"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Diyarbakır’dan Bir Portre: Ali Uçar

Rüstem GARZANLI
12 Nisan 2015, Pazar
Ali Uçar: “Risale-i Nur Kur’ân’ın malıdır, ekmek ve suya ne kadar ihtiyaç varsa; Risale-i Nur’un okunmasına da o kadar ihtiyaç vardır. Kardeşlerimiz, zamanlarını boşa harcamasınlar. Risale-i Nur eserlerini okusunlar, okusunlar, okusunlar!" diyorum.

Ali Uçar, 1932 yılında Diyarbakır/ Eğil kazasında doğmuş, ilkokul mezunudur. Maddî imkânsızlıktan dolayı okuyamamıştır. Askere gidinceye kadar çiftçilikle uğraşmış, askerlik dönüşünden sonra, 1955 yılında Diyarbakır Askerî Hastanesinde hasta bakıcı olarak çalışmaya başlamıştır. İş ahlâkı ve dürüst çalışması, amirleri tarafından takdir edilerek, kısa bir zamanda Askerî hemşireliğe terfi eden Ali Uçar evli, yedi erkek, beş kız toplam 12 çocuk babasıdır.

Ali Uçar, l960 yılında Risale-i Nur hizmeti ile tanışmış. Yeni Asya Gazetesinin meslek ve meşrebine olan bağlı kalarak, Zübeyr’î çizgiden ayrılmadan bugüne kadar sadakatle devam etmiştir.

1970’li 80’li  yıllarda  anarşi, terör ve ihtilâllerin en sıkıntılı döneminde Ali Uçar, Diyarbakır, Bağlar mahallesinde ikamet ediyordu. Bu mahallede o yıllarda insanlar gündüzleri bile sokağa çıkamazken, Ali Uçar, geceleri kar-kış demeden Diyarbakır’ın en ücra semtlerine gider, Risale-i Nur’un sohbetlerine katılırdı. 

1979 yılında Askerî hastanesinden emekli oldu. Bulunduğu Bağlar mahallesinde sağlık kabini açtı. Pansuman ve sünnetçilikle 20 sene uğraştıktan sonra, artık yaş da ilerleyince sünnetçiliği de bırakır, asıl gaye edindiği Kur’ân ve iman dâvâsına maddî ve mânevî himmetleri ile yetiştirdiği evlâtları ile beraber Risale-i Nur hizmetinde çalışmaya devam eder. 

Son zamanlarda bedenen rahatsız olan bu fedakâr ağabeyimizi Diyarbakır’daki evinde ziyaret etmek üzere telefonla randevu aldım. O sırada fenalaşınca, yanında hazır bulunan İslâmî ahlâk ve terbiye ile yetiştirdiği asilzade evlâtlarından Tahir, Ahmet Bilâl, Yusuf ve Hilâl kardeşlerimiz babalarını hastaneye götürürler. Tetkik ve tedaviden sonra eve dönerken binanın dış kapısında onlarla karşılaştım. Her zamanki hâli, yüzünde tebessüm, gözlerinde âdeta nur saçan muhterem Ali Abimiz, asîl ve vakur bir sedâ ile bana “hoş geldiniz! Sizi beklettik, kusura bakma” dedi. Şarkî Anadolu’nun bu  misafirperver insanı, “buyurun eve gidelim” dedi. Ali Ağabey ile konuşmak, hakkında bir satır yazmak niyetindeydim. Ancak onun fıtratında az konuşmak vardı; lisan-ı hâli, lisan-ı kalinden daha çok şey anlatırdı. 

Hikmet-i İlâhî hasta olmasına rağmen çok tatlı bir muhabbet etmeye başladık. Hastalığı büyük bir nimet görür, şükürle mukabele ederdi. Genelde dâvâ edindiği imânî hizmetlerden konuşuyordu. Bir ara yanında bulunan Yeni Asya Gazetesini kaldırarak “Rüstem kardeş, ben günlük gazetemi okuyorum. Allah razı olsun, yazılarından da istifade ediyorum. Birkaç gün önce bir yazını okuyordum, o sırada ağır bir gribe yakalanmıştım, rahatsız olduğum için tamamen okuyamadım. Daha yeni kendime geldim, inşallah bundan böyle gazeteyi düzenli okuyacağım” dedi.

Bu arada, Ali Ağabey’in muhtereme eşi, ablamız Havva Hanımefendi, yoğun gelen misafirlere evin kapısını açık tutuyor, izzet, ikram ve hoşgörü ile misafirperverliğini icra ediyordu. Cenâb-ı Allah (cc) ebeden ablamızdan razı olsun. 

Evet, “Muhterem Ağabeyim, sebeb-i ziyaretim, gelip duânızı almak bir de müsaade edersen bir iki hatıranı dinlemek istiyorum” dedim.

Ali Ağabey, “kardeşim ben unutuyorum, ne söyleyeyim” dedi.

“Ağabeyim, elli beş seneden beri Kur’ân hizmetinde bir ömür tükettin, elbette anlatacak, söyleyecek birçok söz ve hatıraların vardır” dedim.

Ali Uçar: “Ben Üstadın talebelerinden Tahir’i Mutlu Ağabey, Zübeyir Ağabey ve daha birçok ağabeyleri görmüşüm, onların sohbetlerinde bulunmuşum. Tabiî o zamanlarda bir araya gelmek zor bir mes’eleydi, hep gizli görüşürdük, sohbetler gizli yapılırdı. Hatta 1980 ihtilâlında bir gece bizim dershanemize baskın yapıldı, sekiz kardeşimizi alıp, sorgusuz sualsiz cezaevine attılar. O gece ben Eğil’e gitmiştim, yoksa beni de götüreceklerdi” şeklinde bir hatıralarını ifade ettiler. 

Bu arada Ali Uçar Ağabeyin Fethiye’de Avukatlık yapan oğlu, Âdem Uçar kardeşimizle bir telefon konuşmamız oldu. Adem kardeşimize de, “babanızla ilgi hatıraların varsa alayım,” dedim. Âdem kardeşimiz babası ile ilgili anlatacak birçok hatırası olmasına rağmen, üç tanesini siz değerli okuyucularla paylaşmam için anlattı.

 Bir tanesi şöyle:

“Babam Askerî Hastanede hastabakıcı kadrosu ile çalışırken, öğlen yemeklerini evden götürür, buzdolabında beklettiği çay ve ekmek ile yerdi. Haftanın 5 günü böylesi bir yemeğe razı olması benim dikkatimi çekmişti. Bir gün yine öğlen vakti yanına uğramış ve çay ekmekten oluşan yemeğine ortak olmuştum. Beni yemekhanede çalışan bir aşçı arkadaşının yanına bir iş için gönderdi. Yemekhaneye gittiğimde koca koca kazanlarda pişmiş bol etli yemekleri gördüm. Her halde baktığımı gördü ki aşçı arkadaşı ısrarla bana onlardan yedirdi. Ve dedi ki, “bu yemekler artan yemeklerdir. Zaten dökülecek. Çekinme bari sen ye.”

Şaşırmıştım. Kazanlardaki yemeklerin yarısı kalmıştı ve bunlar atılacaktı. Fakat bu duruma rağmen babam bunlardan yemiyor evden getirdiği nevaleyi soğuk çay ile yiyiyordu. Döndüğümde sordum. “Zaten dökülüp israf ediliyor, niye orada yemiyorsun, üstelik yemekleri hastalara siz dağıtıyorsunuz,” dedim. 

Dedi ki: ‘Oğlum, devlet bize yemek parasını maaşımızla birlikte veriyor. Parasını aldığımız bir yemeği ayrıca devletten yemeği kendi adıma kabul edemem. Evet biliyorum, dökülüyor, olsun benim boğazıma dökülmesin de.”  

İkinci hatırası da şöyleydi: “Mahallemizde un fabrikasının yanındaki geniş caddede ben babam ve kardeşim Ebubekir yürüyorduk. Yolda bir şey gören kardeşim hemen aldı. Aldığı şey yanlış hatırlamıyorsam doktorların hastaları dinlemede kullandıkları kulaklara takılan âlet gibi bir şeydi. Bizim gibi çocuklar için gerçekten bulunmaz değerde bir oyuncaktı. Biraz sonra babam durumu fark etti. Ve bizi geri çevirip âleti bulduğumuz yere bıraktırdı. Ve dedi ki; ‘size ait olmayan hiçbir şeyi almayın.’ Öylece yere bıraktık ve uzaklaştık. Ancak içimizde kaldı doğrusu. Bu gün ise babamın ne kadar haklı olduğunu hayranlıkla hatırlıyorum. 

Âdem Uçar kardeşim anlatmaya devam ediyor: “Babam bizi zorla derslere götürürdü. Öyle ki ders yerine doğru yürürken sohbete dalsa da üç dört adım geride kalsak, bir sokağa girip kaçıveriyorduk. Tabi sonra dayağını yiyorduk. Bu halin bizde derslere karşı soğukluk oluşturduğu düşüncesindeydim. Bu sebeple yanlıştır diyordum; ben ise çocuklarımda hiç bir zorlama yapmadan ve babamın uygulamasının tersi bir uygulama ile teşvikle çocuklarımı derslere götürdüm en azından götürmeye çalıştım. Belki bazen istemedikleri halde de götürmüşümdür. Yani orta bir yol kullandım diyebilirim. Bu iki usûlden hangisinin doğru olduğu tartışmasında şimdi anlıyorum ki; babamın uygulaması doğru imiş. Çünkü onun çocukları ve ben derslere halen devam ediyoruz. Ancak benim iki çocuğumdaki duruma baktığımda, babamın elde ettiği başarıyı elde edemediğimi görüyorum. Üstelik ben üniversite bitirmiş olmakla bu hususlarda daha bilgili olduğum düşüncesindeyim. 

Sanırım babamın uygulaması bizde bir alışkanlık meydana getirdi ve yanlış yerlerde vakit öldürme alışkanlığının gelişmesine fırsat bırakmadığı için başarılı oldu. Nefsimiz derse gitmekten rahatsız olsa bile bedenimiz, aklımız ve kalbimiz derse gitmeyi netice veriyor.” 

Böylece biri birinden kıymetli, sosyal hayata önemli mesaj bırakan bu hatıraları bizlerle paylaşan Âdem kardeşimize teşekkür ederim. Bu güzel mesajlarından sonra, tekrar Ali Ağabeye dönelim.

Ali Ağabey, halim ve selim biri, zaten eleştiri ve gıybet onun yanında fırsat bulup geçmez, ihlâs ve muhabbet onun dostu ve yol arkadaşıdır. Sünnet-i Seniyyeyi hayatının her safhasında tatbik eden, sâdık bir dâvâ adamıdır Ali Ağabey.

Ali Ağabey’in hüsnü cemâlinden ve tatlı kelâmından yansıyan muhabbet ve sohbette haz duymamak, zevk almamak mümkün değildir. Onun için o konuşurken sözlerini kesmek istemezdim, rahatsız olduğu için ziyareti kısa keseyim diye, bir fasıla araya girdim. “Ali Ağabey, yaklaşık yarım saat oldu, çok kıymetli zaman ve mekânınızı şahsıma ayırdığınız için teşekkür ederim, biliyorum ayrılmamı istemiyorsun, kısmetse başka zaman gelir ağabeyimin hayırlı duâsını alırım. Varsa son bir mesajını alayım” dedim.

Ali Uçar: “Risale-i Nur Kur’ân’ın malıdır, ekmek ve suya ne kadar ihtiyaç varsa; Risale-i Nur’un okunmasına da o kadar ihtiyaç vardır. Kardeşlerimiz, zamanlarını boşa harcamasınlar. Risale-i Nur eserlerini okusunlar, okusunlar, okusunlar!, diyorum.

“Elhamdülillah Risale-i Nur eserleri birçok dillere çevrilmiş, Nur hadimleri dünyanın her yerinde Kur’ân’a ve imân’a hizmet ediyorlar. Cemaati bir çatı altında tutmak artık zordur. Şahs-i mâneviyi muhafaza etmek üzere meşreplere ayrılmalarında  bir hayır vardır, diyorum. Malûmunuz, fitne ve fesat komiteleri de her zaman kardeşlerimizin arasına nifak sokmak istiyorlar. Bu kötü niyetli insanlara imkân vermemek için daima sadâkat, uhuvvet ve muhabbetle hareket edilsin, kimsenin oyuna gelinmesin. Bütün Nur Talebeleri kardeşimdir, onları seviyorum, onlara duâcıyım” şeklinde duâ, dilek ve temennilerde bulunan ağabeyimize, Cenâb-ı Allah’tan âcil şifalar diler, hüsnü hatime nasip etmesini Rabbimden niyaz ediyorum.

Not: Bu görüşme 5.4.2015 günü yapılmıştır.

Okunma Sayısı: 4484
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • hayrettin

    13.4.2015 08:46:10

    Allah Mekanını cennet eylesin

  • Hüseyin İLHAN

    12.4.2015 21:40:09

    Ey alemlerin rabbi olan,malikimiz,mabudumuz,bizleri hizmet-i imaniye ve kur-aniyede tam istihdam eyle.Bu hizmet erlerinden olan muhterem ALİ AĞABEY ve aile efradlarını sağlık,sıhhatle hizmette daim kıl.Uçar ailesinin kazançlarını bol gani gani eyle,bereketle çoğalt,

  • Ahmet Bilal Uçar

    12.4.2015 13:36:21

    Rüstem Garzanlı abiden Allah razı olsun. Emeğine sağlık.Randevu verdiğimiz halde onu elimizde olmayan sebeplerden ötürü beklettiğimiz içinde hakkını helal etsin. (babama yazılanları okudum çok mütesekkir oldu.)

  • Adem Uçar

    12.4.2015 11:40:11

    Bu yazıyı yazan ve neşredilmesin de katkısı olan herkese teşekkür ediyorum. Bir ömrünü Yeni Asya ile geçiren babama bu neşriyat güzel bir jest oldu. Ailemiz adına teşekkür ederim.Rabbim hizmetinizi daim etsin

  • tahir uçar

    12.4.2015 10:56:13

    Babamız 46yildir risale-i nur hizmetinde inşallah sadakatle devam etmekte bize ve tüm akrabalara yol göstermektedir. Tabiki bu konuda Yeni Asya gazetesi ve yayınlarını sürekli takip etmiş ve bizlere okutmustur. Halende hasta haliyle takip etmekte bazanda bize okutup dinlemektedir. Bu konuda yıllardır Yeni Asya hizmetini yürüten emektar abilerimizden Allah razı olsun. Ayrıca yazıyı hazırlamada emeği geçen editör Abdullah Yıldırım ve röportajı yapan Rüstem Garzanli abilerden Allah razı olsun. Rabbim bu yazıyı ve yazıdaki güzellikleri ve okuyanların güzel duyguları ve dualarını babamızın günahlarının affına vesile kılsın inşallah.Amin.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı