Emirdağ Lâhikası - page 151

Œ
46
œ
salâhaddin’in pek uzun ve on mektup kadar beni
memnun eden ve sadakatine ve sebatına bu fırtınalar hiç
tesir etmediğini ve daima bir Abdurrahman hükmünde
bulunduğunu ve o havalideki kardeşlerimiz fütursuz çalış-
tıklarını bildiren mektubunu aldım, “Maşaallah” dedim.
Baba ve oğlu Isparta kahramanları gibi sarsılmıyorlar.
Fakat, şimdi risale-i nur’un tab suretiyle intişarı, hakikî
bir ihlâs ve kuvvetli bir tesanüd ve birbirinin kusuruna
bakmamak lâzım geldiğinden, kastamonu vilâyetindeki
kardeşlerimiz, Ispartalılara ihlâs ve tesanütte benzemeye
mecburdurlar. İnşaallah onlar dahi, şahsî hissiyatlarını bu
kudsî hizmetin zararına istimal etmeyecekler.
Hem, gerçi risale-i nur, parlak ve kuvvetli hakikatle-
riyle serbestiyetini kazanmış ve düşmanlarını bir cihette
mağlûp etmiş; fakat, eskiden ziyade ihtiyata ihtiyacımız
var. Çünkü, münafık düşmanlar durmuyorlar, bahaneler
arıyorlar, hükûmeti iğfale çalışıyorlar.
salâhaddin, hususî, kendine ait bir meseleyi soruyor.
dünya, hayat-ı içtimaiyeye bağlanmak istiyor. Madem o,
haslar içindedir; katiyen risale-i nur’un hizmetine zara-
rı varsa, girmeyecek. eğer bilse ki, o refîka-i hayatını
bazı has kardeşlerimiz gibi risale-i nur’un hizmetinde
yardımcı olarak çalıştırsa, o hayata girebilir. Çünkü has-
ların hayatı, risale-i nur’a aittir ve şahs-ı manevîsini
temsil eden şakirtlerinin tensibiyle kayıt altına girebilir.
Emirdağ Lâhikası – ı | 151 |
münafık:
nifak sokan, iki yüzlülük
eden, ara bozucu.
refika-i hayat:
hayat arkadaşı.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sebat:
sabit durma, kararlılık.
serbestiyet:
serbestlik, rahat ve
serbest olma hâli.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs, belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tab:
basma.
temsil:
bir şeyin sembolü olma.
tensip:
uygun görme, münasip
kılma, uygun bulma.
tesanüt:
dayanışma, birbirine da-
yanma ve destek olma.
tesir:
etki.
vilayet:
il.
ziyade:
çok, fazla.
bahane:
vesile, sebep.
cihet:
yön, sebep, vesile.
fütur:
zayıflık, gevşeklik,
usanç.
gerçi:
her ne kadar...
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
havali:
etraf, çevre, civar, yöre,
dolay.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hissiyat:
hisler, duygular.
hizmet:
görev, vazife.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşü-
rerek kandırma, aldatma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemeksi-
zin, sırf Allah rızası için yapma.
ihtiyat:
uzak görüşlü olma,
geleceği düşünerek tedbirli
hareket etme.
inşaallah:
Allah izin verirse.
intişar:
yayınlanma, neşrolma.
istimal:
kullanma.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kusur:
eksiklik, noksan.
madem:
değil mi ki.
maşaallah:
Allah nazardan
saklasın, ne güzel, Allah koru-
sun.
mesele:
konu.
1...,141,142,143,144,145,146,147,148,149,150 152,153,154,155,156,157,158,159,160,161,...1032
Powered by FlippingBook