"Gerçekten" haber verir 03 Ocak 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Demokrasi sorunu

CUMHURİYET 85 yaşında, bunun 27 yılında Tek Parti rejimi var. Demokrasiye geçtikten sonraki 58 yılda ise, toplam 16 yıl sıkıyönetim, 15 yıl OHAL altında yaşadık; toplam 31 yıl normal dışı rejimler!

Bu vahim bilanço, müthiş bir istikrarsızlık tablosudur. Bu yönüyle Fransa’nın yüz yıllık çalkantılı tarihini Anadolu’da tekrarlıyoruz adeta!

Niye böyle? Böyle, çünkü siyasi kültürümüz çatışmacı nitelikte, farklılıklarımız birbiriyle çatışıyor! Devletin bir bıçak darbesiyle kesip atmak için müdahale etmesi, bırakın çözümü, çatışmaların büsbütün derinleşmesine sebep oluyor.

Ama Hindistan’da bin tane din, ırk ve dil var; büyük kavgalar da darbeler de olmuyor.

İşte sorun burada: Hindistan’dan daha fazla birleşmiş bir toplum olduğumuz halde, neden kavga ediyoruz? Devlet de niye darbeyi çare sanıyor?

***

SİYASÎ KÜLTÜR

Sanıyorum bunun cevabı, İttihat ve Terakki mirası olan “radikalizm” kültürüdür. Çok ağır bunalımlar döneminde ortaya çıkmış İttihatçı radikalizm ve militanlık, siyasi kültürümüze damgasını vurdu, her birimize kötü örnek oldu.

Müzakere, pazarlık, uzlaşma, şiddetten uzak durma, parlamentonun üstünlüğü, yargının tarafsızlığı gibi demokrasi için zorunlu olan değerler ve gelenekler yerine, bizde “ödün vermemek, sonuna kadar mücadele, kökünü kazımak, kafasını ezmek, devrim kanla yazılır” gibi marazlarla yoğrulmuş çatışmacı bir siyasi kültür hâkim oldu.

Hepimiz “öteki”mize karşı dışlayıcı, radikal, çatışmacı bir tavır takınmayı erdem zannettik! Tarihten gelen farklılıklar keskinleşti, çatıştık! “Ödün vermeden” birbirimizi öldürdük bile!

Devlet ise toplumdaki bu farklılıkların “kökünü kazımak” için idam sehpalarıyla, sıkıyönetimlerle müdahale etti. Ama bu, “radikalizm” marazını beslemekten başka bir şeye yaramadı.

Fransız Raymond Aron’un “devrim geçiren ülkelerin yapısal istikrarsızlığı” teorisi bu sorunumuza ışık tutacak niteliktedir. Yapısal istikrarsızlığımızı aşmak için artık ılımlı, müzakereci, uzlaşmacı bir siyasi kültürün güçlenmesi gerekiyor; bu olmadan sağlıklı demokrasi olmuyor.

***

PARTİLER SORUNU

Demokrasimizdeki ciddi bir hastalık da “partiler sorunu”dur. LaPalombara, Martin Lipset, Giovanni Sartori gibi siyaset bilimciler göstermiştir ki, gelişen toplumlarda geleneksel dini ve etnik farklılıkları siyasi görüşler etrafında birleştirecek büyük kitle partileri güçlü olmazsa, yerel farklılıklar politize olarak çatışmaya yöneliyor.

Türkiye bu siyasi faciayı, Demokrat Parti’nin ve CHP’nin kapatılmasıyla yaşadı!

Büyük ve köklü partiler yok edildiği için, küçük partilerin koalisyonlarında “yönetemeyen demokrasi” sorunlarını yaşadık, yıllarımız boşa gitti!

Köksüz partilerimiz ‘liderin aşireti’ olmaktan öteye geçemiyor. 2009’a girerken:

- Artık çatışmacı ve radikal değil, müzakereci, uzlaşmacı, ılımlı siyasi davranışlar geliştirmeli, şiddeti her şartta reddetmeliyiz.

- Parti kapatma illetinden kurtulmalıyız. İnönü, 1920 ve 30’lardaki parti kapatmaların bile hata olduğunu söylemiştir. Bilhassa bugünkü Türkiye’nin zamanla kurumlaşacak büyük kitle partilerine ihtiyacı vardır. Hem “yöneten demokrasi” için, hem tarihten gelen farklılıklarımızı kitle partilerinde birleştirmek için...

Taha Akyol, Milliyet, 2 Ocak 2009

03.01.2009


Sorumluluk

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 2008’in son saatlerinde İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki saldırılarıyla ilgili olarak Arap Birliği adına Libya tarafından hazırlanan karar tasarısını görüşmek için toplandı. Ne var ki, ABD ve İngiltere’nin engellemeleri sonucu, oylamaya bile geçemeden dağıldı.

Güvenlik Konseyi önümüzdeki günlerde Gazze trajedisini yeniden ele alacak. Ama yapısı değişmiş olarak: Türkiye’nin 2 yıllık geçici üyeliği dün resmen ve fiilen başladı.

Tarihi henüz belli olmayan yeni toplantı için Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Libya, Lübnan, Fas, Katar, Suriye ve Filistin dışişleri bakanları ile Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa da New York’a gidip Güvenlik Konseyi üyeleriyle, bu çerçevede Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Baki İlkin’le görüşecekler. Bu, Türkiye’nin Başbakan Erdoğan ve Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ile bölgede yürüttüğü temasların sonuçlarının New York’ta daha geniş platformda değerlendirilmesi ve Güvenlik Konseyi’nde sonuç verecek bir girişime dönüştürülebilmesi anlamına geliyor. (Dışişleri Bakanı Babacan’ın da Ankara’nın yaklaşımını Arap ülkelerine topluca anlatma imkanı verecek bu fırsatı kaçırmamak için New York randevusunda hazır bulunacağını sanıyoruz.)

Gerçekten de belli başlı aktörlerin Gazze operasyonuna seyirci kalmaları, Türkiye’nin bu insanlık trajedisinde rolünü ve sorumluluğunu artırdı. Haydi, Batı’nın İsrail’i desteklemesi nedeniyle sonuç vermeyecek göz boyayıcı ateşkes çağrılarıyla yetinmesini bir yere kadar kabul edelim. Peki ama Arap yönetimlerinin pasifliğine, suskunluğuna ne demeli.

Öyle bir suskunluk ki bu, “İsrail’in suçuna ortaklık”, yani “İşbirlikçilik” kuşkusuyla başta Mısır olmak üzere birçok Arap ülkesinde yüzbinleri sokağa döktü.

Kitleler pek de haksız sayılmazlar. Çünkü diplomatik çevrelerde yığınla spekülasyon dolaşıyor. Özellikle de İsrail ile Hamas arasındaki resmi arabulucu olan Mısır’la ilgili olarak. Örneğin Hüsnü Mübarek yönetiminin saldırıdan sadece iki gün önce Kahire’yi ziyaret eden İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’ye “Hamas’ı cezalandırabilirsiniz. Ama sivil halka zarar vermeyin” diyerek “Yeşil ışık” yaktığı öne sürülüyor.

***

Refah kapısı niye kapalı?

İddia diye geçiştirilebilir ama Mısır’ı ele veren başka göstergeler de var: Gazzeliler’e bomba ve ölüm yağarken, insani yardımlar için bile tüm çağrılara rağmen Refah sınır kapısını açmaması gibi. Bu konuda İsrail’den bile katı davranıyor. İsrail’in koyduğu ablukayı İsrail’den de sert uyguluyor. O kadar ki, Türkiye’nin gönderdiği ambülanslar ve acil yardım malzemesi İsrail üstünden Gazze’ye ulaştırılabildi. Aynı şekilde Katar’ın gönderdiği üç uçak dolusu ilaç, tıbbi malzeme ve yiyecek de.

Mısır, Gazze sınırındaki kapısını kapalı tutmasını tek gerekçeye dayandırıyor: “Hamas’ı güçlendirmemek!” Ama bu ambargo yüzünden hastanelerde hergün onlarca kişi ölüyor. Tedavi edilemediği için. Ambülanslar çürüyor. Akaryakıt bulunamadığı için. Gazzeli çocukların yüzde 75’i yeterince beslenemiyor. Gıda maddesi getirtilemediği için. Oysa BM verilerine göre 1.5 milyon Gazzeli’nin 1.1 milyonu sadece gıda yardımıyla hayata tutunabiliyor.

Ve Arap ülkeleri uluslararası toplantılarda Filistin için vaat ettikleri veya lütfettikleri bağışları bile yerine getirmekten kaçınıyor... Ve Mısır, “Gazze’nin denetimi El-Fetih’e geçmedikçe Refah kapısını açmam” diyor... Ve Arap ülkeleri de sadece susuyor... 2006’da İsrail’in Lübnan saldırısında Hizbullah denetimindeki kasabalara, mahallelere havadan ölüm yağarken sustukları gibi. Çünkü Hamas ve Hizbullah, “Demokrasinin getirdiği tehdit” olarak görülüyor. O tehditleri ortadan kaldıracak ya da en azından sindirecek -kimden gelirse gelsin- her türlü saldırıya neredeyse alkış tutuluyor. Kitleleri ölüme terk etmek pahasına da olsa. Kitlesel ölümler pahasına da olsa. Hazreti Muhammed’in “Müslümanlar’dan yardım isteyen birinin çığlığını duyup da yardım etmeyen Müslüman değildir” uyarısını unutma pahasına da olsa.

İşte bu vahim tablo, Ankara’nın Gazze’de, Ortadoğu’da, Güvenlik Konseyi’nde sorumluluğunu artırıyor. Türkiye bu sorumluluğun altından ancak vicdanın sesi olarak, mazlumların çığlığını Güvenlik Konseyi’ne taşıyarak kalkabilir...

Erdal Şafak, Sabah, 2 Ocak 2009

03.01.2009


2009 yılı beklentileri

Yılın ilk yazısını yazmak için öğle vakti bilgisayarın başına oturdum. Aklıma nedense o Guatemala atasözü geldi:

Baykuşlar güneşe bakamaz!

Geçen yılı düşünüyorum.

Önümüzdeki yılı düşünüyorum.

AKP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmamış olması bu ülkede demokrasi açısından önemli bir gelişme.

Hukuksal ya da askersel darbelerden medet umma kapısının artık tümüyle kapanması gerekiyor.

Tek çare seçim sandığı olmalı.

Sanıyorum bu yol ite kaka açılıyor.

Erdoğan’a alternatif mi?

AKP güven mi vermiyor?

Baykal’la mı olmuyor?

Baykal’ın CHP’si yükselemiyor mu?

Hem iktidar sorunu, hem muhalefet sorunu mu var bu ülkenin?..

Olabilir.

Ama çözüm olarak, asker içinde 2003-2004’teki gibi ‘darbe tertipleri’ne, Ergenekon’lara bel bağlamak yerine, seçim meydanlarında demokratik yarışlara soyunmaktır, bu ülkede barış ve istikrara açılan yol...

Geçen yılı düşünüyorum.

Ergenekon Davası’nı önemsiyorum.

Demokrasi ve hukuk açısından.

Böyle bir davanın açılabilmiş olması ve hukukun en nihayet bazı paşalara dokunabilmesi, bu ülkede demokratik hukuk devleti konusunda bir dönüm noktası olabilir.

Ancak, dönüm noktası olabilmesi için Ergenekon Davası’nın devamı gelebilecek mi sorusu can alıcı bir soru tabii.

Bu bakımdan, Özden Örnek Paşa günlüklerindeki ‘darbe tertipleri’nden demokrasi ve hukuk adına hesap sorulabilecek mi?.. Siyaset ve TBMM kendi hukukuna sahip çıkabilecek mi?.. Örneğin bunun için kendi içinde bir soruşturma açabilecek mi TBMM?..

Kuşkunuz olmasın:

Darbe tertiplerine ilişkin bu üç soru 2009’da da gündemden hiç düşmeyecek. Bu ülkede demokrasi ve hukuku dert edinenler, bu üç sorunun gündemden düşmesine razı olmayacaklar çünkü...

Bir soru daha:

Herkes herkesin derdini dert ediniyor mu?

Aleviler, türbanlının derdini dert ediniyor mu? Ya da türbanlı, Alevilerin kendi inançlarıyla ilgili sorununa eğiliyor mu? Sünniler Alevilerin, Aleviler Sünnilerin, Sünniler Ermenilerin dertlerini dert edinebiliyorlar mı?

2008’in yanıtları kötü.

Bu yıl düzelebilir mi?

İyimser olamıyorum.

Herkes demokrasiyi daha çok kendine istediği için, demokratik hak ve özgürlükler herkes için ortak bir platform haline gelemiyor. Böyle olunca da, ülkemizde demokrasi ve hukukun kolu kanadı çok daha kolay kırılıyor.

Geçen yılı düşünüyorum.

Başbakan Erdoğan’ın bazı sözleri hiç aklımdan gitmiyor. Hani o “Ya sev ya terk et!” anlamına gelen deyişi... Ya da yılın sonuna doğru ‘Ermeni bildirisi’ nedeniyle söyledikleri...

Bunlar Erdoğan’ın iç dünyasının kuytuluklarından kopup geliyor. Milliyetçi bir damarın sergilenmesi belki de...

Başbakan’ın ağzından böylesine talihsiz sözlerin duyulduğu bir Türkiye’de değişik olanın üstüne yıldırımlar yağdırılması şaşırtıcı değil tabii. Can Dündar’ın yaşadıklarına bakın.

Neredeyse linç ediliyordu ‘Mustafa’ dolayısıyla. Yetinmediler, bir de soruşturma açtılar hakkında...

Ne yazık.

Atatürk’e kim nasıl isterse öyle bakar, eğer özgürlükler düzeni diye bir derdimiz varsa. Bu yüzden kimse linç edilemez, cadı kazanlarına atılamaz.

2009’u düşünüyorum.

Acıdır ama işsizliğin gitgide patlaması yakın ihtimal. ‘Küresel kriz’i biz de yaşamaya başladık, daha da kötüleyerek yaşayacağız anlaşılan...

Ortadoğu kaynamaya başladı.

Tüm sorunların anası olarak görülen Filistin-İsrail sorunu beni unutamazsınız dedi yıl sonunda.

Biz de bu dünyadayız.

Şimdi herkesin yanıtını beklediği bir soru var. ABD Başkanı Barack Obama, boğayı boynuzlarından tutup önünde diz çöktürebilecek mi? Başkan Bush’tan farklı olarak silah ve savaşın değil, diplomasi ve siyasetin gücüyle, tüm oyuncuları barış sürecine sokarak bir ‘yeni dünya’ için tarihi bir yolculuğu başlatabilecek mi 20 Ocak’ta?

Umut bağlıyorum Başkan Obama’ya...

Yeni yılı düşünüyorum.

Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri açısından çok kritik bir yıl. Erdoğan hükümeti yine ipe un serecek mi? Yoksa seçim sonrası bir açılım yapabilir mi?

Bilemiyorum.

Ama şunu rahatça söyleyebilirim:

Türkiye’de AB’ye sırtını dönerek demokrasi olmaz!

TRT’nin Kürtçe kanalına gelince...

Elbette önemsiyorum.

Kürtlerin varlığının devlet tarafından -hangi gerekçeyle olursa olsun- en sonunda kabul edilmiş olması, bu ülkede normalleşme açısından üzerinde durulması gereken olumlu bir nokta. Hükümetin doğru bir adımı en nihayet gerçekleşiyor.

Bu da bir başka yazı konusu...

Hasan Cemal, Milliyet, 2 Ocak 2009

03.01.2009


Türkiye, İsrail’den ne kadar silâh alıyor?

(...)Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Gazze’deki vahşeti durdurmak için aşırı bir çaba sarf edip... Saldırıdan bir kaç gün önce kendisiyle beş saat görüşen İsrail Başbakanı Ehud Olmert’i de saygısızlıkla suçlarken... İsrail basını Gazze katliamından bir gün önce... Türkiye’nin İsrail’le 167 milyon dolarlık silah alım anlaşması imzaladığını yazdı...

Konu, hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’e de sorulmuş... Türkiye’nin silah alımı anlaşmasını tepki olarak iptal edip etmeyeceği sorusuna Cemil Çiçek, İsrail’in Gazze’ye yönelik devam eden saldırıları ile bu konu arasında bir bağlantı kurulmaması gerektiği mealinde bir yanıt vermekle yetinmiş...

* * *

Türkiye, envanterindeki 170 adet Amerikan M60 A1 tanklarının yenilenmesini öngören yaklaşık 1 milyar dolarlık tank anlaşmasını da 2002 yılında, İsrail’in Filistin’e yönelik şiddetli saldırılarının gerçekleştiği bir sırada, bu ülke ile imzalamıştı. Dönemin hükümeti ve TSK’ya karşı tank anlaşmasının yapılmasına yönelik basında yer alan tepkileri de anımsıyorum...

Bunun bir nedeni, tank anlaşmasının, Türkiye’nin çıkarları gözetilmeden imzalandığı iddialarıydı... Diğer neden ise anlaşmanın İsrail’in Filistin’e yönelik, ama Gazze katliamından çok daha sınırlı saldırıları sırasında imzalanmasından kaynaklanmaktaydı...

Son silah alım anlaşması da dáhil Türk-İsrail askeri ilişkilerinin Taraf Gazetesi’nde çok kapsamlı bir analizini yapan Sari İbrahimoğlu, ‘dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, basında tank anlaşmasına yönelik çıkan sert eleştirilere, ‘analarından Yahudi düşmanı olarak doğanlar...’ şeklinde anlamsız bir tepkiyle yanıt verdiğini’ de anımsatmakta... 2004 yılında da Orgeneral Hilmi Özkök, İsrail’i gizlice ziyaret edip, bu ülkeden PKK konusunda istihbarat işbirliğini yoğunlaştırmasını istemiş...

* * *

Beni asıl şaşırtan...

‘Bugüne dönersek eğer, Türk-İsrail askerî ve silah sanayiinde işbirliği, oyun kuralına göre oynandığı sürece yalnızca İsrail’in değil Türkiye’nin de ulusal çıkarlarına hizmet eder nitelikte.

Tabii ki Türkiye, ulusal savunma sanayiini akıllı politikalar ile çoktan ileri düzeye çıkartmış olsaydı İsrail dáhil yabancı ülkelere mevcut durumdaki kadar bağımlı olmazdı. Ama bağımlı’ diyen Lale Sarıibrahimoğlu’nun verdiği rakamlar oldu... Geçen yıl itibariyle Türkiye ve İsrail arasındaki ‘ticaret hacmi’ yaklaşık 2.6 milyar dolarmış...

Peki, ‘Türkiye-İsrail Savunma Sanayi İşbirliği’nin ulaştığı boyut ne? Yorulmayın, hemen söyleyeyim, askeri ilişkinin parasal boyutunun 1.8 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyormuş... Türkiye silah alımları nedeniyle İsrail ile ticaretinde açık veriyormuş...

* * *

Güya... Türkiye Cumhuriyet’i vatandaşıyız... Devletin tüm icraatları bizlerin verdiği vergilerle gerçekleşiyor... Ama biz çok az şeyin farkındayız... Örneğin... Bir kaç gün önce İsrail’le imzalanan silah alım anlaşmasından da... Askeri ilişkilerin ulaştığı boyuttan da benim haberim yoktu... Ben bilmiyordum... Peki, siz biliyor muydunuz?

Mehmet Altan,

Star, 2 Ocak 2009

03.01.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır