"Gerçekten" haber verir 08 Ocak 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Eğitim

ÖSYM’nin kara kutusu çözüldü!

SBS ve ÖSS sınavlarındaki sorunların hazırlanmasında hangi ortak noktalar gözetiliyor diye merak ediyorsanız, aşağıdaki yazıyı okumadan geçmeyin!

Uyarı: Aşağıda Soru Hazırlama Kurulu’nun soru hazırlarken dikkat ettiği noktaları göz önünde bulundurduğunuzda, soruya yaklaşım tarzınızın değiştiğini göreceksiniz. Bu değişikliğin başarınızı arttıracağından emin olabilirsiniz.

•Ölçme ve değerlendirmede, sonuca odaklanan sorular değil, sürece odaklanan sorular ön plandadır.

•Bilginin hatırlanmasından ziyade uygulanmasına, yapılandırılmasına ve öğrencilerin üst düzey becerilerini (analiz, sentez, uygulama) sergilemelerine önem verilir.

•Sorularda yazıya dayalı soyut görevlerden çok, gerçek hayata ilişkin, performansa dayalı görevlere önem verilir.

•Örtülü, belirsiz ölçütlerden ziyade açık ve belirgin ölçütler tercih edilir.

•Eğitimin her aşamasındaki değerleri ölçebilecek nitelikte olur.

•Ölçme ve değerlendirmede tek tip değil çok değişik soru tipleri olmasına önem verilir.

•Sorular, ne kadar öğrenildiğini tesbit etmenin yanı sıra nasıl öğrenildiğini de belirlemeye yönelik olur.

•Sorular, rekabetten çok işbirliği bilinci kazandıracak şekilde seçilir.

•Biliyoruz ki Çoktan Seçmeli (Seçme Gerektiren) Sorular: Sorulan bir sorunun cevabını, verilen cevaplar arasından seçme gerektiren maddelerden oluşan testler çoktan seçmeli, ya da seçme gerektiren testlerdir. Dolayısıyla doğru cevap çoğu zaman maddenin (bize verilen verinin) içinde verilir.

•Test süresinin önemli bir kısmı bize verilen veriyi okumaya ve geri kalan süre doğru cevabı bulmaya ayrılır.

•Puanlaması objektiftir. Her soru puanlama bakımından eşit değer taşır.

•Çok düşük de olsa şansa dayalı başarıyı engellemek mümkün değildir.

•İleri düzeydeki davranışların (Analiz, sentez, uygulama…) ölçülmesi çok zordur.

•Çoktan seçmeli sınavları, uygulaması çok kolaydır.

•Puanlama süresi çok kısadır. (Bir öğrencinin, puanı, yerleştirildiği yer vb…)

•En uzun zaman alanı ise hazırlama süresidir.

•Soru sayısı çok olmak zorundadır. ÖSS’de 185, SBS’de 100 gibi…

•Cevaplama sadece işaretleme ile yapılır (Genç Gelişim).

M. ABDULLAH YILMAZ

08.01.2009


Okul yönetiminde yeni anlayışlar

Eğitim, geleceğimizi oluşturan en önemli süreçtir. Eğitimin de en önemli kurumu okuldur. Okul; toplum için, geleceğimiz için, yeni yetişecek nesillerimiz için stratejik öneme sahiptir. Gelecek nesillerimiz için önemli olan okulun kendisi kadar, işlevi kadar, yönetim biçimi ve yöneticileri de önemlidir. Bugün dünyada gelişmiş toplumlar, eğitimi ve toplumu kalkındıracak olan okulu geliştirmenin çabası içerisindedir. Bu geliştirme çabası içerisinde yöneticilerin donanımı ve yetişmesi de vardır. Okullarımızın sorunsuz olarak faaliyetlerine devam etmesini istiyorsak, yönetim anlayışını ve yöneticilerini iyi yetiştirmemiz gerekir. Okul yöneticilerinin tutum ve davranışları, okulun eğitim niteliğini önemli derecede etkilemektedir. Bütün dünyada okul yöneticileri önemli eğitimlerden geçerek bu göreve gelmektedir. Çünkü günümüz toplumlarındaki okul yöneticilerinin öğretim liderliği niteliğine ve becerisine sahip olması gerekmektedir.

Eğitim sistemimizdeki kurumların yöneticileri, sıradan yapılan atama ve uygulamalarla seçilmekte ve akademik kriterler eğitim yöneticisi seçiminde etken olarak kullanılmamaktadır. Ülkemizde yaklaşık 70 bin okul bulunmasına rağmen bu kurumların yöneticilerinin seçiminde öğretim liderliği aranmamaktadır. Oysa bazı gelişmiş ülkelerde okul yöneticileri seçiminde akademik kriterler göz önünde bulundurulmaktadır. ABD’nin bazı eyaletlerinde doktora ve yüksek lisans yapmayanlar okul müdürü yapılmamaktadır. Bazı ülkelerde ise sadece yöneticilik eğitiminden geçen kişiler okul yöneticisi olarak atanmaktadır.

Ülkemizde okulu, okul müdürü yardımcıları ile birlikte yönetmektedir. Bu durum geçmişten günümüze devam edegelmiştir. Ancak günümüz eğitim yönetimi anlayışında artık bu yöntemden vazgeçilmeli, okullarda demokratik yönetim anlayışına geçilmelidir. Okulu, okul müdürü kurullarla yönetmelidir. Gelişmiş ülkelerin bir kısmında adem-i merkeziyetçi anlayış çerçevesinde okulları kurullar yönetmektedir. Artık okullarla ilgili birtakım kurullar oluşturulmuş ve bu kurullar okulun ihtiyaçlarını karşılayarak, okul yönetimine katkıda bulunmaktadır. Danimarka’da okulu; okul kurulu, öğretmenler kurulu ve öğrenciler kurulu, okul müdürü ile birlikte yönetmektedir. Eğitim sistemimizde de demokratik anlayışa dayalı okul yönetim anlayışı geliştirilmeli, okullar, okul kurulları ile yönetilmelidir. Birtakım altyapı hizmetleri, bu kurullar eliyle yürütülmeli, okul müdürü ve yardımcıları ise öğretim liderliği görevlerini yerine getirmelidirler. Yüksek lisans ve doktora yapmış olanların yönetici olarak atanmalarına öncelik verilmelidir. Lisansüstü öğrenim görmüş öğretmen sayısını arttırmak için de yöneticilerin, üniversitelerle MEB’in işbirliği yaparak, lisansüstü eğitim almaları sağlanmalıdır. Okul yöneticileri inşaat ve altyapı işleri yapmaktan kurtarılmalıdır.

Okulu kurullar yönetirse, okuldaki harcamaların ve ihtiyaçların karşılanma şekli de değişecektir. Dolayısıyla öğretmen, okul müdürü ve müdür yardımcıları öğrenciden para toplama gibi angarya ve eğitimde pedagojik yaklaşıma ters bir uygulamanın içine de girmeyecektir. Okul yönetim kurulları, okulun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla çözümler üretecek, yerel yönetimlerle işbirliği yaparak, giderlerini onlardan karşılayacaktır.

Okul müdürünün asıl görevi, okulun temel işlevleri ile ilgili olmalıdır. Burada sorulması gereken soru, “Okulun temel işlevinin ne olduğudur?” Okulun temel işlevini, ‘öğrenmeyi gerçekleştirme’ olarak ifade edebiliriz. Buna bağlı olarak okul müdürünün de görevi; öğrenme ortamları düzenlemek, öğrenmeyi kolaylaştırmak ve okulda bulunan bütün paydaşlara öğrenme konusunda liderlik etmek olmalıdır. Okulda okul müdürü öğretmenin öğretmeni olmak durumundadır. Ancak her okulun bulunduğu toplum, çevre, öğrenci ve öğretmen profilinin özelliklerine göre okul müdürlerinin göstereceği liderlik davranışları da farklılık gösterebilir.

Okullarda eğitim uzmanlarının ve programcıların yer almaması, okul müdürlerinin bir bakıma eğitim ve öğretimle ilgili konularda uzmanlık rolü üstlenmelerini de zorunlu kılmaktadır. Okul müdürlerinin yapması gerekenlere baktığımızda, onların öğretim lideri olarak iş görmeleri gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple okul müdürü, eğitim vizyonuna sahip, öğrenme ortamlarını oluşturmada uzman, lider özellikleri taşıyan, en az yüksek lisans eğitimi almış, programlardan haberdar, demokratik yönetim anlayışına sahip kişilerden seçilmelidir. Sonuç olarak okullar, okul yönetim kurulları ile yönetilmeli ve okul müdürü de öğretim lideri olmalıdır.

HALİL ETYEMEZ

08.01.2009


Hükümet, UNICEF’in uyarısını dikkate almalı

BİRLEŞMİŞ Milletler’e (BM) bağlı UNICEF tarafından yayımlanan raporda tabiî felâketlerin meydana geldiği Çin, Pakistan, Haiti ve Myanmar’da yıkılan okullar ve buralardaki can kayıplarına ilişkin verilere işaret edilerek, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu deprem ve tabiî afet kuşağında yer alan ülkelere kayıpların önüne geçilmesi için okulların felâketlere dayanacak nitelikte inşa edilmesinin önemi vurgulandı. BM”nin uyarısının dikkate alınarak bir an önce okullarda ve üniversitelerde depreme dayanıklılık tesbit çalışmalarına başlanılarak bir an önce bitirilmesi gerektiğini ifade eden Bağımsız Eğitimciler Sendikası (BES) Genel Başkanı Gürkan Avcı, “Pakistan, Çin ve Haiti depremlerinde yıkılan okul enkazlarının arasında ölen, yaralanan binlerce çocuk, öğrenci manzaralarından sonra UNICEF’in böyle bir rapor yayımlamaya ihtiyaç duyduğunu belirterek, “Bu uyarı deprem kuşağında yer alan Türkiye’yi acilen ciddî tedbirler almaya yöneltmeli. Unutulmamalı ki muhtemel bir deprem, okullarımızı çocuklarımıza mezar haline getirebilir.

Çocuklarımızı muhtemel bir felâkete göz göre göre kurban etmemek için hükümet bir an önce ciddî çalışmalar başlatmalı” dedi. “Yeterli önlemler alınmadığından halen, okul yapım, onarım, güçlendirme ve tadilat ihalelerinde, en düşük kırım veren firmalar ihaleyi alıyor. Bazı firmalar okulların bina güçlendirme çalışmalarını aceleye getiriyor ve bu sebeple binalarda yeterli inceleme yapılamıyor. Bu yüzden Millî Eğitim Bakanlığı”nın, müteahhitlik koşullarını sınırlandırmak, devletin kontrollerini çok sıkı tutmak, ihalelerde en düşük kırım uygulamasına son vermek ve yakın bir zamanda İzmir”deki okul ihalelerinde olduğu gibi şaibeli ihalelere son vererek sağlıklı adımlar atması gerekiyor” şeklinde konuşan Genel Başkan Gürkan Avcı, “Binlerce okulun bulunduğu İstanbul”da henüz 600 civarında okulun depreme karşı güçlendirilmesinin yapılabilmiş olması büyük bir ayıp. Çocuklarımızın gideceği okullarda can güvenlikleri yok. Kaldı ki muhtemel Marmara Depremi, İstanbul’a 18-20 kilometre uzaklıkta olacağı ve bunun etkisinin çok daha fazla olacağı bilim insanları tarafından iddia ediliyor. İstanbul’daki okullarımızın tekrar ve hemen gözden geçirilmesi gerekir” dedi.

17 Ağustos Marmara Depremi”nden gerekli derslerin çıkarılmadığını belirterek yurdun dört bir tarafındaki okulların büyük bir risk altında olduğunu ileri süren Avcı, “Türkiye”de ne yazık ki yapıların hâlâ yüzde 80”i depreme dayanıklı değil” dedi. Yaşanan depremlerde okullar başta olmak üzere genelde kamuya ait binaların hasar gördüğünü, oysa Türkiye’de depreme dayanıklı olmayan, bu sebeple de eğitim-öğretim yapılması büyük sakıncalar oluşturan ve yıkılması gereken çok okul bulunduğunu kaydeden Avcı, “çocuklarımızı olası bir felâkete göz göre göre kurban etmemek için hükümet bir an önce ciddî çalışmalar başlatmalı. Sayın Başbakan milletimizin yeni acılar yaşamasını istemiyorsa 55 bin okulumuzun, 130 üniversitemizin depreme dayanıklılık testlerine tabi tutularak, gerekli tedbirleri derhal almalı” diye konuştu.

08.01.2009


BU “UYGARLIK” OLAMAZ!

MÜSLÜMANLAR binlerce yıldır içinde yaşadıkları kültürlerle, dinlerle, ırklarla ve mezheplerle barışık oldular. Hiç kimseye ikinci sınıf insan muamelesi yapmadılar ve onları dışlamadılar. Hiçbir zaman ırkçılık yapmadılar, insanları aşağılamadılar. Ve tarihin hiçbir döneminde terörist olmadılar. Çünkü bütün bunları başta inandıkları ve taptıkları “Allah” sevmiyor ve yasaklıyordu. Onlar da hiçbir zaman yaratıcılarının emirlerinin dışına çıkmadılar. Ve insanlık dışı eylemlerde bulunmadılar.

Ama ABD’nin, Avrupa’nın ve İsrail’in bu anlamda sicili her zaman bozuktu. İnsanlık tarihinin en akıl almaz işkencelerini icat ettiler. Ve insanları onları yaratan Allah’a rağmen büyük bir isyanla, kinle ve nefretle işkence ettiler ve öldürdüler. Evlerini-barklarını tepelerine yıktılar. Onların ekmeğini, suyunu ve elektriğini ellerinden aldılar. Ve bu gayriinsanî eylemlerini büyük bir nefretle hâlâ devam ettiriyorlar. Biri bir diğerinin yaptığı insanlık dışı uygulamaları-katliâmları hiçbir zaman kınamadı. Sürekli birbirlerini desteklediler.

İnsan hakları, çocuk hakları, hukuk, adalet, demokrasi, özgürlük ve birey gibi kavramları kendi içinde fevkalâde uygulayan bu ülkeler söz konusu Müslüman ülkelerin insanları ve onların çocukları, kadınları, tarlaları, hayvanları ve evleri olunca nedense bu kavramları rafa kaldırıyorlar. Evrensel ölçekteki bu değerler sürekli bu ülkelerin sınırları içinde bir anlam ifade ediyor. Meselâ Türkiyeli başörtülü bir kız için ya da Filistinli Müslüman bir babanın çocuğu için ya da Iraklı, Bosnalı, Çeçenistanlı, Afrikalı, Afganistanlı vs. Müslüman birileri için demokrasinin, birey haklarının, hayat hakkının, çocuk haklarının, hukukun ve ahlâkın nedense hiçbir anlamı ve değeri olmuyor. Yani iş bu noktaya gelince söz konusu Müslüman olunca bütün değerlerini çöpe atıyor bu ülkeler.

Sanki insanları bir tercihe zorluyorlar ya Müslüman (terörist, ilkel, cahil, köylü) olursunuz ya da bizden. Bizden olursanız mesele yok! Ancak Müslüman olarak kalmaya devam ederseniz sizlere yapılan her türlü hukuksuzluk, katliâm, tecavüz, insan hakları ihlâlleri vs. bizi ilgilendirmiyor. Her halde verilen mesaj bu olmalı..

Ancak bunun adı uygarlık olamaz. Bu medenilik değildir. Uygarlık makinelerdeki gelişmelerle ölçülemeyecek kadar insanî, vicdanî ve ahlâkî bir şeydir. Doğruluk/dürüstlüktür, adalettir, barıştır. Bugün dünyada ABD’yi, İsrail’i ve Avrupa’nın birçok ülkelerini geride bırakacak (adına ilkel dedikleri) kabileler bulunmaktadır. Meselâ Seylan Veddahları, Andamanlılar, Brusmanlar, Altın Sahilinde yaşayanlar, Monbuttu’ya bağlı Mege’ler vs. Bu kabileler dürüstlükleriyle biliniyorlar, yalan söylemiyorlar ve aralarında günde iki kez yıkanmayı alışkanlık haline getirenler var. “Roma imparatorluğunun çöküşünden Victoria’nın tahta geçişine kadar geçen uzun sürede yılda bir kez olsun yıkanan bir Avrupalıyı görmek neredeyse imkânsızdı. Brezilya ormanlarında yaşayan kabilelerde birden fazla kadınla evlenmek yasakmış. Zina yasakmış. Afrika Yoruba’ları ve Fiji Adalarında yaşayanlar insanî değerleri fevkalâde uyguluyorlarmış.” (Clive Bell)

Yani şimdi uygar bir toplum derken neye göre değerlendireceksiniz. İnsan öldürmenin, zina yapmanın, hırsızlığın ve tecavüzün büyük günah sayıldığı ve insanlara işkence etmenin yasak olduğu balta girmemiş ormanlarda yaşayan kabileler mi daha uygar? Çocukları Türkiye’de eğitilen uçaklarla bombalayıp paramparça eden yine bu caniler mi? Ya da bütün bu olup bitenleri izleyen ve asla kınamayan Batı ülkeleri mi? Nedir bu uygarlığın ölçüsü…

Sosyal sınıfların çatışarak yani birbirlerini keserek tarihi ilerletmeleri mi? Güçlünün güçsüzü ezmesi mi? Başarmak için alttakinin sürekli çiğnenip geçilmesi mi? Para mı? Teknoloji mi? Nükleer güç mü? Füzeler, tank, tüfek ve toplar mı? Bütün bu silâhlarla masum kadınların ve çocukların öldürülmesi mi? Zenci beyaz ayrımı mı? Başörtülü başörtüsüz ayrımı mı? Sünnî, Şiî, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi ayrımı mı? Nedir Allah aşkına!

Yoksa medenilik, şehirlilik ve adına uygarlık denilen şey her ırkı, rengi, mezhebi ve dini bir tutan insanlık sevgisi mi? İnsanın değerlerini yücelten bir anlayış mı? Bütün farklılıkların bir zenginlik olduğu anlayışıyla yüzyıllardır “kardeşlik” düsturuyla bir arada yaşama kültürü mü? Medine Vesikasında “Yahudilerle Mü’minler bir ümmet teşkil ederler” maddesini koyan Hz. Muhammed’in (a.s.m) engin/zengin derinliği mi? Kuşkusuz içinde insanî değerleri barındıran, adaleti, demokrasiyi fark gözetmeden herkes için arzu eden anlayış medenidir. Şehir kültürü budur. Bizler tarihin en insanî medeniyetini inşa ettik. Çünkü Müslümanların sosyal karakteri buna müsaitti. Doğuda şehirlerimiz rengârenkti. Kimseyi ırkından, renginden, cinsinden ve dininden dolayı dışlamadık, kıyımdan geçirmedik. Herkesle barışık, zengin ve mutlu bir hayat yaşadık. Bağdat’ta, Basra’da, İstanbul’da, Kahire’de, Mekke’de, İspanya’da velhasıl her yerde parlayan şehirlerimiz ve yükselen insanî değerlerimizle, sevgimizle, hoşgörümüzle ve Allah inancımızla mükemmel bir medeniyet inşa ettik. Hızla kardeşleştik, melezleştik ve aile olduk.

Ama bugün bize yutturulmaya çalışılan uygarlık bu değil. İsrail’in, ABD’nin ve sesi çıkmayan Avrupa’nın yaptıkları medenilik değil. İnsanî değil. Güçlünün güçsüzü ezdiği, zayıfın hakkını alamadığı, her gün çocukların öldürüldüğü, içinde her türlü gayriinsanîliğin barındığı bu savaşçı/çatışmacı anlayışı kimse bize uygarlık diye yutturamaz. İnsan hakları, çocuk hakları her insan ve çocuk için uygulanmalıdır. Çocuğun kimliği, Müslüman bir babadan olup olmadığı sorun edilmemelidir. Bugün Gazze’de yaşanılanlar Batının bu anlayışını bir kez daha gözler önüne sermesi açısından çok önemlidir. ABD dâhil birçok Avrupa ülkesinde İsrail’i protesto eden bu vahşeti kınayan halkların olduğunu da ayrıca belirtmekte fayda vardır. Sözümüz insanlığı aşağılayan, değerleri ayaklar altına alan, rejimlere, yöneticilere, liderlere ve insan kitlelerinedir.

UFUK COŞKUN

08.01.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır