ahirete iman imdatlarına yetişse, birden, onlar nefes alır-
        
        
          lar; sıkıntıları, me’yusiyetleri ve endişeleri ve intikam hid-
        
        
          detleri derece-i imanına göre kısmen ve bazen tamamen
        
        
          zail olur
        
        
          . Hatta diyebilirim ki, benim ve bir kısım kardeş-
        
        
          lerimin bu sebepsiz hapsimizde ve dehşetli musibetimiz-
        
        
          de, eğer iman-ı ahiret yardım etmese idi, bir gün dayan-
        
        
          mak ölüm kadar tesir edip, bizi hayattan istifa etmeye
        
        
          sevk edecekti. Fakat hadsiz şükür olsun, benim canım
        
        
          kadar sevdiğim pek çok kardeşlerimin bu musibetten ge-
        
        
          len elemlerini de çektiğim ve gözüm kadar sevdiğim bin-
        
        
          ler risale-i nur risaleleri ve benim yaldızlı ve süslü ve çok
        
        
          kıymettar kitaplarımın ziyaları ve ağlamalarından tees-
        
        
          süflerini çektiğim ve eskiden beri az bir ihaneti ve tahak-
        
        
          kümü kaldıramadığım hâlde, sizi kasemle temin ederim
        
        
          ki, iman-ı bilahiret nuru ve kuvveti, bana öyle bir sabır ve
        
        
          tahammül ve teselli ve metanet, belki mücahidâne kârlı
        
        
          bir imtihan dersinde daha büyük mükâfatı kazanmak için
        
        
          bir şevk verdi ki, ben bu risalenin başında dediğim gibi,
        
        
          kendimi
        
        
          Medrese-i Yusufiye
        
        
          ünvanına lâyık bir güzel ve
        
        
          hayırlı medresede biliyorum. Ara sıra gelen hastalıklar ve
        
        
          ihtiyarlıktan neş’et eden titizlikler olmasa idi, mükemmel
        
        
          ve rahat-ı kalp ile derslerime daha ziyade çalışacaktım.
        
        
          Her ne ise, bu, makam münasebetiyle sadet harici girdi,
        
        
          kusura bakılmasın.
        
        
          Hem,
        
        
          her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir
        
        
          cenneti dahi kendi hanesidir. Eğer iman-ı ahiret o hane-
        
        
          nin saadetinde hükmetmezse, o aile efradı, her biri şef-
        
        
          kat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            M
          
        
        
          
            eYve
          
        
        
          
            R
          
        
        
          
            isalesi
          
        
        
          
            | 73 |
          
        
        
          sekiZinCi mesele
        
        
          hat ederek, gayret göstererek.
        
        
          
            münasebet:
          
        
        
          vesile, -dan dolayı.
        
        
          
            neş'et:
          
        
        
          meydana gelme, oluşma,
        
        
          çıkma.
        
        
          
            nur:
          
        
        
          aydınlık, parıltı, ışık.
        
        
          
            rahat-ı kalp:
          
        
        
          kalp rahatlığı, kalbin
        
        
          huzurlu ve tasasız oluşu.
        
        
          
            saadet:
          
        
        
          mutluluk.
        
        
          
            sabır:
          
        
        
          sabır, dayanma, katlanma,
        
        
          zorluklara dayanma gücü.
        
        
          
            sadet:
          
        
        
          konuşulan madde, asıl ko-
        
        
          nu.
        
        
          
            sevk:
          
        
        
          önüne katıp sürme, yönelt-
        
        
          me.
        
        
          
            şefkat:
          
        
        
          karşılıksız sevgi besleme,
        
        
          içten ve karşılıksız merhamet.
        
        
          
            şevk:
          
        
        
          şiddetli arzu, aşırı istek ve
        
        
          heves.
        
        
          
            şükür:
          
        
        
          görülen bir iyiliğe karşılık
        
        
          hoşnutluk, memnunluk ve min-
        
        
          nettarlık ifade etme, teşekkür.
        
        
          
            tahakküm:
          
        
        
          zorbalık etme, zorla
        
        
          hükmetme, hükmü altına alma.
        
        
          
            tahammül:
          
        
        
          zora dayanma, sab-
        
        
          retme, sabır gösterme.
        
        
          
            teessüf:
          
        
        
          üzülme, eseflenme, bir
        
        
          şeyin tesirini hissetme, acı duyma.
        
        
          
            temîn:
          
        
        
          güvenlik, emniyet hissi
        
        
          verme, şüphe ve korkuyu gider-
        
        
          me.
        
        
          
            unvan:
          
        
        
          ad, isim, lâkap.
        
        
          
            yaldız:
          
        
        
          eşyaya altın ve gümüş gö-
        
        
          rüntüsü vermek için yapılan süs.
        
        
          
            zail:
          
        
        
          zeval bulan, sona eren, de-
        
        
          vamlı olmayan, yok olan.
        
        
          
            ziya:
          
        
        
          ışık, aydınlık, nur, parlaklık.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          çok, fazla
        
        
          
            alâkadar:
          
        
        
          ilgili, ilişkili, münase-
        
        
          betli, bağlı.
        
        
          
            dehşetli:
          
        
        
          ürkütücü, korkunç.
        
        
          
            derece-i iman:
          
        
        
          imanın dere-
        
        
          cesi.
        
        
          
            efrat:
          
        
        
          fertler.
        
        
          
            elem:
          
        
        
          dert, üzüntü, maddî-
        
        
          manevî ıztırap.
        
        
          
            elîm:
          
        
        
          şiddetli, çok dert ve ke-
        
        
          der veren.
        
        
          
            hadsiz:
          
        
        
          sınırsız, sonsuz.
        
        
          
            hane:
          
        
        
          ev, mesken.
        
        
          
            hariç:
          
        
        
          bir şeyin dışı, dışarısı,
        
        
          dışta kalan.
        
        
          
            hiddet:
          
        
        
          öfke, kızgınlık.
        
        
          
            hükmetme:
          
        
        
          hakim olma, ka-
        
        
          rar verme.
        
        
          
            iman-ı ahiret:
          
        
        
          ahirete iman,
        
        
          inanma.
        
        
          
            iman-ı bilahiret:
          
        
        
          ahirete iman.
        
        
          
            imtihan:
          
        
        
          deneme, sınama; Al-
        
        
          lah’ın çeşitli şekillerde kullarını
        
        
          denemesi.
        
        
          
            kasem:
          
        
        
          yemin, and, ahdetme.
        
        
          
            kısmen:
          
        
        
          kısmî olarak, bazı
        
        
          yönden.
        
        
          
            kıymettar:
          
        
        
          kıymetli, değerli.
        
        
          
            kuvvet:
          
        
        
          güç, kudret.
        
        
          
            makam:
          
        
        
          yer, durak.
        
        
          
            medrese:
          
        
        
          ders okutulan yer.
        
        
          
            Medrese-i yusufiye:
          
        
        
          Yusuf’un
        
        
          medresesi, Hz. Yusuf’un (as) if-
        
        
          tira, haksızlık ve zulüm ile ha-
        
        
          piste kalmasından kinaye ola-
        
        
          rak, iman ve Kur’ân’a hizme-
        
        
          tinden dolayı tevkif edilenlerin
        
        
          hapsedildiği yer manasında,
        
        
          hapishane.
        
        
          
            metanet:
          
        
        
          metin olma, daya-
        
        
          nıklılık, sağlamlık.
        
        
          
            muhabbet:
          
        
        
          sevgi, sevme.
        
        
          
            mücahidâne:
          
        
        
          mücahitçe, ci-