketen “Koreli Mehmet” ismi ile bilinen Gazi Mehmet Almak Ağabey’in sergüzeşt-i hayatını bir nebze nazara vererek, kendisiyle bir röportaj yapmayı düşündüm.  

Mehmet Ağabey, Kore Savaşı’na katılmış, Üstadın saff-ı evvel talebeleri ile görüşmüş, İkinci Harbî Umumînin zemin yüzünde estirdiği fırtına ile biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, kıtlık ve açlıklara; Ezan-ı Muhammedi’nin yasaklandığı, Kur’ân’ın imhaya çalışıldığı karanlık günlere şahitlik etmiş, asırlık bir Ulu Çınar...  

Bir tarafta Zındıka komitesi, Kur’ân’ı ortadan kaldırılmaya çalışırken; bir diğer tarafta “Nur postacısı” Mehmet Ağabey de Risâle-i Nur eserlerini heybesine doldurup köyden köye, kasabadan kasabaya, vilâyetten vilâyete ulaştırarak mücahede sahasında aktif rol almış.   

Hatta, kıt’alar ötesi inkâr-ı Ulûhiyete karşı, vatanından binlerce kilometre uzaklıkta, bulunan  Güney Kore’de harp meydanında düşmanın toplarına, uçaklarına aldırış etmeden iman bayrağını dalgalandıran bir kahraman… 

Mehmet Ağabey’in dedesi Musa Bey Sarıkamış’ta, dedesinin babası Mahmut Bey Birinci Cihan Harbi’nde Rusya’da şehit düşmüş. “Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, / Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.” şiirde belirtildiği üzere,“Makbersiz yatan” kahraman ve cihangir şehit oğlu şehitlerin torunu Gazi Mehmet Almak Ağabey’in şehitlik ve gazilik madalyalarının teslim ve tesellüm edildiği mütevazı evinde, Abdulgânî Artan Hocamızın katkılarıyla tarihin şeref kütüğüne, kahramanlar şeceresine bir röportaj ile not düşürmek istedik.

Hacı Mehmet Almak kimdir, kendinizi tanıtır mısınız?

Evet, kardeşlerim, öncelikle benimle yapacağınız bu röportaj için size ve “Risale-i Nur’un naşir-ı efkârı ve medyadaki edeb-i İslâmiye’nin dili” Yeni Asya Gazetemize teşekkür ederim.

1931 yılında Bingöl İli, Genç İlçesi, Meşedallı (Modan) Köyü’nde dünyaya geldim. Gençliğimde inşaatlarda çalıştım. Tarım işleri ile uğraştım. 1990 yılında SGK’dan emekli oldum. Dört erkek, üç kız babasıyım. Bediüzzaman Hazretleri’nin 1926 yılında telif ettiği ehl-i imana on üç ders veren “Nurun İlk Kapısı” eseriyle 1948 yılında tanıştım.

Efendim, “Koreli Mehmet” olarak bilinen, kahraman şehitlerin Gazi bir torunu olarak elbette sizin de başınızda birçok tarihî olaylar geçmiştir. Bir kaçını bizimle paylaşmak ister misin? 

1950 senesinde Balıkesir ili Edremit ilçesinde askerlik vazifemi ifa ederken, bir gün bize Güney Kore’ye gönüllü gitmek isteyen olup olmadığını sordular. İstenilen sayıda gönüllü çıkmayınca, kur’a çekilerek gidecekler belirlendi. Ben de gidenlerden oldum. Bir ay kadar Mudanya ilçesinde Çavuş kursuna bizi aldılar. Kurs bittikten sonra bu defa İzmir Seferihisar’da bulunan askerî Tabura atış talimi için gittik, talim ve tatbikat dersi aldıktan sonra, İzmir Limanı’nda vapura binip Güney Kore’ye gitmek üzere iken zamanın Başbakanı rahmetli Adnan Menderes limana geldi, bizi tek tek kucaklayarak yolcu etti.  

Yirmi üç günlük vapur yolculuğundan sonra Japonya’ya vardık. Oradan da bir günlük tren seyahatinden sonra Güney Kore’ye, cepheye vardık. Görev devir teslimine müteakip birkaç gün savaş tâlimi gördükten sonra muhtelif cephelerde açılmış harbe fiilen katıldım. Harp ekseriyetle gece oluyordu. İki taburumuz vardı, her iki tabur komutanlarımız da dindardılar. 

Üstadımızın talebesi rahmetli Bayram Yüksel Ağabey ile cephede tanıştık, ben ikinci taburda, o da birinci taburdaydı, zaman zaman bir araya gelip Risâle-i Nur’dan bize ders yapardı. Bayram Abi ibadetinde hassas olduğu gibi; savaş alanında da cesur bir kahramandı. “Hiç korkma, korktuğun zaman beni hatırla, bizler daima inayet-i Rabbaniye altındayız. Hiç merak etme, Cenâb-ı Allah senin yardımcın olsun” Üstadın bu duâsını aldıktan sonra Kore’ye gitmiş, bundan dolayısıyla korku nedir bilmezdi.

Güney Kore’nin halkı çok fakirdi, evleri çeltik otundandı, namaz kıldığımız yer de çeltik otundan yapılmış bir çadır idi. 1.  Tabur komutanı Niyazi Bengisu imamlık, Bayram Ağabey de müezzinlik yapıyordu. 

Savaşın şiddetlendiği bir gün, Bayram Ağabey bir müddet ortada görünmeyince ya şehit veya esir düşmüş sanmıştık. Hatta onun ruhuna Yasin-i Şerif okundu. Daha sonra onu gördüğümüzde çok sevindik. Komutanlar onu çok seviyorlardı, ona “Bediüzzamancı” diyorlardı. Yirmi altı aydan sonra barış sağlandı, ortalık sakin olunca aynı güzergâhtan ülkemize tekrar döndük. 

Memlekete döndükten sonra da tekrar aslî görev addettiğim Risale-i Nur hizmeti ile meşguliyetim devam etti. Risale-i Nur postacılığı yapıyordum. İstanbul’dan gönderilen kitapları adrese ulaştırıyordum. Çok şükür, şahs-ı manevî çizgisinden ayrılmadan bu güne kadar gelebildik. 

Önemli bulduğum bir hatıram daha var, onu da anlatmak isterim.

1990 yılının kış mevsimi çok sert, etraf buz kesilmişti. Dolayısıyla dershanemizin de suları buz tutmuştu. Bu soğuklar 20 gün sürdü. Havalar yumuşayınca buzlar çözüldü. Üst kat komşumuz Molla Selim Efendi sabah namazı sonrası kapımızı çaldı. “Hacı Mehmet, sular akmaya başladı” dedi.  Koşarak Medreseye gittim. Gittim ki ne göreyim. Halılar suyun üzerinde yüzmeye başlamış. Evvelâ vanayı kapattım, daha sonra Molla Selim de geldi, biriken suyu beraber boşalttık. Eve vardığımda o kadar yorulmuştum ki, nasıl uyuduğumu bilmiyorum. 

Uykumda, Bediüzzaman’ın içinde bulunduğu bir rüya-yı sâdıka gördüm: Üstad, hem medresenin suyunu boşaltıyor, hem de içeriyi kurutuyordu. 

Selâm verdim, selâmımı aldı. İçimde “Hazret-i Mehdi’yi görmek ne büyük bir şeref” dedim. 

Üstad: “Vallahî bundan sonra gelmeyecek” dedi. 

Ben de: “Üstadım bundan sonra zaten gelmeyecek.” dedim. Sonra kayboldu, Medresenin bahçesinde çevreyi temizlemekle meşgul olduğunu gördüm.

Mehmet Ağabey, son bir tavsiyen varsa alayım? 

Risale-i Nur hizmetinde bulunan kardeşlerime, bu eserlerin kıymetini bilmelerini, anlayarak okumalarını, şahs-ı maneviye değer vermelerini, bu eserlerden azamî ölçüde istifade etmelerini tavsiye ediyorum. Bu kutsî dâvâya mensup olmanın bir ihsan-ı İlâhî olduğu idrak edilsin. Risâle-i Nur, Kur’ân’ın malıdır. Âlem-i İslâmın ve ehl-i imanın malıdır ve bu vatan ahalisinin bir medar-ı iftiharıdır. Risâle-i Nur kökleşmiş, inşaallah daha hiçbir şey onu koparamayacak, ensal-i atiye devam edecektir. Bu imanî dâvâya gönül veren herkese, özellikle genç kardeşlerime tavsiyem, bu eserleri okusunlar, okusunlar okutsunlar!..

Rüstem kardeşim, Bediüzzaman Hazretleri’nin güzel bir tavsiyesi ile noktalamak istiyorum. Bakınız, asrın müceddidi ne diyor?  

“Bizim cemaatimizin meşrebi, muhabbete muhabbet ve husûmete husûmettir. Yani. Beynelislâm muhabbete imdat ve husûmet askerini bozmaktır,

Mesleğimiz ise, ahlâk-ı Ahmediye (asm) ile tahallûk ve sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir. Ve rehberimiz Şeriat-ı Garra ve kılıcımız da berahin-ı katıa ve maksadımız i’lâ-i kelimetullahtır…” bu düsturları kendimize rehber edinebilirsek, elbette maksadımız olan rıza-ı İlâhiyeye ulaşırız. Vesselâm…

RÖPORTAJ: RÜSTEM GARZANLI

Okunma Sayısı: 2914
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdurrahman KOÇAK

    9.7.2017 21:22:43

    Cenabu Hak postacı Mehmet Abiden Razı olsun,istikametten ayırmasın, hayırlı, sağlıklı ömürler versin...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı