Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

İnşallah komutanlarda ‘Toroğlu kompleksi’ olmaz

Bir: “Terörle kararlı mücadele etmek” ile “demokrat olmak” birbirine zıt kavramlar değil. Devleti, terör örgütünden ayıran da bu zaten; çağdaş devlet, kendini koruyabilecek reflekse sahip ve demokrat bir yapı olmak zorundadır.

İki:

Tarihe bakıldığında, Toroğlu’nun söylediğinin tersine, sorunların kökeninde “Kodum mu oturturum” zihniyetini de bulmak mümkündür. PKK’nın, 12 Eylül’de Diyarbakır’ın fosseptik çukurlarında doğduğu unutulmamalıdır.

Üç:

“Yumruğu koyma”nın terörü engellemeyip tersine azdırdığını İngilizler İrlanda’da, İspanyollar Bask bölgesinde gördü. Ve tam da Toroğlu’nun eleştirdiği demokratik yöntemlerle bir çözüme ilerliyorlar.

* * *

İlke şudur:

Terörle askeri mücadele en etkin yöntemle sürdürülecek, ama aynı zamanda sorunun iktisadi, siyasi, kültürel kökenlerine de inilecek. Bunca gencin, bu kadar büyük bir öfkeyle dağlara çıkıp askere silah sıkmasının ve bölge halkından destek almasının nedenleri ve çareleri araştırılacak.

Bu yapılırken devlet, erinden genelkurmay başkanına, valisinden başbakanına kadar demokrat olacak. Yargısız infaz yapmayacak, göz korkutmak için provokatif bomba atmayacak, çeteleşmeyecek. Husumet yaratmamaya, halkı kazanmaya çalışacak.

Türkiye’yi uygar dünyadan kovdurmak isteyen diktatörlük heveslilerinin oyununa gelinmeyecek.

* * *

1950’lerin Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun’un demokratik nizam içinde hükümetin emrinde hareket etmesi, 27 Mayıs’ta kendisini Yassıada’ya sürüklemişti. Ondan sonra gelen komutanlar bunun etkisiyle hükümete mesafeli durmak ve genç subayların tepkisine kulak vermek zorunda kalmışlardı.

Bu çekingenlik, siyasi literatüre “Erdelhun kompleksi” diye geçti.

Genç subaylara, en uç fikirlere bile “vatan haini” karalamasıyla ve önyargıyla yaklaşmamayı öğütleyen Org. Hilmi Özkök, bence Genelkurmay makamına, tarihe kazınacak bir imza atmıştır. Dilerim ona yönelik tepkiler, ondan sonrakilerde bir “Toroğlu kompleksi” yaratmaz.

Milliyet, 12.8.2006

Can DÜNDAR

13.08.2006


 

Dünya çapındaki ‘çifte standart’ ve sonuçları

İngiltere’den Amerika’ya kalkan uçaklara yönelik terör planı korkunç... Bu satırlar yazılıncaya kadar çıkan haberler doğru ise, 10 uçakta eşzamanlı olarak bombalar patlatılacaktı. Çoğu, dünyadaki çalkantılarla hiç ilgisi olmayan çocuklu, kadınlı, erkekli yüzlerce insan ölecekti. Bu planı yapanlar ve uygulamasına katılanlar, elbette lanetle anılır.

Tabii, buna hemen şunu ekleyelim:

Lübnan’da, çoğu Ortadoğu’daki çatışmalarla hiç ilgisi olmayan çocuklu, kadınlı, erkekli insanların bombayla öldürülmesi, daha da korkunç. Çünkü onlar, ‘plan’ aşamasındayken önlenememiş. Uygulanmış. Hâlâ da uygulanıyor. Ölenler öldü... Hâlâ ölüyorlar... Onların sorumluları, zaten lanetle anılıyor.

İngiltere’de önlenen saldırılar gibi, Lübnan’daki önlenemeyen saldırıların da hiçbir kabul edilebilir gerekçesi olamaz.

İsrail hükümeti, iki askerinin kaçırılması karşısında başlattığı ölçüsüz saldırıların sonuçlarını “Bize saldırdılar. Biz de kendimizi savunuyoruz” diye haklı göstermeye çalışıyor. Bu kadar büyük bir orantısızlık, ne, ‘hukuk devleti’ olduğunu iddia eden devletlerin ulusal hukukuna sığar, ne de uluslararası hukuka...

***

Tabii, uluslararası hukuktan söz etmek artık komik hale geldi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde alınan kararlar, olaylara göre değil, ‘beş büyük’ler arasında varılabilecek uzlaşmalara göre oluşuyor. O uzlaşmaların metinlerine de, hem ‘veto hakkı’na, hem de öteki ‘dört büyük’ü (İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’i) etkileme gücüne sahip olan Amerika’nın istemediği hiçbir şey giremiyor.

Ama ‘uluslararası hukuk’ işlemese de, ‘uluslararası mantık’ diye bir şey var. Amerika’yı ve en yakın müttefiki İngiltere’yi yönetenler başka türlü düşünse bile, Amerika ve İngiltere dahil, dünyanın çeşitli ülkelerindeki sağduyulu insanlar, İsrail’in öne sürdüğü ‘kendini savunma’ gerekçesini kabul etmiyor. Her yerde yapılan gösterilerle, yayımlanan bildirilerle, bu tavrını ortaya koyuyor.

İyi ki de öyle yapıyor. Çünkü, düz mantık şunu gerektirir:

İsrail’in Lübnan’a karşı bir aydır sürdürdüğü saldırıların ‘meşru’ olduğunu kim kabul ederse, ondan, Amerika’ya kalkacak uçakları vurmak isteyenlerin gerekçesini de kabul etmesi beklenir.

İki gerekçe de birbirine çok benziyor çünkü.

İngiltere’deki olay, henüz soruşturma aşamasındadır. Ama hiç şüphe edilmesin, basına yansıyan ilk bulgular gerçek çıkarsa, o saldırı projesini sahiplenecek olanların diyeceği şey, aşağı yukarı bellidir:

“Bize saldırıyorlar. Biz de kendimizi savunuyoruz.”

Buna karşı ne denilebilir?

Derseniz ki:

“Bu ne biçim savunma? İsrail neresi, Lübnan neresi, İngiltere neresi?.. Hele Amerikan sivil uçaklarına binenlerin günahı ne?..”

Diyebilirler ki:

“İsrail bunu yalnız başına yapmıyor. Amerika ve İngiltere’nin desteğiyle yapıyor. Hem İsrail’e fiili yardım yaptılar, hem de Güvenlik Konseyi’nin ‘ateşkes’ kararını haftalarca önlediler. Yani, İsrail’in fiili müttefikidirler. Biz kendimizi onlara karşı da savunmak durumundayız. ‘Sivillerin günahı ne?’ sorusuna gelince... Lübnan’da ölen yüzlerce çocuk ve kadın ‘sivil’ değil miydi?”

***

Evet, tekrar edelim:

İyi ki, dünyanın çeşitli ülkelerinde İsrail’in Lübnan’a kaşı ölçüsüz saldırısı için öne sürdüğü “Ben kendimi savunuyorum” gerekçesini kabul etmeyen insanlar var.

Bugün hiç olmazsa onlar, çelişkiye düşmeden kınayabilirler Amerikan uçaklarına karşı saldırı planlarını ve onların sorumlularını...

Amerika, İngiltere veya benzeri çizgideki ülkelerin hükümetlerine gelince...

Onların sözcülerinin ve bazı televizyon yorumcularının, o iki olay karşısındaki tavırları, dünya çapındaki ‘çifte standart’lılığın en çarpıcı örnekleridir.

Televizyonlarda, kara mizah gibi izliyoruz:

İngiltere’deki olayın, ne kadar ‘dehşet verici’ olduğunu, ciddi yüz ifadeleriyle anlatıyorlar... Haklılar tabii... Ama insan onların daha iki hafta öncesine kadar, dünya kamuoyundan yükselen ‘ateşkes’ çağrıları karşısındaki tavırlarını da hatırlıyor. Lübnan’da her gün onlarca çocuk, kadın, erkek ölürken, Amerikan hükümetinin “Ateşkes için henüz ortam oluşmamıştır” görüşünü vurguluyorlardı. Yüzlerindeki ifadeler, çok doğal bir durumu belirtir gibi, sakindi.

***

Özetle: 11 Eylül 2001’de Amerika’da yaşanan ikiz kuleler saldırısı gibi, İspanya’daki, İngiltere’deki tren suikastları gibi terör olaylarının hepsini kınamak ve o olaylarda ölenlerin acısını paylaşmak, herkesin insanlık görevi... Bunların tekrarlanmaması için alınan önlemleri desteklemek de...

Ama bu insanlık görevi, Lübnan’daki -birinci ayını doldurduğu halde hâlâ durdurulamayan- saldırılar için de geçerlidir.

Bu tablonun sadece bir tarafını görüp öteki tarafını görmezlikten gelen hükümetler ve onların çizgisini izleyenler, artık akıllarını başlarına almalıdır. Almıyorlarsa, ülkelerindeki sağduyulu insanlar, demokratik haklarını kullanarak, onları buna zorlamalıdır.

Yoksa durum meydanda: İnternational Herald Tribune’ün karikatüründeki gibi, dünyaya her gün yeni yeni terör tohumları ekiliyor. Bir tarafın uçakları, bombaları, füzeleri gelişiyor ama, öteki tarafın ‘intihar komandoları’ var. Sayıları ve uzmanlıkları gibi, karşı tarafa duydukları nefret de giderek artıyor.

Radikal, 12.8.2006

Altan ÖYMEN

13.08.2006


 

Terör, sistemin bir aracıdır

Dünyanın herhangi bir yerinde bir terör gerçekleştirilirse hemen terör örgütlerinin isimleri gündeme taşınır, bunların birisinin esas aktör olduğu konusunda genel bir mutabakat oluşur. Şu anda da İngiltere’de önlenen terör eyleminin El-Kaide’nin eseri olduğu bu analizlerin ortak kanısı haline geliyor.

Bu bakış açısına göre sistem dışı davranan, motifleri çoğunlukla intikam ya da Batı aleyhtarlığı olan terör örgütleriyle dünyanın saygın devletleri karşı karşıyadır ve savaş bunlar arasında cereyan etmektedir. Yıllardır tüm dünyaya kök söktüren El-Kaide’nin izi bulunamamış, çağı değiştiren eylemleri yaptığına inanılan gizli servisler bunlara sızamamış, özellikle dünyayı yönettiği kabul edilen Yahudiler bile bunlarla başa çıkamamıştır. ‘Böbürlenme Padişahım, senden büyük Allah var’ sözünü doğrularcasına dünyanın efendilerini dize getiren, onları tüm dünyada savaşmaya mecbur eden, büyük ABD üniversitelerinden mezun olmamış, eğitimsiz insanların oluşturduğu hayalet örgütler pervasızca eylem yapmaktadır. Ne ulaşılan teknolojik düzey, ne de sistemin kullandığı büyük beyinler bu sıradan insanların sergilediği üstünlükle başa çıkamamaktadır. Teröristin yeni bir tarifi de şöyle yapılabilir: İmkansızı başaranlara terörist denir.

Hayatım boyunca anlatılan terörist hikayelerinden birine bile inanmadım. Bazı kişiler terör eylemleri yapıyordu ve bunları hep birlikte görüyorduk ama bu, sanıldığı gibi, sistem dışındaki sıradan insanların işi değildi. Terör sistemin kullandığı bir araçtı ve teröristin bunu bilip bilmemesinin bir önemi yoktu.

Başkalarının paylaşıp paylaşmadığına bakmadan terörü açıklamak konusunda bir model geliştirdim. Bana göre teröristin eylem yapma hakkı vardı ama iki konuyu onun yapmasına izin veremezdim. Birincisi kim olduğunu tanımlama hakkını elinden alıyordum. Kendisi komünist, faşist, dinci olduğunu söyleyebilirdi ama ben, yaptıklarının sonucuna bakarak, komünistin kapitalizme, faşistin komünizme, dindarın farklı bir amaca hizmet ettiğini söyleyebilirdim. Ne söylediğinin hiçbir anlamı ve önemi yoktu. Yaptıklarının yarattığı sonuca bakarak kim olduğuna karar vermek hakkı bana aitti. 12 Eylül öncesinde de Türkiye’de ne komünist ne de faşist bir tehlike olmadığını, darbeye giden yollara taşlar döşendiğini söylüyordum.

Bu tavrım genel bir yargımdan, olaylara bakış açımdan kaynaklanıyordu. Bana göre bir şeyin gerçek olması için akla uygun olması gerekirdi. Çok kullandığım bir sloganım vardı: ‘Bir şeyi gözümle görsem, kulağımla duysam, elimle dokunsam hatta dilimle tatsam, eğer akla aykırı ise gerçek saymam’ diyordum.

Bu bakış açısı beni olayları açıklamak konusunda farklı bir çizgiye götürüyor ve teröristi sistem dışı bir aktör olmaktan çıkarıp sistemin bir parçası haline getiriyor. Hemen sorular sormaya başlıyorum. ‘Irak’taki direnişçiler neden Şiilere saldırıyor da ABD’nin himaye ettiği, İsrail’le işbirliği içinde olduğuna inanılan Kürtlere dokunmuyor? Neden Irak’ta ölen ABD askerleri çorbanın tuzu düzeyindeyken hep Iraklılara saldırılıyor?’ diyorum. Sorunun cevabını siz verin.

Bu ve benzeri soruları sorup cevap ararsanız çok farklı bir dünyada yaşadığımızı görürsünüz. Üstelik şu sırada sorulacak o kadar çok soru var ki! Mesela geçmişte sizinle paylaştığım bir soruyu hatırlatayım: Öcalan herhangi bir örgütlenmesinin bulunmadığı, devlet himayesinin söz konusu olmadığı hatta hiç tanınmadığı Kenya’ya neden gitti? Siz olsanız gider miydiniz?

Bu açıdan baktığımda İngiltere’deki başarısız denilen terör eyleminin bu şekilde sonuçlanmasının planlandığı yani teşebbüs aşamasında kalmasının öngörüldüğünü düşünüyorum ve eğer teşhisim doğruysa yarım kalmış bir eylem söz konusu değil, aksine tamamlanmış bir operasyon karşısındayız.

Ekonomik açıdan fazla anlamlı bulmadığım borsa ve döviz kurlarına her terör eyleminden sonra mutlaka bakarım ve faydalı ip uçları bulurum.

Star, 12.8.2006

Mahir KAYNAK

13.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004