22 Eylül 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Sülemaniye’de bayram sabahı

ARTARAK gönlümün aydınlığı her saniyede, Bir mehabetti sabah oldu Süleymaniye’de. Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan, Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan.

Süleymaniye’de Bir Bayram Sabahı’nı böyle hissetmek için bizi kuşluk vakti yollara düşüren Yahya Kemal dün bayram sabahı Süleymaniye’de olsaydı Allah’ın, peygamberin, Ehl-i Beyt’in ve halifelerin, ayetlerin ve duaların dışında camiye, hem de kapının tam karşısına yerleştirilen özel bir panoyla girmiş şiirinin ancak dörtte birini yazabilecekti.

Çünkü dün bayram sabahı Süleymaniye Camii’ne gidenler restorasyon nedeniyle caminin yalnızca dörtte birini görebildi. Camiden geriye kalmış yere mahalle aralarına yapılan dört minareli camilerdekine benzeyen çakma bir minber ve mihrab yerleştirilmişti. Bir de Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bir Bayram Sabahı” şürinin yer aldığı büyük pirinç pano.

Yahya Kemal’in Türkiyesi

Aslında Yahya Kemal için değişen pek bir şey de olmayabilirdi. Bir rivayete göre Yahya Kemal o sabah hayatında ilk kez bir bayram sabahı vaktinde gelmişti Süleymaniye’ye. İçeriye şöyle bir bakıp, bahçeden döndüğünü iddia edenler de var. Ama bayram namazını kılmadığı konusunda pekçok kişi hemfikir.

Bunun şairin ilk bayram namazı olmadığı ise kesin. 1922 yılında Tasvir-i Efkar'a yazdığı bir makalede yıllar sonra gittiği ilk bayram namazını şöyle anlatıyordu: Dört sene evvel Büyükada’da oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim, fakat frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Ben kapıdan girince bütün cemaatin gözleri bana çevrildi. Beni, daha doğrusu bizim nesilden benim gibi birini camide gördüklerine şaşıyorlardı.

Şiirin Kurban mı yoksa Ramazan bayramı için mi yazıldığı bilmiyoruz ama Yahya Kemal büyük ihtimalle oruçlu da değildi. Ramazan üzerine yazılmış klasik şiiri “Atik Valideden inen Sokakta”da bu durumunu çok güzel anlatmıştı:

Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.

Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı

Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.

Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime;

Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime: “Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür; Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür.”

Türkiye’de bir bayram sabahı üzerine yazılmış, İslam dünyasının en görkemli camisinin içine yerleştirilmiş bir şiirin şairi büyük olasılıkla o sabah bayram namazını kılmamış, bayramın manevi havasını en iyi anlatmış şair büyük bir olasılıkla Ramazan’ı da oruç tutmadan geçirmişti.

Herhalde Türkiye’yi bundan daha iyi hiçbir şey anlatamazdı. Mahalle baskısı, dinsel hoşgörüsüzlük, laiklik kavgaları ve Süleymaniye Camii’nin içine yerleşmiş Yahya Kemal’in şiiri.

Restorasyon için Harem

ve Selamlık

İşte oruç tutmadığı için kimsenin dövülmediği, şeyhler ile genç ve güzel müritleri konulu skandal haberlerin ortalıklara saçılmadığı, tam da Ramazan’ın manevi havasına uygun olarak Kürtlere, Ermenilere, Alevilere, komşulara açılarak geçirilmiş bir Ramazan’ın ardından kendi gök kubbemiz altında saf tutmak için uzaklardan çıkıp Süleymaniye’ye vardık.

İçeri girer girmez karşımıza çıkan beyaz beton duvarın yarattığı hayal kırıklığını en iyi Truman Show'u izleyenler denizin bittiği yerdeki duvara toslayan Jim Carrey’yi hatırlayarak anlayabilir.

Diğer binlerce kişiyle birlikte caminin bahçesine serilmiş sedirlerin üstünde kendimize bir yer bulup, imamı dinlemeye başladık (İki kişiydik. Ben ve arkadaşım Mehmet Ali. Ayşe Arman ve Türban dizisindeki arkadaşı Fatma, Ahmet Hakan ve umre arkadaşı Ertuğrul Özkök gibi)

Sıfır bayram namazı cemaati

İmamlar için bayram namazı televizyoncular için prime timeda ekrana çıkmak gibidir. Cami cemaati üçe ayrılır çünkü: Her vakit biri eksilen nur yüzlü amcalardan oluşan muhtemelen beş kişilik beş vakit cemaati. Hayat meşgalesinden haftada bir kez yolu camiye düşen biraz daha kalabalık Cuma cemaati. Ve yılda iki kez camiye uğrayan çok kalabalık bayram namazı cemaati. Sonuncusunun kalabalığı diğer bütün kümeleri de kapsar. Bir dükkân sahibi gibi, camisine giren çıkan, cemaati artırmak isteyen imamlar yılda iki kez karşılarına gelen bu sıfır cemaati kafalamak için özel hutbeler hazırlar. Mesajlar fazla sert olmaz, en fazla sonunda memnun kaldıysanız Cuma için de bekleriz denecektir. Biz vardığımızda imam boşanmaların artmasından bahsetmekteydi; Üstümüze alınmadık. Bir ara sel felaketinden bahsetti. Ve bunu anlatırken bir köpeğe su veren adamın nasıl cennete gittiği menkıbesini anlattı. Mevzu gayet sudan bağlanmıştı, saygıyla dinlemeye çalıştık. Bir an önce segâh tekbirleriyle caminin içinin dışının inlemesi için sabırsızlanmaya başlamıştık.

Namazda yolda kalanlar

Bayram namazı tıpkı cenaze namazı gibi diğer namazlara benzemez. Ve cenaze namazından daha da karmakarışıktır. Yılda iki kez kılındığı için de nasıl kılındığı pek hatırlanmaz. İmamlar hem yeni başlayanlar hem de unutkanlar için namazdan önce uzun uzun nasıl kılındığını tarif ederler. İlk tekbirde eller havaya, ikincide de öyle, üçüncü de öyle sonuncu da rükuya. İkinci rekât ise bunun başka bir versiyonu. İlk tekbir sesi duyulduğunda ak koyun kara koyun belli olur. Ayakta kalanlar, ilk sınavı geçer. Yanılanlar için Allah’ın hakkı üçtür. Ve ikinci tekbir. Ve üçüncü. En tehlikelisi budur. Rükuya mı iniyorduk yoksa eller kulaklara mı gidiyordu? Düşünmek için iki saniyen var. Eller yukarda mı aşağıda mı? Süren doldu. Birkaç dakika önce imamın anlattığı şeyi bile hatırlayamadığına göre dinî emirleri yerine getirmeye mükellef bile değilsin. Boşuna yorulma. Rükuya inersen ikinci kırmızı kartta namazdan dışarı atılırsın. Ve önündeki namazlara bakarsın...

Camide Hadise var

Namazı başarıyla bitirdikten sonra sıra geldi işin en güzel kısmına. Allahım meselli ala... Aman Allahım hiç şan dersi almamış cemaat, Yurttan Sesler Korosu’na döndü birden. Hadi bir daha, aşkla bir kez daha. Bir ara seslere Hadise’nin sesi de karışıyor. O da mı burada yoksa? Süleymaniye’de kalabalık bir kadın cemaat de cumalardan sonra bayram namazlarını da kılıyor. Yok, bir Müslüman cep telefonunu kapatıp ibadetini bozmamayı, hepimizin manevi havasını bozmaya tercih etmiş.

İmam tekrar minberde. Pek hazırlanmamış. Tek bir kelime aklımda kalmadı söylediklerinden. Keşke segâh tekbiri getirmeye devam etseydik.

Ve bitti. Şimdi bizim köyden bildiğim bir çember yapılır ve herkes birbiriyle bayramlaşır. Kent havası herkesi özgürleştirmiş. Herkes bireysel takılıyor. Biz iki kişi bayramlaşıyoruz. Az önce yan yana namaz kıldığımız insanlarla göz göze gelmeye çalışıyoruz. Yakışanı onlarla da bayramlaşmamız. Ama kent bizi yabanileştirmiş. Korkuyor ve uzaklaşıyoruz olay yerinden.

Orduya hiç bu kadar

dua etmemiştim

Yabaniliği atıyoruz üstümüzden, az önce giremediğimiz caminin içindeyiz yeniden. Küçük bir grup çember oluşturmuş bayramlaşıyor. Tam bizi de aranıza alın diyecektik ki çember dağılıyor. Ve bir yeşil takkeli, sakallı bir amca dua etmeye başlıyor. Etrafındaki minik kalabalık artmaya başlıyor. Eller havaya kaldırılıyor. Türkçe’nin bu kadar hızlı konuşulabileceğine ilk kez şahit oluyorum. İspanyolca gibi akıyor dualar. O kadar hızlı ki es verdiğinde bile etraftakiler dua daha tamamlanmamasına rağmen amin diyor. Mehmet Ali bu dualardan yere düşenleri toparlamak için ellerini kaldırıyor. Ardından ona yardımcı olmak için ben de. Ama dua bir türlü bitmiyor. Sabahtan beri devletimiz için, ordumuz için amin demediğimiz dua kalmıyor. İnşallah iflah olurlar. İnatla binbir. emekle biriktirdiğimiz elimizdeki aminler düşmesin diye ay- rılmıyoruz. Kalabalık arttıkça tatlı amcanın duası Eritre’deki Müslümanlara doğru açılıyor. Artık ellerimizdeki duaları bırakıp kaçıyoruz. Dışarıda büyük bir çocuk kalabalığı bekliyor bizi. Hepsi bizimle bayramlaşmak istiyor. Burada çok ünlüyüm anlaşılan. Sabah gazetede okuduğum bir başlık geliyor aklıma: Bayram harçlığı alın verin, ekonomiye can verin. Bütün canlarımız ekonomiye gidiyor. Ve biraz da almak için el öpmek üzere Taraf'a geliyorum. Maaşlar yatmış. Bükemediğim tüm elleri öpebilirim. Herkes nerede?

Yıldıray Oğur, Taraf, 21 Eylül 2009

22.09.2009


Değişimden korkanlar Türkiye’yi durduramaz

ANKARA’NIN son diplomatik hamleleri, Türkiye’yi Avrupa’dan uzak tutmak isteyenler için bir şey ifade etmeyecektir. İster Fransız, ister Avusturyalı, isterse Hollandalı olsunlar, onlar için mesele Türkiye’nin “stratejik önemi” ile ilgili değil. Onların sorunu yapay bir Türk imajı ve bundan kaynaklanan reddedici güdüsel tepkidir. (...)

Türkiye bu süreçte, aynı zamanda, giderek daha ciddiye alınan bir ülke haline geliyor. Bu bizde her an “ABD veya AB’den kazık yeme” beklentisi ile yaşayan, yani Türkiye’yi “edilgen ve kendi çıkarlarını koruyamayan bir ülke” olarak göstermek isteyenlerin işine gelmeyebilir.

Ancak, Başbakan Erdoğan’ın diplomatlarımız için zaman zaman yarattığı sorunlara rağmen, son dokuz ayda yaşananlar arka arkaya sıralandığında, bu olumsuz Türkiye imajı pek çıkmıyor ortaya. Aşağıdaki eksik liste bile Türkiye’nin yeni profilini ortaya koymaya yetiyor:

Obama ziyareti, Nabucco anlaşması, Putin ziyareti, Ermenistan ile açılım, Irak ve Suriye ile “ekonomik entegrasyon” arayışı, Türkiye’nin bu iki ülke arasında arabuluculuk yapması, Beşar Esat’ın Türkiye’ye geçen hafta yaptığı ziyaret, İran’ın Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ve Almanya ile 1 Ekim’de başlatacağı müzakere sürecinin ilk toplantısının büyük olasılıkla Türkiye’de yapılacak olması.

Bu liste Türkiye’yi dünyanın yeni “süper starı” yapmıyor elbette. Türkiye’yi dünyayı ilgilendiren konular itibariyle “birincil” konuma da yerleştirmiyor. Ancak söz konusu liste, Türkiye’nin kendisine yeni bir yer edinme arayışını ve bu çerçevede dünya tarafından ne denli ciddiye alındığını gösteriyor.

Türkiye’nin bu arayış çerçevesinde ilgilendiği konuların hiçbiri de zaten, Avrupa’nın göz ardı edebileceği konular değil. AB Dönem Başkanı İsveç’in Dışişleri Bakanı Carl Bildt ile Avrupa’nın önde gelen “akil adamlarından” olan Finlandiya’nın eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari gibi önemli Avrupalılar da zaten bunu her fırsatta belirtiyorlar. (...)

Ancak, Ankara yeni dünya düzenindeki yerini ararken şu da unutulmamalı. Türkiye’yi uluslararası düzeyde önemli kılan faktörlerin başında, Ortadoğu ve Kafkaslara yakınlığının yanı sıra, “Avrupa-Atlantik perspektifi”ne bağlılığıdır. Başka bir ifadeyle, Türkiye Batı için ne denli önemliyse, AB ve genel Batı perspektifi de Türkiye için o kadar önemlidir.

Değişimden korkup bu perspektife ve temsil ettiği değerlere karşı çıkanların, süreci yavaşlatsalar da, tarihin doğal akışı içinde başarılı olacaklarını sanmıyoruz.

Semih İdiz,

Milliyet, 21 Eylül 2009

22.09.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.