07 Ağustos 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

İman edip güzel işler yapanları Biz elbette salihler arasına katacağız.

Ankebut Sûresi: 9

07.08.2009


Ölüm, hayat vazifesinden bir terhistir

İkinci Suâl: Furkanı Hakîmde, “Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da yaratan Odur.” (Mülk Sûresi, 67:2.) gibi âyetlerde, “Mevt dahi hayat gibi mahlûktur; hem bir nimettir” diye ifham ediliyor. Halbuki, zâhiren mevt inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdimü’llezzâttır. Nasıl mahlûk ve nimet olabilir?

Elcevap: Birinci sualin cevabının âhirinde denildiği gibi, mevt, vazifei hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdili mekândır, bir tahvili vücuttur, hayatı bâkiyeye bir dâvettir, bir mebdedir, bir hayatı bâkiyenin mukaddimesidir. Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdirle, bir hikmet ve tedbirledir. Çünkü, en basit tabaka-i hayat olan hayatı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eseri san’at olduğunu gösteriyor. Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyevîye ve mizanlı bir imtizâcâtı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülâtı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır; belki aynı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır.

Hem zîhayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayatı insanîyeye çıkmalarına menşe olduğundan, o mevt onların hayatından daha muntazam ve mahlûk denilir.

İşte, en ednâ tabaka-i hayat olan hayatı nebâtiyenin mevti böyle mahlûk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayatı insaniyenin başına gelen mevt, elbette, yeraltına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yeraltına giren bir insan da âlemi berzahta elbette bir hayatı bâkiye sümbülü verecektir.

Amma mevt nimet olduğunun ciheti ise, çok vücuhundan dört veçhine işaret ederiz.

Birincisi: Ağırlaşmış olan vazife-i hayattan ve tekâlifi hayatiyeden âzâd edip, yüzde doksan dokuz ahbabına kavuşmak için âlemi berzahta bir visal kapısı olduğundan, en büyük bir nimettir.

İkincisi: Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, vüs’atli, sürurlu, ıztırapsız, bâki bir hayata mazhariyetle, Mahbûbu Bâkînin daire-i rahmetine girmektir.

Üçüncüsü: İhtiyarlık gibi, şerâiti hayatiyeyi ağırlaştıran birçok esbab vardır ki, mevti, hayatın pek fevkinde nimet olarak gösterir. Meselâ, sana ıztırap veren pek ihtiyar olmuş peder ve validenle beraber, ceddin cedleri, sefaleti halleriyle senin önünde şimdi bulunsaydı, hayat ne kadar nikmet, mevt ne kadar nimet olduğunu bilecektin. Hem meselâ, güzel çiçeklerin âşıkları olan güzel sineklerin, kışın şedâidi içinde hayatları ne kadar zahmet ve ölümleri ne kadar rahmet olduğu anlaşılır.

Dördüncüsü: Nevm, nasıl ki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir hususan musîbetzedeler, yaralılar, hastalar için. Öyle de, nevmin büyük kardeşi olan mevt dahi, musîbetzedelere ve intihara sevk eden belâlarla müptelâ olanlar için aynı nimet ve rahmettir. Amma ehli dalâlet için, müteaddit Sözlerde kat'î ispat edildiği gibi, mevt dahi hayat gibi nikmet içinde nikmet, azap içinde azaptır; o bahisten hariçtir.

Mektûbât, s. 14

LÜGATÇE:

mevt: Ölüm.

inhilâl: Çözülme, dağılma, parçalanma.

adem: Yokluk.

tefessüh: Çürüme, kokuşma.

hâdimü’llezzât: Lezzetleri mahveden, yıkan.

Bediuzzaman Said Nursi

07.08.2009


Ölüm ve teselliye medar hakikatler

zel cânibinden, ruhlar âleminden şahadet âlemine doğru bir akış var. Bu akış, Hz. Âdem Aleyhisselâm’la başlamış kıyamete kadar sürüp gidecektir.

Yokluk karanlıklarından şu ziyadar âleme devamlı nur-u hayat serpiliyor. Taptaze, yepyeni hayatlar doğuyor. Bu faaliyet-i Rabbaniye kıyamet vaktine kadar devam edecektir.

Kader mektubunu tamamen yazdıktan, esma-i İlâhiye nakşını tamamen gösterdikten sonra bu faaliyetlere son verip kıyameti koparacak, bu fani dünyayı baki bir âleme kalb edecektir.

Bakın, Bediüzzaman Hazretleri, öldükten sonraki dirilişi ne kadar mükemmel izah ediyor:

“Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdirle, bir hikmet ve tedbirledir. Çünkü, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san’at olduğunu gösteriyor. Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır. (...) İşte, en ednâ tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti böyle mahlûk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette, yeraltına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yeraltına giren bir insan da âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkiye sümbülü verecektir.” (Mektubat, s. 13)

Öldükten sonraki diriliş hakikati bu satırlarla ne kadar nezih, ne kadar lâtif, ne kadar ulvî ve ne kadar nurânî bir şekilde izah ediliyor.

Böylece ölümün öteki yüzü, bu nurânî ifadelerle nazara verildikten sonra annemin vefatı münasebetiyle hatırıma gelenleri şöylece ifade ediyorum:

Anne; ayakları altına cennetlerin serildiği, nâdide bir varlık, paha biçilmez bir değer, yeri bu fani dünyada doldurulamaz bir enîs, şefkat kahramanı ve siyânet meleği…

İnsanın bu dünyada geçirdiği en tatlı, en şirin hayat aralığı anne ve baba ocağında geçirilen çocukluk ve gençlik yıllarıdır. O yıllar hiç ama hiç unutulmuyor. O hayat safhası bir tutkudur, müthiş bir câzibedir. En sevimli hatıralar orada yer alır. En hoş manzaraların meydanıdır. O demler insanın en mesut zaman dilimidir.

O hayat kesiti hatırlandıkça insanın ruhunu bir hasret ateşi sarıyor. Tatlı bir hüzün, insanın iç âlemini kaplıyor. Anne kucağında yaşanan yıllar, geçirilen zaman, o kadar şirin ki tarif edilmez. Anne şefkati ve anne sevgisi öyle bir iklim ki; serin meltemlerin cevelengâhıdır. O iklimde cennetten esintiler vardır. Hayatın her ânı, bahar keyfiyetindedir. Her ânı neş’e, her ânı sevinçlerle doludur. En coşkun hisler orada yaşanır. O iklimde hayat fokur fokur kaynamaktadır ve o iklim her an saadet çiçeklerinin açtığı, bülbüllerin şakıdığı müstesnâ bir münbit zemindir, bir mâ-i nisandır.

Elhâsıl; cennetâsâ bir bahardır anne kucağı, anne şefkati, anne sevgisi…

Ve nihayet ölüm ânı gelip bu nadide varlıkla aramıza firak perdesini çekip gidiyor ve firak ateşi bütün varlığımızı sarıyor. Evet, sevgili annemiz 2.7.2009 Perşembe günü saat 17.20’de vefat etti. Daha doğrusu emr-i Hak vâki oldu. Berzah âlemine seyahat ile sevgililer diyarına uçup gitti. Evet her nefis ölümü tadacaktır; bu mukaddes emir hükmünü icra ediyor. Ve fırkat başlıyor. Ayrılık acı ve yandırıcıdır. İnsanın gönlüne gam ve hüzün bulutları çöküyor. “‘Eğer dostlardan müfarakat olmasaydı, ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı ki gelsin alsın.’ Demek en ziyade insanı öldüren ahbabdan müfarakattır.” Hele bu müfarakat, anne gibi bir varlıktan olunca daha da yandırıcı bir hâl alıyor.

Şimdi bu firak ateşini söndüren gam ve hüzün bulutlarını silip süpüren kalp ve ruh düyamızı hakikat nurlarıyla serinleten Aziz Üstadımızın nurânî ifadelerine bir göz atalım:

“Ve Hüve Hayyun Lâyemût. Yani, bütün kâinatın mevcudatında görünen ve vesile-i muhabbet olan kemal ve hüsün ve ihsanın hadsiz bir derece fevkinde bir cemal ve kemal ve ihsanın sahibi ve bütün mahbuplara bedel, birtek cilve-i cemâli kâfi gelen bir Mâbud-u Lemyezel, bir Mahbub-u Lâyezâlin ezelî ve ebedî bir hayat-ı daimesi var ki, şaibe-i zevâl ve fenâdan münezzeh ve avârız-ı naks ve kusurdan müberrâdır. İşte şu kelime, cin ve inse ve bütün zîşuura ve ehl-i muhabbet ve aşka ilân eder ki:

“Sizlere müjde! Mahbuplarınızdan nihayetsiz firakların yaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-u Bâkîniz var. Madem O var ve bâkidir; başkaları ne olursa olsun, merak çekmeyiniz. Belki o mahbuplarda sebeb-i muhabbetiniz olan hüsün ve ihsan, fazl ve kemal, o Mahbub-u Bâkînin cilve-i cemâl-i bâkisinden çok perdelerden geçip, gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir. Onların zevalleri sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir nev'î aynalardır. Aynaların değişmesi, şâşaa-i cemâlin cilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Madem O var, her şey var.” (Mektubat, s. 221)

Bu vesile ile vefat eden anneme rahmet ve mağfiretler diler, haşir sabahına dek Cennetin nurlu ufuklarını seyretmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz ile ruhuna binler Fatiha…

ABDULLAH TUNÇ

07.08.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.