zemin yüzü her baharda, güz mevsiminde terhis edilen-
        
        
          ler yerinde yeniden taht-ı silâha alınmış bir orduya ordu-
        
        
          gâh olmak cihetiyle hâkimiyetinin nihayetsiz genişliğine
        
        
          kat’î delâlet ederler.
        
        
          Hem, nasıl ki hayvanattan her birisi, kâinatın bir kü-
        
        
          çük nüshası ve bir misal-i musağğarı hükmünde, gayet
        
        
          derin bir ilim ve gayet dakik bir hikmetle, karışık eczala-
        
        
          rı karıştırmayarak ve bütün hayvanların ayrı ayrı suretle-
        
        
          rini şaşırmayarak, hatasız, sehivsiz, noksansız yapılmala-
        
        
          rıyla, ilminin her şeye ihatasına ve hikmetinin her şeye
        
        
          şümulüne, adetlerince işaretler ederler. öyle de, her biri
        
        
          birer mu’cize-i sanat ve birer harika-i hikmet olacak ka-
        
        
          dar sanatlı ve güzel yapılmasıyla, çok sevdiğin ve teşhiri-
        
        
          ni istediğin sanat-ı rabbaniyenin kemal-i hüsnüne ve ga-
        
        
          yet derecede güzelliğine işaret ve her birisi, hususan yav-
        
        
          rular, gayet nazdar, nazenin bir surette beslenmeleriyle
        
        
          ve heveslerinin ve arzularının tatmini cihetiyle, senin
        
        
          inayetinin gayet şirin cemaline hadsiz işaretler ederler.
        
        
          Ey Rahmanirrahîm, ey Sadıku’l-Va’di’l-Emin, ey Ma-
        
        
          lik-i Yevmiddin!
        
        
          senin resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmının ta-
        
        
          limiyle ve kur’ân-ı Hakîm’inin irşadıyla anladım ki:
        
        
          Madem kâinatın en müntehap neticesi hayattır; ve haya-
        
        
          tın en müntehap hulâsası ruhtur; ve zîruhun en müntehap
        
        
          kısmı zîşuurdur; ve zîşuurun en camii insandır. Ve bütün
        
        
          kâinat ise, hayata musahhardır ve onun için çalışıyor; ve
        
        
          zîhayatlar zîruhlara musahhardır, onlar için dünyaya
        
        
          gönderiliyorlar; ve zîruhlar insanlara musahhardır,
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            s
          
        
        
          
            ekizinci
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            | 335 |
          
        
        
          3. Şua / mÜnaCaT
        
        
          
            işaret:
          
        
        
          gösterme, bildirme.
        
        
          
            kâinat:
          
        
        
          yaratılmış olan şeylerin ta-
        
        
          mamı, bütün varlıklar.
        
        
          
            kat’î:
          
        
        
          kesin.
        
        
          
            kemal-i hüsün:
          
        
        
          güzelliğin mü-
        
        
          kemmelliği.
        
        
          
            Kur’ân-ı Hakîm:
          
        
        
          her ayet ve sure-
        
        
          sinde sayısız hikmet ve faydalar
        
        
          bulunan Kur’ân.
        
        
          
            Malik-i yevmiddin:
          
        
        
          din gününün
        
        
          sahibi, herkesin dünyada yaptıkla-
        
        
          rının karşılığını göreceği yer olan
        
        
          ahiretin sahibi olan Allah.
        
        
          
            misal-i musağğar:
          
        
        
          küçültülmüş
        
        
          örnek.
        
        
          
            mu’cize-i sanat:
          
        
        
          sanat mu’cizesi.
        
        
          
            musahhar:
          
        
        
          emre verilmiş, boyun
        
        
          eğdirilmiş.
        
        
          
            müntehap:
          
        
        
          seçilmiş.
        
        
          
            nazdar:
          
        
        
          nazlı.
        
        
          
            nazenin:
          
        
        
          ince, nazik.
        
        
          
            nefer:
          
        
        
          asker, er.
        
        
          
            netice:
          
        
        
          sonuç.
        
        
          
            nihayetsiz:
          
        
        
          sonsuz.
        
        
          
            noksan:
          
        
        
          eksiklik.
        
        
          
            nüsha:
          
        
        
          birbirinin aynısı olan yazılı
        
        
          şeylerden her biri, yazılı bir şey-
        
        
          den çıkarılan suret, kopya.
        
        
          
            ordugâh:
          
        
        
          ordunun konakladığı
        
        
          yer.
        
        
          
            Rahmanü’r-Rahîm:
          
        
        
          sonsuz mer-
        
        
          hamet sahibi olan ve şefkatle bü-
        
        
          tün varlıkların rızıklarını veren Al-
        
        
          lah.
        
        
          
            rahmet:
          
        
        
          şefkat ve merhamet et-
        
        
          me, acıma, nimetlendirme.
        
        
          
            Resul-i Ekrem:
          
        
        
          çok cömert, kerîm
        
        
          olan peygamber, Hz. Muhammed
        
        
          (asm).
        
        
          
            rızık:
          
        
        
          Allah’ın verdiği nimetler, yi-
        
        
          yecek ve içecek şeyler.
        
        
          
            sadıku’l-Va’di’l-Emîn:
          
        
        
          vaat ve sö-
        
        
          zünde mutlaka duran; va’dinin
        
        
          doğruluğundan emin olunan Al-
        
        
          lah.
        
        
          
            sanat:
          
        
        
          ustalık, hüner, marifet.
        
        
          
            sanat-ı Rabbaniye:
          
        
        
          her şeyi kendi
        
        
          ölçüleri içerisinde terbiye eden Al-
        
        
          lah’ın sanatı.
        
        
          
            sehiv:
          
        
        
          hata, yanlış.
        
        
          
            suret:
          
        
        
          şekil, biçim.
        
        
          
            şümul:
          
        
        
          kaplama, kuşatma.
        
        
          
            taht-ı silâh:
          
        
        
          silâh altı.
        
        
          
            talim:
          
        
        
          öğretme, eğitme.
        
        
          
            tatmin:
          
        
        
          doyurma, ihtiyacını karşı-
        
        
          lama.
        
        
          
            terhis edilme:
          
        
        
          vazifelerine son ve-
        
        
          rilme.
        
        
          
            teşhir:
          
        
        
          sergileme, gösterme.
        
        
          
            vazife-i fıtriye:
          
        
        
          yaratılıştan gelen
        
        
          görev.
        
        
          
            vüs’at:
          
        
        
          genişlik.
        
        
          
            zemin:
          
        
        
          yer.
        
        
          
            zîruh:
          
        
        
          ruh sahibi, canlı.
        
        
          
            zîşuur:
          
        
        
          şuur sahibi, şuurlu; anla-
        
        
          ma, tanıma ve kavrama gücüne
        
        
          sahip.
        
        
          
            aleyhissalâtü vesselâm:
          
        
        
          salât
        
        
          ve selâm onun üzerine olsun;
        
        
          Peygamber Efendimizin adı
        
        
          duyulduğunda veya okunun-
        
        
          ca, kendisine rahmet ve esen-
        
        
          lik olarak ona özgü söylenen
        
        
          bir duadır.
        
        
          
            arzu:
          
        
        
          istek.
        
        
          
            cami:
          
        
        
          pek çok manaları ve ha-
        
        
          kikatleri kendinde toplayan,
        
        
          bir çok şeyle alâkalı olan.
        
        
          
            cemal:
          
        
        
          güzellik.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön.
        
        
          
            dakik:
          
        
        
          ince ve derin.
        
        
          
            delâlet etmek:
          
        
        
          delil olmak,
        
        
          göstermek.
        
        
          
            ecza:
          
        
        
          cüzler, parçalar.
        
        
          
            emirber:
          
        
        
          emre göre hareket
        
        
          eden.
        
        
          
            gayet:
          
        
        
          son.
        
        
          
            güz:
          
        
        
          sonbahar.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız, sonsuz.
        
        
          
            hâkimiyet:
          
        
        
          hükmediş, kontrol
        
        
          ve emir altında bulundurma,
        
        
          itaat ettirme.
        
        
          
            harika-i hikmet:
          
        
        
          hikmetin
        
        
          olağanüstü, hayret ve hayran-
        
        
          lık uyandıran eseri.
        
        
          
            hayvanat:
          
        
        
          hayvanlar.
        
        
          
            heves:
          
        
        
          istek, arzu; zevk.
        
        
          
            hikmet:
          
        
        
          belirli gayelere yöne-
        
        
          lik, faydalı, anlamlı ve yerli ye-
        
        
          rinde oluş.
        
        
          
            hulâsa:
          
        
        
          öz, özet.
        
        
          
            hususan:
          
        
        
          özellikle.
        
        
          
            hükmünde:
          
        
        
          gibi, yerinde.
        
        
          
            ihata:
          
        
        
          kuşatma, sarma.
        
        
          
            ilim:
          
        
        
          biliş, bilgi.
        
        
          
            inayet:
          
        
        
          yardım, lütuf.
        
        
          
            irşat:
          
        
        
          doğru yolu gösterme.
        
        
          
            işaret etmek:
          
        
        
          göstermek, bil-
        
        
          dirmek.