22 Ağustos 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Ramazan ayı girdiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincire vurulur.

Câmiü's-Sağîr, No: 337

22.08.2009


Oruç, zengini fakirin yardımına koşturuyor

Üçüncü Nükte: Oruç, hayat-ı içtimaîye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

İnsanlar maişet cihetinde muhtelif bir surette halk edilmişler. Cenâb-ı Hak, o ihtilâfa binaen, zenginleri fukaraların muâvenetine dâvet ediyor. Halbuki, zenginler fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü, hakikî o hâleti kendi nefsinde hissetmiyor.

Dördüncü Nükte: Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder. Hattâ, mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.

İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.

Beşinci Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzîb-i ahlâkına ve serkeşâne muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:

Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve zevâle maruz ve musîbetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Adeta polattan bir vücudu var gibi, lâyemûtâne, kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedit bir hırs ve tamahla ve şiddetli alâka ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemâl-i şefkatle terbiye eden Hâlıkını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez; ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır—eğer gaflet kalbini bozmamışsa!

Mektubat, s. 389, (yeni tanzim, s. 676) muâvenet: Yardım. nefisperest: Nefsini tapar derecede seven. mevhum: Vehmî; olmadığı halde varmış gibi kabul edilen, kuruntu edilen. rububiyet: Allah’ın terbiye ediciliği. keyfemâyeşâ: Keyfine göre hareket etme. fıtrî: Yaratılıştan. gasıbâne: Hakkı olmayan şeyi alarak, gasbederek. mâlik: Sahip. abd: Kul, köle. ubudiyet: Kulluk. tehzîb-i ahlâk: Ahlâkı güzelleştirmek, kötü huyları gidermek. lâyemûtâne: Ölmeyecekmişçesine. tamah: Açgözlülük, cimrilik. Hâlık: Yaratıcı. hayat-ı uhreviye: Ahiret hayatı. ahlâk-ı seyyie: Kötü huylar, çirkin ahlâk. mütemerrid: İnatçı.

Bediuzzaman Said Nursi

22.08.2009


Orucun hikmetleri

Orucun önemli bir ciheti şükre bakmasıdır. Nimetin kıymetini anlama ve nimet verene karşı şükretme duygusunu geliştirmesidir.

Allah, yeryüzünü bir sofra yapmıştır. O sofrada bin bir çeşit nimeti sergilemektedir. Bu sofra varlıklar için, özellikle insan için kurulmuştur. Ancak o sofradan istifade ederken yalnız değillerdir. Sofranın başka ortakları da vardır. İnsanlar, “Bu sofra benim için kuruldu, öyleyse dilediğim gibi hareket ederim” diyemez. Sofranın insan için kurulmuş olması diğerlerinin ondan istifade etmeyeceği anlamına gelmez. Bu noktada hem âdil olmalı, hem de israftan kaçınmalıdır. Başkalarının haklarına da riayet etmelidir.

Nimetin varlığı şükrü gerektirir. Devam etmesi de şükre bağlıdır. Nimet vereni tanımak, nimetin ondan geldiğini bilmek ve ona göre davranmak hem nimete karşı bir şükürdür, hem de nimetin devamını sağlar. Şükürsüzlük nimetin kesilmesine sebep olur. Allah şükredildiği takdirde nimetini arttıracağını vaat etmektedir.

Kâinatta en kıymetli şey hayattır. Her şey ona bakmakta ve ona hizmet etmektedir. Hizmetler içerisinde en kıymetlisi ise hayata hizmettir. Hayata hizmetin kendisi bir şükürdür. Onun için İslâm tıp ilmini öğrenmeyi farz-ı kifâye saymıştır. Bu noktadan bakıldığında Allah için yapılan sağlık hizmetinin her ânı ibadet sayılmaktadır. Hizmeti maddeye esir etmemek, paranın hatırını hizmetin hatırından önde tutmamak şartıyla.

Hayata hizmet eden unsurların içerisinde en önemlisi rızıktır. Canlılar rızka aşk derecesinde bağlıdırlar. Varlığı yerinde olanların duyguları daha sakin, daha olumludur. Sıkıntı, sefaletin ve sefahetin yuvasıdır. İnsanın sağlıklı düşünmesini engeller. İtidalli davranmasına engel olur. Açlık, fevri çıkışlar yaptırır. Hayatın inisicamını bozar.

Durumu yerinde olanlar, fukaranın hâlini anlamakta zorlanabilir. Açlığın nasıl insan davranışlarını etkilediğini, makul çizgiden uzaklaştırdığını göstermesi açısından kısa süreli de olsa o açlığı tatmak gerekmektedir.

Oruç insanlara bu duyguları yaşatır. Bir gündüzlüğüne de olsa açlığın ne demek olduğunu tatmasını sağlar. İşte o zaman geri dönüp aç insanların hissiyâtını tahlil edip onlara yardım elini uzatması gerektiğini hisseder. Zekât ve sadakaların Ramazan ayında daha bol verilmesinin psikolojik sebeplerinden biri de budur.

Evet, nimet şükür ister. Kendi istifade ettikleri için nimetin başında Bismillah demek, ortasında bu nimetlerin hangi yollardan ve hangi şartlarda kendine ulaşıp rızık olduğunu düşünmek ve sonunda Elhamdülillah demek şükürdür.

Başkalarına karşı ise, hangi tür hizmeti vermek ihtiyaç ise onu yerine getirmek şükürdür. Bu emek olabilir, bilgi olabilir, fikir verme olabilir… neye ihtiyaç varsa onu yerine getirmektir şükür. Hak ve hürriyet mücadelesi gerekiyorsa onu vermektir. Hak ve hürriyetler, ekmekten daha önceliklidir. Hak ve hürriyetler ekmeği kazandırır, ancak ekmek her zaman hürriyeti korumaya yetmeyebilir. Onun için hayattan sonra en kıymetli şey hürriyettir.

Dik durmayı başaran insanlar ekmeklerini de elde edeceklerdir. Hürriyeti elinden alınan insanın kısa zaman sonra ekmeği de elinden alınacaktır. Bu noktada en önemli şükür hürriyetine sahip çıkmaktır. Başı bulutlara değecek kadar dik durmasıdır. Bu durum rahmetin ve bereketin gelmesine vesile olacaktır.

ALİ SARIKAYA ali_sarikaya@y

22.08.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.