ile verilecektir. kur’ân-ı Mu'cizülbeyan o derece cismanî
        
        
          lezzetleri sarih bir surette beyan eder ki, başka teviller ile
        
        
          mana-i zahirîyi kabul etmemek imkân haricindedir.
        
        
          İşte iman-ı ahiretin meyveleri ve neticeleri gösteriyor-
        
        
          lar ki; nasıl ki, aza-i insanîden midenin hakikati ve ihti-
        
        
          yacatı, taamların vücuduna kat’î delâlet eder; öyle de, in-
        
        
          sanın hakikati ve kemalâtı ve fıtrî ihtiyacatı ve ebedî ar-
        
        
          zuları ve iman-ı ahiretin mezkûr netice ve faydalarını is-
        
        
          teyen hakikatleri ve istidatları, daha kat’î olarak ahirete
        
        
          ve cennete ve cismanî bâkî lezzetlere delâlet ve tahak-
        
        
          kuklarına şahadet ettiği gibi; bu kâinatın hakikat-i kema-
        
        
          lâtı ve manidar tekvinî âyâtı ve insaniyetin mezkûr haki-
        
        
          katler ile alâkadar bütün hakikatleri, dâr-ı ahiretin vücu-
        
        
          duna ve tahakkukuna ve haşrin gelmesine ve cennet ve
        
        
          cehennemin açılmasına delâlet ve şahadet ettiklerini, ri-
        
        
          sale-i nur eczaları ve bilhassa onuncu ve Yirmi sekizin-
        
        
          ci (iki makamı), Yirmi dokuzuncu sözler ve dokuzuncu
        
        
          Şua ve Münacat risaleleri hüccetlerle parlak ve şüphe bı-
        
        
          rakmaz bir tarzda ispat etmişler. onlara havale ederek
        
        
          bu uzun kıssayı kısa kesiyoruz.
        
        
          Cehenneme dair beyanat-ı kur’âniye o kadar vazıh ve
        
        
          zahirdir ki, başka izahata ihtiyaç bırakmamış. Yalnız bir
        
        
          iki zayıf şüpheyi izale edecek iki üç nükteyi, tafsilini ri-
        
        
          sale-i nur’a havale edip, gayet kısa bir hülâsasını beyan
        
        
          edeceğiz.
        
        
          
            Birinci Nükte:
          
        
        
          Cehennem fikri, geçmiş iman meyve-
        
        
          lerinin lezzetlerini korkusuyla kaçırmıyor. Çünkü, hadsiz
        
        
          rahmet-i rabbaniye, o korkan adama der: “Bana gel,
        
        
          sekiZinCi mesele
        
        
          
            | 78 |
          
        
        
          
            M
          
        
        
          
            eYve
          
        
        
          
            R
          
        
        
          
            isalesi
          
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            alâkadar:
          
        
        
          ilgili, ilişkili, münasebet-
        
        
          li, bağlı.
        
        
          
            ayat:
          
        
        
          Kur’ân ayetleri.
        
        
          
            aza-i insanî:
          
        
        
          insanın azaları, or-
        
        
          ganları.
        
        
          
            bâkî:
          
        
        
          ebedî, daimî, sürekli ve kalıcı
        
        
          olan.
        
        
          
            beyan etmek:
          
        
        
          açıklamak, bildir-
        
        
          mek, izah etmek.
        
        
          
            beyanat-ı Kur’âniye:
          
        
        
          Kur’ân’ın
        
        
          açıklamarı, beyanları, mesajları.
        
        
          
            bilhassa:
          
        
        
          özellikle.
        
        
          
            delâlet:
          
        
        
          delil olma, gösterme.
        
        
          
            ecza:
          
        
        
          cüz’ler, parçalar, kısımlar.
        
        
          
            faide:
          
        
        
          fayda.
        
        
          
            fıtrî:
          
        
        
          tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
        
        
          olan.
        
        
          
            hakikat:
          
        
        
          gerçek, esas.
        
        
          
            hakikat-i kemalât:
          
        
        
          mükemmellik
        
        
          gerçeği.
        
        
          
            hariç:
          
        
        
          bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
        
        
          kalan.
        
        
          
            haşir:
          
        
        
          kıyametten sonra bütün in-
        
        
          sanların bir yere toplanmaları, Al-
        
        
          lah’ın ölüleri diriltip mahşere çıkar-
        
        
          ması.
        
        
          
            havale:
          
        
        
          bir şeyi başkasının üstüne
        
        
          bırakma.
        
        
          
            hülâsa:
          
        
        
          bir şeyin özü, esası, özeti.
        
        
          
            hüccet:
          
        
        
          delil.
        
        
          
            ihtiyacat:
          
        
        
          ihtiyaçlar, lüzumlu olan
        
        
          şeyler.
        
        
          
            iman:
          
        
        
          inanma, itikat.
        
        
          
            iman-ı ahiret:
          
        
        
          ahirete iman, inan-
        
        
          ma.
        
        
          
            imkân:
          
        
        
          mümkün olma, olabilirlik.
        
        
          
            ispat:
          
        
        
          doğruyu delillerle gösterme.
        
        
          
            istidat:
          
        
        
          kabiliyet, yetenek.
        
        
          
            izahat:
          
        
        
          izahlar, açıklamalar.
        
        
          
            izale:
          
        
        
          giderme, ortadan kaldır-
        
        
          ma.
        
        
          
            kat’î:
          
        
        
          kesin, şüpheye ve tered-
        
        
          düde mahal bırakmayan.
        
        
          
            kemalât:
          
        
        
          faziletler, kemaller,
        
        
          olgunluklar, mükemmellikler.
        
        
          
            kıssa:
          
        
        
          anlatılan olay, hikaye.
        
        
          
            Kur’ân-ı
          
        
        
          
            Mu’cizü’l-Beyan:
          
        
        
          açıklamalarıyla akılları benze-
        
        
          rini yapmaktan aciz bırakan
        
        
          Kur’an-ı Kerim.
        
        
          
            makam:
          
        
        
          yer, durak.
        
        
          
            mana-i zahirî:
          
        
        
          zahire ait ma-
        
        
          na, açık mana, görünen mana.
        
        
          
            manidar:
          
        
        
          nükteli, ince manalı.
        
        
          
            mezkûr:
          
        
        
          zikredilen, adı geçen,
        
        
          anılan.
        
        
          
            nükte:
          
        
        
          ince manalı, düşündü-
        
        
          rücü söz.
        
        
          
            rahmet-i Rabbaniye:
          
        
        
          Allah’ın
        
        
          rahmeti, merhameti, şefkati.
        
        
          
            Risale-i Nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Be-
        
        
          diüzzaman Said Nursî’nin eser-
        
        
          lerinin adı.
        
        
          
            sarih:
          
        
        
          açık, âşikar.
        
        
          
            suret:
          
        
        
          biçim, tarz, görünüş.
        
        
          
            şahadet:
          
        
        
          şahit olma, şahitlik,
        
        
          tanıklık.
        
        
          
            tafsil:
          
        
        
          etraflıca bildirme, uzun
        
        
          uzadıya anlatma, açıklama.
        
        
          
            tahakkuk:
          
        
        
          gerçekleşme, mey-
        
        
          dana gelme, olma.
        
        
          
            tekvinî:
          
        
        
          tekvin ile ilgili, yarat-
        
        
          maya, var etmeye dair.
        
        
          
            tevil:
          
        
        
          yorumlama, yorum.
        
        
          
            vazıh:
          
        
        
          açık, ayan, aşikâr, bes-
        
        
          belli, kapalı olmayan.
        
        
          
            vücut:
          
        
        
          var olma, varlık.
        
        
          
            zahir:
          
        
        
          açık, âşikar