"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman’ın rivâyetlere getirdiği asil kriterler

Süleyman KÖSMENE
10 Eylül 2018, Pazartesi
Erkan Bey: “Hiçbir vakit hak ona muhtaç olmayan mübâlağalı tergib ve terhib ile, gıybeti katle müsâvi veya ayakta bevl etmek zinâ derecesinde göstermek veya bir dirhemi tasadduk etmek hacca mukabil tutmak gibi muvâzenesiz sözler, katl ve zinâyı tahfif ve haccın kıymetini tenzil ediyorlar.” (Muhakemât, s. 27) 1 cümlesi ile “Meselâ: “Gıybet katl gibidir.” demek gıybette öyle bir ferd bulunur ki, katl gibi bir zehr-i katilden daha muzırdır.” (Sözler, s. 313) cümlesini nasıl telif edebiliriz?”

Peygamber (asm) Sözünün Nurunu Görmek

Bedîüzzaman Saîd Nursî, İslâmiyet’i tebliğ ve temsil edenlerin mutlak sûrette dengeli, tutarlı, bilgili ve ölçülü hareket etmelerinin vazgeçilmez bir zarûret olduğunu, çünkü İslâmiyet’in ölçü, denge ve bilgi dîni olduğunu; aksi takdirde faturanın dîne çıkarılacağını, bunun da dîne zarar vereceğini her fırsatta vurgular. Ona göre hatipler ve vâizler, bir hakikatı nasılsa öyle ifâde etmelidirler. Hakikati, kendi öz vasfından başka bir takım ilâve vasıflar ve nitelikler yükleyerek, yani mübalâğalı bir söylem kullanarak takdim etmek tahrifattan başka bir şey değildir. Hakikatin mübalâğaya aslâ ihtiyacı yoktur. 

Hadis rivayetleri döneminde bir kısım mübalâğacı râviler veya nakilciler, ya cehillerinden, ya sözlerine rağbeti arttırmak arzûlarından, ya kendilerini bilgili göstermek isteyişlerinden, ya da Müslüman olmazdan önceki mâlûmâtlarının da itibar görmesini istediklerinden; mübalâğa ve mücâzefe karıştırmak sûretiyle, naklettikleri hadislerin ana metinlerine maalesef zarar vermişlerdir. Muhaddisler ve Hadis tenkitçileri de böyle ölçüsüz ve dengesiz rivâyetlerin zayıf veya uydurma olduklarına hükmetmişler, bütününden vazgeçmişlerdir. Böylece bir takım rivâyetler, üzerlerindeki tozuyla berâber günümüze kadar gelmiştir. Biraz dikkat edildiğinde bu tür rivâyetlerin içerisindeki Peygamberimizin  (asm) sözünün ve hikmetinin nûrunu görmek pekâlâ mümkündür. 

Hadisi Uydurmalardan Arındırmak

Buna açık bir misal olarak Bedîüzzaman, şakk-ı kamer mu’cizesine sonradan yapılan ilâveyi gösterir. Şöyle ki: Peygamber Efendimiz’in (asm) bir parmak işâretiyle ay’ı ikiye bölmesi; şüpheye mahal vermeyen, mütevâtir, parlak ve yüksek bir mu’cizedir. Bu mu’cizeye mücâzefe meyli ile, yani sözüne rağbeti arttırmak ve dikkat toplamak meyli ile sonradan yapılan; “ay’ın bölündükten sonra yeryüzüne indiği ve Hazret-i Peygamber’in (asm) cebine girip çıktığı ilâvesi düpedüz bir yalandır, bir uydurmadır, bir düzmecedir. Bu düzmece ilâve o güneş gibi aydınlık, Sühâ yıldızı gibi gizli ve ay gibi parlak Peygamberlik delilini perdelediği gibi, münkirlerin inkârlarına da kapı açmıştır.”  İşte, gıybeti katle eşit gören rivâyet de böyle bir mücâzefenin kurbanı olmuştur.

Bedîüzzaman Hazretleri’nin Muhâkemât’taki eleştirisi -hâşâ- hadisin kendisine değil; hadisi mânâ olarak rivâyet ederken, lâfızda muvâzeneyi kaybeden, ölçüsüz sözlerini veya zanlarını da hadis metni içinde zikreden rivayetçileredir. Çünkü hadislerin ve dînin yanlış anlaşılmasına sebep olmuşlardır. 

Nitekim Said Nursî Hazretleri, Yirmi Dördüncü Söz’de “On İki Asıl” ile hadis rivâyetlerinin nasıl yorumlanması gerektiğini, rivâyetlerden gelen bazı yanlışlıkların sebeplerini, hadîse söz ilâve etmenin vebâlini, bedelini, bu tahrifatın açtığı vahim yaraları ve bu ilâvelerden hadisleri ayıklama yollarını gösteriyor. 

Rivayetlerdeki Hakikat Payını Görmek

Meselâ Üçüncü Asıl’da Sahabe zamanında benî İsrâil ve Nasâra ulemâsından Müslüman olanların eski mâlûmâtını da İslâmiyet’e taşıdıklarını, bazı tutarsız hikâyeleri eski bilgilerine dayanarak rivâyet ettiklerini, bunun da zamanla İslâmiyet’in malı zannedildiğini kaydeder.

Yedinci Asıl’da pek çok teşbih ve temsillerin zamanla ilmin elinden cehlin eline geçtikçe mânâlarının da yanlış anlaşıldığını kaydeder. 

 Onuncu Asıl’da ise, her beşerî fiilde ve amelde hârika bir fert bulunduğunu, fakat gizlendiğini; bunun, benzer fiillere numune teşkil ettiğini beyan eder. Bu çerçeveden bakıldığında “Gıybet, katl gibidir.” Rivâyetinde bir hakikat payı vardır ve bu pay Peygamber Efendimiz’e (asm) aittir. Fakat bu hadisteki muvâzene, rivâyet esnasında bozulmuştur. Bu hadisin doğru mânâsı: “Gıybette, katl gibi bir zehr-i kâtilden daha muzır bir fert vardır.” şeklindedir ki; bu, gıybetin en aşağı derecesidir.2

 Dipnotlar:

1- Muhâkemât, s. 27, 28.  2- Sözler, s. 313.

Okunma Sayısı: 3314
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı