"Gerçekten" haber verir 23 Kasım 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Zâlim hükümdara karşı çıktıklarında Biz onların (Ashab-ı Kehf'in) kalblerini hakka bağladık da onlar “Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'tır,” dediler.

Kehf Sûresi: 14

23.11.2008


Uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bu dünyada, hususan bu zamanda, hususan musibete düşenlere ve bilhassa Nur şakirtlerindeki dehşetli sıkıntılara ve meyusiyetlere karşı en tesirli çare, birbirine teselli ve ferah vermek ve kuvve-i mâneviyesini takviye etmek ve fedakâr hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır. Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. Madem ben size bütün kuvvetimle itimad edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirahatimi ve haysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle ruhumu da feda etmeye karar verdiğimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz. Hattâ kasemle temin ederim ki, sekiz gündür Nurun iki rüknü zâhirî birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hadisenin, bu sırada benim kalbime verdiği azap cihetiyle, “Eyvah, eyvah! El’aman, el’aman! Yâ Erhamerrâhimîn, medet! Bizi muhafaza eyle. Bizi cin ve insî şeytanların şerrinden kurtar. Kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur” diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryat edip ağladılar.

Ey demir gibi sarsılmaz kardeşlerim, bana yardım ediniz. Meselemiz çok naziktir. Ben sizlere çok güveniyordum ki, bütün vazifelerimi şahs-ı mânevînize bırakmıştım. Siz de, bütün kuvvetinizle benim imdadıma koşmanız lâzım geliyor. Gerçi hadise pek cüz’î ve geçici ve küçük idi. Fakat saatimizin zembereğine ve gözümüzün hadekasına gelen bir saç, bir zerrecik dahi incitir. Ve bu noktada ehemmiyetlidir ki, maddî üç patlak ve mânevî üç müşahedeler tam tamına haber verdiler.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Sobamın ve Feyzi’lerin ve Sabri ve Hüsrev’in iki su bardakları parça parça olması, dehşetli bir musibet geldiğini haber vermiştiler. Evet, bizim en kuvvetli nokta-i istinadımız olan hakikî tesanüt ve birbirinin kusuruna bakmamak ve Hüsrev gibi Nur kahramanlarından—benim yerimde ve Nurun şahs-ı mânevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından—hiçbir cihetle gücenmemek elzemdir. Ben kaç gündür dehşetli bir sıkıntı ve meyusiyet hissettiğimden, “Düşmanlarımız bizi mağlûp edecek bir çare bulmuşlar” diye çok telâş ederdim. Hem sobam, hem hayalî ayn-ı hakikat müşahedem doğru haber vermişler. Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz. Vallahi, bu hadisenin bizim hapse girmemizden daha ziyade Kur’ân ve İmân hizmetimize—hususan bu sırada—zarar vermek ihtimali kavîdir.

Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, s. 428

Lügatçe:

uhuvvet: Kardeşlik.

hadeka: Gözbebeği.

tesanüd: Dayanışma.

nokta-i istinad: Dayanak noktası.

kavî: Kuvvetli.

elzem: Çok lüzumlu.

meyusiyet: Üzüntü.

ayn-ı hakikat: Hakikatin ta kendisi.

Bediuzzaman Said Nursi

23.11.2008


Kehf Sûresi ve bir hadis

Kehf Sûresi, Kur’ân’ın on sekizinci sûresidir. Mekke’de nazil olmuştur. Yüz on âyetten ibarettir.

Sûrenin içerisinde üç önemli olay anlatılmaktadır. Bunlar, “Ashab-ı Kehf” kıssası, Musa (a.s.) ile yardımcısının kıssası, Zülkarneyn kıssası. İsmini de içerisinde anlattığı “Ashab-ı Kehf” kıssasından almaktadır.

Tefsirlerde bu üç kıssa ile ilgili geniş geniş yorumlar yapılmıştır.

Bizim maksadımız, bu yorumları tekrar etmek değildir. Bir hadis-i şerif ışığında farklı bir açıdan değerlendirme yapmaktır.

İbn-i Mace’nin Süneninde geçen uzunca bir hadiste, Peygamberimiz (asm) ashabına âhir zaman olayları hakkında bilgi verirken konu Deccal’a geldiğinde onunla ilgili olarak geniş bilgi verdiğini, kendinden önce hiçbir peygamberin onun hakkında bu kadar geniş bilgi vermediğini ifade ettikten sonra, hadis-i şerifin bir bölümünde “….Sizden kim onu (Deccalı) görürse, aleyhinde Kehf Sûresinin ilk âyetlerini okusun (ki fitnesinden emîn olsun)….”1 buyurmuştur. Yine bu mânâyı destekleyen bir başka hadiste “Kehf Sûresini okuyan, Deccalın fitnesinden korunmuş olur”2 buyurarak, Kehf Sûresindeki önemli hakikatlere dikkat çekmiştir.

İnsanlık tarihinin görüp göreceği en büyük fitne, Deccal fitnesidir. Bu sûrenin Deccal ile ilgisi nedir? Bu sûreyi okuyanlar böyle büyük bir fitneden nasıl kurtulacaklardır?

Kehf Sûresinde anlatılan olaylarla Deccal’ın zamanında meydana gelecek olaylar arasında ne gibi benzerlikler olacak, insanlar ne gibi olumsuz durumlarla karşılaşacaklar, bunlar hakkında da ip uçları bu sûrede anlatılmış olmalıdır.

Hem karşılaşması muhtemel olaylar veya olumsuzluklar, hem de çareleri hakkında bilgiler elde edilecektir.

Kehf Sûresindeki bu önemli hakikatler ve sırlar nelerdir?

Kehf Sûresi, bu büyük fitnenin hangi boyutlara ulaşacağı konusunda insanlığı aydınlatacaktır.

Ancak, bu sûrenin doğru okunması gerekmektedir. Burada şifreli ifadeler vardır. O şifreler çözülmezse doğru sonuçlar elde edilmeyecektir.

Böyle büyük bir fitneden kaçınmak bu kadar basit bir muâmele ile olacaksa bu nasıl büyük bir fitnedir?

Bu sûreyi açıp okumak çok kolay bir iştir. Böyle büyük bir fitneden kurtuluş nasıl bu kadar basit olabilir?

Hadiste geçen “okumak” tabirinden maksat nedir?

Sûrenin ilk sekiz âyetinde iman esaslarının üç temel rüknü olan “Allah’ın varlığına ve birliğine, peygamberlere ve âhirete iman” konuları üzerinde durulmaktadır. İmanın bu üç rüknü, iman esaslarının temel taşlarıdır. Bunlara “aslü’l-usül” denmektedir. İmanın diğer üç şartı bunların içinde vardır. Allah’a inanmadan onun göndereceği kitaba, onun çizeceği kader programına, onun meleklerine inanma imkânı elbette yoktur.

Yine sûrenin baş kısmında “Ashab-ı Kehf”in zulme boyun eğmeyip dağda bir mağaraya çekilerek o çileli hayatı göze alabilmesi, zulme karşı direnmesi önemli bir gösterge olacaktır.

Deccal ile bunların ne bağlantısı olabilir?

Ashab-ı Kehf’in zamanında neler olmuş, bunları gözden geçirdikten sonra benzerlerinin Deccalın zamanında meydana geleceğine dair ipuçları verecektir.

Aklî ve fikrî hiçbir temele dayanmayan, “Allah çocuk edindi”3 diyerek tevhid ve nübüvveti bozan ve yozlaştıran Yahudi ve Hıristiyan’ların sergiledikleri bu istikamet çizgisi dışındaki tutumları, çürümenin başlangıcı olmuştur. Çürüme bir yerden başlarsa onun devamına engel olma imkânı yoktur. İncil ve Tevrat’ı değiştirip onlardaki tevhide dayalı iman esaslarını bozanlar, çürümenin temelini atmış olmaktadırlar.

Ashab-ı Kehf ne yapmıştı? Kısaca bunu hatırlamakta yarar var.

Rivayete göre, Rum krallarından Dekyanus putlara tapıyor, putlara inanmayanları da öldürtüyordu. Ashab-ı Kehf’in yaşadığı Dekinus’a geldi. Gelir gelmez inananların takip edilmesini istedi. İnananlar şuraya buraya kaçıp saklandılar. Şehrin zabıtaları tarafından yakalananlar kralın huzuruna getirilip ya Allah’ı inkâr edip putlara tapmaları isteniyor veya öldürülüyorlardı. Bu iki şıkkın birisini tercihten başka hakları yoktu.

Bu durumu gören, bir görüşe göre soyluların çocuklarından oluşan birkaç genç bir araya geldiler. Bir hücrede ibadet etmeye başladılar. Bu zulmün, bu baskının ortadan kalkması için duâ edip, Allah’a yalvarıyorlardı. Krala bunları ihbar ettiler. Kral onları yakalatıp huzuruna getirtti. Ölüm ve puta tapmak arasında bir tercih yapmalarını istedi. Onlar da, bizim bir ilâhımız var. Yerlerin ve göklerin hâkimi odur. Biz ondan başkasına ibadet etmeyiz dediler. Senin teklifini de sonsuza kadar kabul etmeyeceğiz dediler.

Kral Ninova’ya gidiyordu. Dönünceye kadar onlara mühlet verdi. Kralın ayrılmasından sonra bir müddet daha şehirde kalıp kralın geleceğine yakın her birisi evlerinden bir şeyler aldılar, bir kısmını sadaka olarak verdiler, bir kısmını da azık olarak yanlarına alıp dağda bir mağaraya sığındılar. Orada Allah’a ibadetle vakitlerini geçirmeye başladılar. Bu belâların ortadan kalkması için duâ ediyorlardı.

Şehirle irtibatı içlerinden Yemliha sağlıyordu. Her gün bir miskin kılığında şehre iniyor, hem bir miktar azık alıyor, hem de haber toplayıp geri mağaraya dönüyordu.

Bir gün şehre indiğinde, kralın geri döndüğünü, babalarını çağırdığını, babaları ise çocuklarının kendilerini dinlemediğini, mallarını da alarak dağda bir mağaraya kaçtıklarını söylemişlerdi.

Bu duruma çok üzülmüşlerdi. Ağlaşarak Allah’a yalvardılar.

Allah onları o mağarada uyuttu.

Beri tarafta Dekyanus sonucu bekliyordu. Onların durumunu öğrenince mağaranın kapısını ördürüp orada öylece kalmalarını, mağaranın onlara kabir olmasını istedi.

Kralın yanında bulunan ve imanını gizleyen iki kişi daha vardı. Bu iki inançlı insan, onların isimlerini ve neseplerini iki kurşun levhaya yazıp mağaranın içine koymaya karar verdiler ve öyle yaptılar.

Bu yiğitler, Allah’tan başka ilâh kabul etmiyorlar ve resûlü İsa’ya (a.s.) inanıyorlardı. Onlar ölümü göze alıp imanı ve hürriyeti seçmişlerdi.

Kralın yaptığı baskı ve zulümdü.

İnançları yok etmekti.

İnanma hakkı doğuştan gelen temel bir hak olduğu halde kral bunu reddediyordu.

Sözün burasından Deccal’ın yapacağı işlere dönecek olursak, o da zulüm ve baskı yapacaktır. İnançlara ve onların sembollerine hücum edecektir. Temel hak ve hürriyetleri yaşama fırsatı tanımayacaktır.

Tevhid inancını, Allah’ın birliğine olan inancı yıkmaya çalışacaktır. Bin yıldır birikmiş olan İslâmiyet aleyhine olabilecek soru ve sorunları bir çırpıda insanlığın önüne koyacak, insanların akıl ve zihinlerinde şüphe ve vesvese sebebi olabilecek şeyleri gündeme getirecek, akıllarında soru işaretleri oluşmasına çalışacaktır.

Bütün dinlere karşı olduğu gibi özellikle de İslâm’ın tevhid inancını var gücü ile yıkmaya çalışacaktır. “Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, Ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir.”4

Yine, Peygamberimizin (a.s.m.) peygamberliğini inkâr edecek ve onun getirdiği mukaddesâta karşı savaş açacaktır. “Nifak perdesi altında risâlet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr edecek, …” nifak ehlinin başına geçerek Peygamberimizi ve onun tebliğ ettiği İslâmiyeti tahribe çalışacaktır.5

Deccal, bir zulüm âbidesi olacaktır. Dinden soyutladığı fikirlerini kabul ettirmek için her türlü yolu deneyecektir. İyi kötü bütün yolları deneyecektir. Her türlü zorbalığı denemekten geri kalmayacaktır. Kendini kabul ettirmek için her yolu mubah sayacaktır.

İnkârı için uğraşacağı ikinci önemli bir konu ahiret inancı olacaktır. Ölümü öldürmeden, kabir kapısını kapatmadan kendisinin veya hükümetinin kutsallığını ilân edip kabul ettirmek mümkün olmayacaktır.

İslâm, delile dayalı bir din olduğu için onu bozma gayreti içinde olurken de kendince delile dayanma çabası içinde olacaktır. Kötü âlimler bu konuda en büyük yardımcısı olacaktır. Bunun için tutunabileceği tek dal pozitivizmdir. Pozitivizmi inkârına basamak yapma gayreti içinde olacaktır.

Sûrede Deccaldan nasıl korunması gerektiği de anlatılmaktadır.

Deccal’dan korunmanın ilk ve temel şartı sağlam bir iman bilgisi olacaktır. İşte Kehf Sûresinde ilk olarak buna dikkat çekilmektedir. Allah, ahiret ve peygamberler hakkında sağlam ve sağlıklı bilgi ve inanca sahip olanlar onun fitnesinden emin olacaklardır.

Haşir Risâlesinin yazılması bu yolda önemli bir kilometre taşıdır. Yayların kırıldığı, maddî kılıçların kınına girdiği bir dönemde “bürhan” denilen sarsılmaz kılıcın sıyrılmasıdır o risâle. Deccallığın dizine vurulmuş en büyük darbedir. Dizinde açtığı yara bir daha iyileşmemiştir. Onun fiyakasını bozmuş, dengesini alt üst etmiştir. Haşir Risâlesinde ispatı yapılan meseleleri yok saydıracak güçlü bir delile henüz ulaşamamıştır. Kıyamete kadar da ulaşması imkân dahilinde gözükmemektedir.

Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.) imandaki bu sebata dikkat çekmekte ve şöyle demektedir. “..eğer deccal ben sizin aranızda iken çıkarsa, sizin adınıza ben ona galip gelirim. Şayet ben aranızda yokken çıkarsa, herkes kendi başının çaresine baksın… Ey Allah’ın kulları ona karşı direnip sebat edin.”6

Burada iki şey öne çıkmaktadır:

Birisi, herkes kendi başının çaresine bakacak. Başkasının tembelliği ve özrü kimse için bir senet ve tutunacak dal olmayacak. “Mecburdum” mazeretine sığınmak yeterli olmayacaktır. İnananların, hakkın yanında ve ona taraf olma zorunluluğu var olduğunu ifade etmektedir.

İkincisi de, direnip sebat etme. İşte, Ashab-ı Kehf bunun için örnek gösterilmektedir. Onların o şanlı direnişini örnek alıp sebat etmenin nasıl olması gerektiğine bir numune olarak sunulmaktadır.

Sadece Kehf Sûresinin metnini okumak değildir burada istenen, o metinde ifade edilen hakikatlerin kalp huzuru ile benimsenip yaşanmasıdır. O zaman bu sûre kurtarıcı olacaktır.

İşte Kehf Sûresinin baş kısmının okunması böyle olacaktı. Onların hayat tarzının, bir hayat biçimi olarak benimsenip yaşanması istenmektedir. Ashab-ı Kehfin, önce şehirde evlere saklanıp sonra ise, şehirden kaçıp dağda bir mağaraya sığınması da dikkat çekicidir. Benzer şeyleri Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ümmetinden deccalın zamanına yetişenler için tavsiye etmektedir: “Evinizden çıkıp fitneye bulaşmayın”7 diye onlara öğüt vermektedir. Evlerin köşeleri, köy ve kasabalar, dağ etekleri nispeten daha emin mekânlar olarak göze çarpacaktır.

Deccal da Dekyanus’a benzer zorbalıklar ve zulümler yapacaktır. Zulümde ve ondan kurtuluş çarelerinde benzerliklerin olacağından bahsedilmektedir.

O dönemde yaşayan Müslümanların da böyle şanlı bir direniş göstermeleri istenmektedir. Deccalın zulmüne karşı imanın safında yer almak, sebat edip zulme boyun eğmemek, hakkın hatırını yüce tutup hakta sebata devam etmenin altı çizilmektedir.

Kehf Sûresinin bu şekilde okunması istenmektedir. Peygamberimiz (asm), “Ey Allah’ın kulları! Direnip sebat edin” derken böyle bir sebatı tavsiye etmektedir.

“Ey Allah’ın Resulü! O zamana yetişirsek ne yapalım?” diye soran sahabilerine: “Meryem oğlu İsa’nın (a.s.) arkadaşlarının yaptıkları gibi sabır ve tahammül edersiniz. Onlar testere ve bıçaklarla biçildiler, ağaçlara konulup çarmıha gerildiler. Hayatım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah’a itaat ederek ölmek, Allah’a isyan halinde yaşamaktan daha hayırlıdır”8 demek sureti ile zulmün boyutlarını ve ona karşı hakta sebatın nerelere kadar uzanabileceğini anlatıyordu.

Dipnotlar:

1- Sünen-i İbni Mace, Fiten, 36;

2- Ebu Davud, Melahim, 14

3- El-Kehf, 18/4

4- Nursî, Bediüzzaman, Mektubat, s. 60

5- Nursî, Bediüzzaman, Mektubat, s. 60

6- Müslim, Fiten, 20

7- Tirmizi, Fiten: 30 (2196)

8- Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahirzamanın Alâmetleri, s. 380

ALİ SARIKAYA

23.11.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır