Türkiye’nin AB’den kaçışı yalnızca günümüzün meselesi değil. Darbe hükümetleri ile Turgut Özal ve Bülent Ecevit dönemlerinde de kaçırılmıştı. Ecevit’i Brüksel’e merhum Demirel ikna etmişti.
AKP hükümeti bu kaçışını millilik ile kamufle etse de hadiseyi yakından takip edenler, bunun bir proje gereği olduğunu göreceklerdir. AKP’nin kuruluş ve iktidara taşınma misyonunu dikkatle inceleyenler bu projenin BOP ve Arap Baharı gibi tamamen AB’nin dağıtılması veya fonksiyonsuz bırakılması istikametinde bir proje olduğunu göreceklerdir. 11 Eylül ihtilâli günlerinde neocon siyasetçi Rumsfeld’in AB’yle çatıştığı konuşmayı yeniden tahlil ederseniz; hem söz konusu ihtilâlin ve hem de domino etkisiyle planlı bir şekilde meydana gelen hadiselerin, doğrudan AB’yi hedef aldığını anlayacaklardır.
Neoliberallerin dayattığı Kemalist ihtilâlin baskısıyla tam 10 sene insanlar susturularak, mahiyeti milletten kaçırılan “Özal Projesi”nin ardından AKP projesi de başka metotlarla millete yutturulmak isteniyor. Özü Marksist olan neoliberaller bütün tahribatlarını Türk-İslâm senteziyle hazırlanmış bir müsekkin eşliğinde icra ettiler.
DİNİN TESİRİ AZİMDİR...
Siyasal İslâmcıların 1977 İzmir adayı ve daha sonra demokrat Demirel’in müsteşarı Özal’ın özelliği “dindar” olmasıydı. Mehmet Keçeciler’den, Hasan Celal Güzel’e kadar... Bu vitrin olmasaydı neoliberaller Kemalist ihtilâlcilerle mesafe alamazlardı.
2002’de, proje ufak tefek değişikliklerle; daha büyük ve küresel bir güç eşliğinde Erbakan’ın akıncı çocuklarıyla sahneye çıkarıldı. Bu defa dinin rengi, tadı ve kokusu biraz daha koyu ve keskinceydi. 12 Eylül’de komünizm karşıtlığı ve milliyetçilik ağırlıklı macuna, bu kez riziko alınarak “din unsuru” katkısı belirgin hale geldi. Türk milletine, Kemalistlerce dine ve dindarlara yapılmış baskı ve zulümler tedai ettirile ettirile proje tatbikata konuldu: Başörtüsü düşmanlığı, Kürtlerin anadillerine getirilmiş yasaklar, açık alanlarda Kur’ân harflerine yapılan müdahaleler, kamusal alanlardaki dinî sembol imge ve imajlara getirilmiş yasaklar ve Anadolu kökenli dindar çocuklara devlet kapısında getirilen yüksek bariyerler... Uzunca bir zincir halinde devam ettirebileceğimiz ve rejimin Kemalizm adına uyguladığı yasaklara milletin birikmiş tepkisi, burada ateşleyici unsur olarak kullanıldı.
Bu tarihî yaralarımızı, millî tesanüdümüzü bozmadan tedavi edecek demokratik süreçlerin sahibi bir AB’yi istemeyenler elbette dostlarımız olmazlardı. Fakat öyle dessasane ve ince nifaklarla bir proje hazırladılar ki; dini hassasiyetleri kullanılarak hipnoza yatırılmış millet; bunca akıl ve vicdan dışı bir süreci yaşar hale geldi.
KEMALİZM DEVAM EDİYOR
12 Eylül’de olduğu gibi.. M. Kemal’in partisi de zamanla nisbeten demokrasiye kaydığı için Atatürkçü generallerin ateş potasına düşmüştü. Hiçbir milletin hür iradesiyle kabul edemeyeceği bir anayasayı dipçikle millete kabul ettirenlerin hepsi Mahkeme-i Kübra’ya intikal ettikleri halde, onların dâvâsını günümüz hükümeti sırtlanmış durumda, zira o dönemin devrimci hukuku aynen devam ediyor. Millete göstermelik olarak vitrine konulmuş bir-iki sun’î rüşvetin dışında Kemalizmin gerçekleştirdiği bütün devrimler aynen devam ettiğine göre bu proje AKP’yi aşan bir proje olmalıdır.
Bu ince nifaklarla örülmüş dehşetli projenin ülkemize ve milletimize verdiği zararın belki 10 mislini AB’ye vermekte olduğunu da yazmak zorundayız. Zira din ve demokrasi düşmanı ve ahlâksız neocon ve neoliberal ittifakı Türkiye’nin AB’ye destek olması halinde hem Avrupa’da hem ön Asya ve Afrika’da iç savaş ve ekonomik krizlerin olmayacağını çok iyi biliyor.
Hasis menfaatlerini millî devletlerin zararlarında ve coğrafyaların yangınlarında gören Troçkist ve POPPERci felsefelerin mensupları, elbette AB’yi dağıtmaya ve Euro’yu tedavülden kaldırmaya çalışacaklar. Bunun en zayıf halkasının-şimdilik-Türkiye olduğunu da biliyorlar. Bu global devrimcilerin Kemalist devrimcilerle kurdukları ittifakı parçalayacak bir AB’ye Türkiye’nin duyduğu ihtiyaç ortada iken, AKP’nin şu kaçış politikalarının mahiyetini milletimize sabırla anlatmaya devam etmemiz gerekiyor.