31 Ağustos 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

İnkâr edenler, "Kur’ân’ın ona bir defada indirilmesi gerekmez miydi?" dediler. Halbuki Biz onu senin kalbinde iyice yerleştirmek için parça parça indirdik ve âyet âyet sana bildirdik.

Furkan Sûresi: 32

31.08.2009


Risâle-i Nur’un ekser hakikatleri Ramazan’da zuhur etti

Risâle-i Nur’un bir hülâsası olan Ayetü’l-Kübra ve Hizb-i Nuriyenin bir hülâsatü’l-hülâsası hükmünde otuz üç kelime-i tevhidin namaz tesbihatındaki eskiden beri okuduğum ve Risâle-i Nur’un ekser hakikatleri namaz tesbihatında inkişaf etmesiyle hayalim fazla tevessü ederek, o otuz üç kelime-i tevhid, herbirisini kâinatın bir tabaka-i mahlûkatının lisan-ı hâliyle söylediği o kelimeyi ben o lisan ile söylüyorum gibi, o külli lisan-ı hâl, benim cüz’î lisan-ı kâlimin aynı olur. Ben, kemal-i zevkle okuyorum. Size de sûretini gönderiyorum.

Benim şüphem kalmadı ki: ...”Tefekküri sâatin...” (Bir saatlik tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır) sırrını taşıyan Hizb-i Nuriyenin on beş dakika zarfında bu Hülâsatü’l-Hülâsası dahi aynı sırrı taşıyor. Arabî bilmeyenler, Ayetü’l-Kübrâ’nın mertebelerini güzelce anlasalar, bu Arabî parça tam anlaşılır. Arabî bilmeyen, birkaç defa ikisine baksa, tam anlayacak. Bunu ben yirmi dört saatte bir defa ya sabah namazının tesbihatında veya başka vakitte, en ziyade usandığım ve sıkıntı zamanında okuyorum. Bana ulvî bir inşirah verir, usancı izâle eder. Âyetü’l-Kübrâ ve Hizb-i Nuriyenin ahirinde yazılsa, münasip olur. Manidardır ki, Ayetü’l-Kübrâ ve Risâle-i Nur’un ekser hakikatleri, Ramazan’da ve tesbihatında zuhuru gibi, bu Hülâsatü’l-Hülâsa, aynen Ramazan’da ve tesbihatta zuhur etti.

Salisen: Bugünlerde haber aldım ki, Heyet-i Vekile, benim nüfusumu Kastamonu’dan alıp Emirdağına nakletmeye karar vermişler. Anlaşılıyor ki, Risâle-i Nur’a ve talebelerine ilişmeye bahane bulamıyorlar, yalnız ehemmiyetsiz şahsıma ehemmiyet veriyorlar, kayıtlar altına alıyorlar.

Ben de size bütün kuvvetimle temin ediyorum ki, ben ruh u canımla, onların, Risâle-i Nur ve Talebelerine ilişmeye bedel bana ilişmelerini iftiharla kabul ediyorum. Güya başka yerlerde birden bana iltihak ediyorlar ve men’ine çare bulamıyorlar, fakat burada tam çare bulmuşlar zannedip böyle muamele oluyor. Siz hiç müteessir olmayınız. Benim bu vaziyetim, Risâle-i Nur şakirtlerinin fütuhatlarına bir vesiledir. İnayet-i merhamet-i İlâhiye, hakkımda ehl-i dünyanın haksızlıklarını büyük bir hayra çevirecek kanaatindeyim. Zaten mesleğimizde zaman, mekân sohbetimize mani olamaz. Şarkta, garpta, hatta ahirette, berzahta olsa da beraberiz. Meselâ, berzahta Hafız Ali (r.h.) hergün mânen yanımızdadır. Bu hakikate binaen, sûrî ayrılmaya, hatta ölüme ehemmiyet vermemeliyiz.

Emirdağ Lâhikası,

s. 83, (yeni tanzim, s. 173)

***

Kardeşlerim, Ayetü’l-Kübrâ Ramazan’da zuhur ettiği gibi, zannımca Ramazan’da da matbaadan çıktığını, Isparta’ya geldiğini ve Ramazan’da serbestiyetle okunması ve camilere okutmak için girmesi gibi, bu Ramazan-ı Şerifte Ayetü’l-Kübra’dan çıkan ve bir saat tefekkür bir sene ibadet mânâsını taşıyan Hizb-i Nuriye Ayetü’l-Kübra’dan çıktığı misilli, bizim tesbihatımızda otuzüç defa “Lâilâheillallah” Ayetü’l-Kübra’nın berekâtı ve feyziyle on dakikada aynı hakikat-ı tevhidi veren iki sayfa kadar Ramazan’ın nuruyla kalbe ihtar edildi.

Emirdağ Lahikası, s. 54,

(yeni tanzim, s. 117) LÜGATÇE: inkişaf: Açılma, yayılma. tevessü: Genişleme. lisan-ı hâl: Hâl dili. lisan-ı kâl: Konuşma, anlatma dili. inşirah: Gönül rahatlığı. zuhur: Ortaya çıkma, meydana çıkma. Hizb-i Nuriye: Nura ait hizb, duâ mecmuası. Hülâsatü’l-Hülâsa: Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Âyetü’l-Kübrâ’nın Birinci Makamının ayrı ve nurânî diğer bir tarzı...” fütuhat: Fetihler, zaferler; İlâhî feyizler. inayet-i merhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhamet ve yardımı. sûrî: Görünüşte; hakîki, ciddî olmayan. berekât: Bereketler. hakikat-ı tevhid: Tevhid hakikatı.

Bediuzzaman Said Nursi

31.08.2009


Aylardan Ramazan, ruhun iftar vakti şimdi...

“Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.”

[Ramazanın deryasından istifadesiz

kalmamak niyetine, bir nefis muhasebesi…]

amazan-ı Şerif geldi…

On bir ayın arasından süzüle süzüle aktı yollarımıza, bir müjdeci gibi, bir tesellici gibi…

Dünyanın ve dünyalıkların arasında bocalayan, boğulan ruhumuza bir şeyleri hatırlatmak için geldi.

Dünyanın faniliğini, bakiye nasıl gidileceğini, faniden bakiye nasıl geçileceğini…

Hepsini ve bütün hayırlı işleri bize bildirmek, bize göstermek için geldi.

Nimetlerin içinde yaşayan, etrafı binbir nimetle çevrilmiş kullara nimetin asıl sahibini hissettirmek için geldi.

Nimetlerin şükür için verildiğini tarif etmek için geldi.

***

Bir müjdeci gibi, bir tesellici gibi, bir elçi gibi geldi Ramazan…

Hayata farklı bir pencereden bakmamızı istedi.

Bir de bu taraftan, iman nazarıyla, kulluk nazarıyla, şükür nazarıyla, paylaşmak nazarıyla bakalım diye hayata…

Evet, Ramazan bunun için geldi bize. Niyeti, bize hakikati göstermekti, faniler içinde bocalıyorken kalbimizi teselli etmekti.

Ve şimdi biz o nazarla bakmaya çalışıyoruz.

Kulluk nazarıyla, acizlik nazarıyla, şükür nazarıyla:

Ramazandan bir gün evvelki günü düşünüyorum... Nimetler içindeyiz…

Her bir nimete ulaşabiliyoruz. Buzdolabımız ağzına kadar dolu—çok şükür—her bir nimete el uzatabiliyoruz.

Susuyoruz, susuzluğumuzu gideriyoruz.

Acıkıyoruz… Yemek yiyor, doyuyoruz.

Ve o akşam, bir sahur çalıyor kapımızı,

Gecemize bir ışık oluyor sahur.

Bizi itaate dâvet ediyor.

Şu saate kadar yemene izin var.

Sonrası için ise sana izin yok.

Nimetlerden memnûsun…

Bu gün oruç vaktinde yemekler uzak sana, izin yok sana.

***

O da ne… Ne yani…

Bir gün öncesinde doya doya yediğim yemekleri, susayıp da kana kana içtiğim suları şu saatten (imsak) sonra yiyemeyecek miyim?

Ne yani, buzdolabında, bir el kadar yakın olduğum nimetlere elimi uzatamayacak mıyım?

Evet evet, bir sahurla çağrılıyoruz, itaate, izne, emre ve kulluğa…

Zirâ ben kulum… Emirlere tabiyim… Rabbim Allah, emir veren O, emirlerine itaat ile mükellefim.

Bir sahurun kapısıyla giriyorum Ramazana ve kulluğumu hatırlıyorum.

Benimmiş gibi sahiplendiğim, her an elimin altında olmasıyla kendime mal ettiğim nimetlerden çekiyorum ellerimi… Nimetlere elimi uzatamıyorum…

Ve Ramazanın, orucun bu güzel penceresiyle kulluğumu yeniden hatırlıyorum.

Nimetlerin hakikî sahibini, Mün’im-i Hakikî’yi yeniden hatırlıyorum.

Ve anlıyorum: “O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenâvülünde hür değilim. Demek başkasının malıdır. Ve in’âmıdır. Onun emrini bekliyorum…” (Ramazan Risâlesi, 2. Nükte)

***

Ve başlıyor gün. Oruçlu bir mide ile güne başlıyorum. Oruçlu bir mide, oruçlu bir vücud… Neye oruçlu, niye oruçluyuz? Soruyorum. Oruç ne demek?

İki vakit arasında yemek yememek… İlk akla gelen… Niye yemiyoruz her zaman yediğimiz yemekleri, niye yiyemiyoruz, her gün rahatça el attığımız yiyecekleri…

Anlamaya çalışıyorum…

Ve şimdi fark ediyorum.

Mideme giden yolu kapamakla hangi kapıların açılacağını… Orucun bana hangi kapıları açacağını…

Midemin kapısını kapatıyorum…

En evvel açlığımı hissediyorum.

Nimetlere olan ihtiyacımı hissediyorum,

Bu nimetleri kendim temin edemiyorum.

Ve bu nimetler ve bütün nimetler için Allah’a muhtaç oluşumu hatırlıyorum.

Her şey için O’na muhtaç oluşumu, O’na yönelmem gerektiğini ve O’ndan medet beklemem gerektiğini anlıyorum…

Ve kulluğun mühim bir kapısını aralıyorum.

Samed olan Rabbimin hiçbir şeye muhtaç olmadığını ve benim O’na nihayetsiz muhtaç olduğumu anlıyorum.

Acizliğimi anlıyorum.

Aczimi fakrımı Kadir-i Rahimin dergâhında en makbul bir şefaatçi gibi sunuyorum.

***

Midemin kapısı kapandı ya, midemin gürültüsünden sesini duyuramayan lâtifelerimin sesi geliyor kulağıma.

Aylardır varlığını hissedemediğim o güzel lâtifelerimi şimdi hissediyorum.

Nimetlerin içindeyim ama her bir nimetin kıymetini anlamıyorum. Belki gözümde kıymetli görünen yiyecekleri fark edebiliyordum.

Ya nazarımda kıymetini anlayamadığım nimetler... İşte oruç umumî bir şükrün kapısını açıyor bana… Umumî bir şükrün anahtarı oluyor nimetler.

Nimetlerin gözümde en küçüğü bile görünen, en büyük gözdesi oluyor gözümün. Meselâ su dilimin en büyük lezzeti, ekmek midemin en büyük arzusu oluyor. Bütün nimetler nihayet derecede bir kıymete yükseliyor. Gafletimizin bir sebebi olarak kıymetini derkedemediğimiz nimetler gözümde hakikî nimetler seviyesine yükseliyor.

Her şey yerli yerinde, vazifesini ifa ediyor. En büyük vazifesi olan şükrü eda ediyor.

***

Midenin, nefsiliğin kapısını kapamakla açılabilecek binlerce kapıdan sadece bir iki tanesiydi bunlar. Ramazan ile bize açılan kapılardı bunlar.

Ramazan geldi evimize,

Ramazan gelsin binbir hikmetiyle aklımıza, bâkî muhabbetiyle kalbimize, tarifsiz sevinciyle ruhumuza…

Ve ruhum da iftarını yaşasın.

Ramazan ya hani, ruhun iftar vakti şimdi.

Şimdi her bir duygu iftarını yapmak istiyor… Her bir duygu kendine göre nimetle kana kana serinlemek istiyor...

Bize ise, ruhumuzu Ramazana açan hakikatlerle, anahtarlarla hemhâl olmak düşüyor.

Anahtar mı? Kur’ân, Risâle ve Cevşen ruhumuzu iftarlara taşımak için bekliyor.

Kur’ân, Risâle ve Cevşen ile dolu Ramazanlar

Ruha da iftar yaşatacak Ramazanlar dileğiyle...

Ramazanınız mübarek.

Ruhunuz iftarlara doysun.

[email protected]

CİHAN CAMBAZ

31.08.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.