İslâm’da kadın konusu sefih sömürgeci Avrupa medeniyetinin Kur’ân’ın hükümlerine hücumları esnasında kullandığı vasıtalardan biridir.
“İslâm kadını kafesler arkasına itiyor” fikri Tanzimat sonrası fikir dünyasında yer etmiş, pozitivist Osmanlı aydınlarının da savunduğu tezlerden biri olmuştur. (Pozitivizm: Gerçeğin deney ve gözlemle elde edilebileceğini savunan felsefî görüş.)
Osmanlının “hasta adam” olarak içten ve dıştan sömürüldüğü hareketlere hız veren, Ceza Kanunu’nun bile Fransız Ceza Kanunu’ndan örnek alınarak hazırlandığı Tanzimat Dönemindeki yenilikler ülkemizdeki Batılılaşma macerasının “çekirdeğini” oluşturmaktadır.
Kadın hürriyeti tartışmalarında bu tarihi arka plânı görmezden gelmek mümkün değildir.
OSMANLI AYDINLARI KADINI TARTIŞIYOR
Namık Kemal, Mehmet Âkif Ersoy, İsmail Hakkı İzmirli, Mahmut Esat, Ahmet Mithat Efendi gibi mütefekkirlerin eserlerinde pozitivist görüşlere karşı Kur’ân’ın hükümlerinin hak ve hakikat olduğunu müdafaa eden tesbitlerini sıklıkla okumak mümkündür.
Sözgelimi Mahmut Esat, Eşref Edip’in çıkardığı Sebilürreşad’da 1914 Ocak ayında yayınlanan “Tesettür-ü Nisvan Meselesi Hakkında Son Söz” başlıklı makalesinde “İlân-ı meşrûtiyetten beri kadın meselesi, güya tesettür meselesinden ibaretmiş gibi sürekli bu mesele ile iştigal edilmesinden herkese artık usanç geldiğini” ifade eder. “ Şaşarım! Erkekleri bile henüz hür olmayan bir memlekette kadınlara hürriyet vermekten bahsediliyor... Siz erkek-kadın herkesi Allah’ın emri ve Resulünün (asm) sünneti üzerine talim ve terbiye ediniz, onlar şeriatın kendilerine bahşettiği hukuku öğrenir ve kullanırlar” der. (Köprü dergisi, Güz–2003.)
SAİD HALİM PAŞA
Kadın hürriyeti konusundaki tartışmalara katılan bir diğer isim mütefekkir ve devlet adamı Said Halim Paşa’dır (1863-1921). (Sait Halim Paşa, Bediüzzaman Hazretleri’nin ilk baskısı 1329 yılında yapılan “Toplumsal Çözülme” isimli eserinde kadın hürriyeti konusunda gerçekçi bir tesbitte bulunur: “Toplumumuzda erkek ile kadın arasında özgürlükler bakımından varolan eşitsizlik kadının zararına olarak ve nedensiz yere ortaya çıkmış bir zorbalık ürünü değildir. Söz konusu eşitsizlik, toplumumuzda erkek ile kadının yükümlü oldukları görevlerin farklılığını simgeleyen doğal bir sonuçtur. Bu farklılık da toplumsal sınıfların gereklerine göre sürekli değişmektedir” der. Paşa yüksek sınıflara doğru gittikçe kadınların hiç çalışmadıkları kibar ortamlarda bu farklılığın iyice arttığına dikkat çekerek, “Toplumsal yapımızın bu niteliği bakımından erkeklerin özgürlüğüne eşit bir özgürlük gereksinimi içindeyse, bunu zavallı köylü kadınına özgürlük kazandıran hakka benzer bir hakla, doğal bir biçimde elde etmelidir” der.
Said Halim Paşa’nın eserinde belirttiği gibi “zengin aylakları”n kafa yorduğu bir akımdı kadın hürriyeti hareketi. Osmanlının son dönemlerinde geçim sıkıntısı çekmeyen üst sınıf kadınların boş vakitlerini doldurma faaliyeti gibi atılmıştı ortaya. Ayrıca Batıcı çıkar çevreleri demek olan Osmanlıdaki büyük sermaye grupları da “asrî”leşmek adına kadın hürriyeti hareketlerini destekliyorlardı. Kurulan dernekler, çıkarılan gazete ve dergiler aynı çevrelerin faaliyetleriydi. Köylü kadın, tarlada koşup çabalarken belki hürriyet üzerine düşünecek vakit bile bulamazken, İstanbul’un elit tabakası güya kadın haklarını savunuyorlardı.
Yazar Münevver Ayaşlı’nın, ilk Türk profesyonel kadın seramik sanatçısı Füreya Koral’ın, Tiyatro sanatçısı Vasfi Rıza Zobu’nun İstanbul’un kalburüstü ailelerinin hayatlarını anlattıkları hatıraları ilginçtir. Said Halim Paşa’nın tesbitlerini doğrular niteliktedir.
HÜLÂSA
Bugün yaşanan her türlü kadın aile problemlerinin kökü İslâmın özünden uzaklaşılan tarihtedir. Çözüm ise aslî kaynaklarımızda yani, Kur’ân ve Peygamberimizin (asm) tavsiyelerindedir.