Lem'alar - page 17

İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetin-
den yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. gecemiz is-
tikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden
yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. denizimiz, şu ser-
gerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde bin-
ler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha
korkuludur. Bizim heva-i nefsimiz hutumuzdur; hayat-ı
ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor.
(1)
Bu hut, onun hu-
tundan bin derece daha muzırdır. Çünkü, onun hutu yüz
senelik bir hayatı mahveder. Bizim hutumuz ise yüz mil-
yon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
Madem hakikî vaziyetimiz budur; biz de, Hazret-i Yu-
nus Aleyhisselâma iktidaen, umum esbaptan yüzümüzü
çevirip, doğrudan doğruya Müsebbibü’l-esbap olan rab-
bimize iltica edip,
(2)
n
Ú/
Ÿp
És
¶dG n
øp
e o
âr
æ`o
c
u
Êp
G n
?n
fÉn
ërÑ°oS
n
âr
fn
G s
B
’p
G n
¬ '
dp
G '
B ’
demeliyiz ve aynelyakîn anlamalıyız ki, gaflet ve dalâleti-
miz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve
heva-i nefsin zararlarını defedecek yalnız o zat olabilir ki,
istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz
taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı semavat ve Arz’dan
başka hangi sebep var ki, en ince ve en gizli hatırat-ı kal-
bimizi bilecek? Ve bizim için istikbali, ahiretin icadıyla ışık-
landıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvacından kur-
taracak –hâşâ– zat-ı Vacibü’l-Vücud’dan başka hiçbir şey,
hiçbir cihette, onun izni ve iradesi olmadan imdat ede-
mez ve halâskâr olamaz.
(3)
Lem’aLar | 17 |
B
irinci
l
em
a
sonsuz hayat.
heva-i nefis:
nefsin zararlı ve gü-
nah olan istekleri.
hut:
büyük balık.
icat:
vücuda getirme, yaratma.
iktidaen:
uyarak, tâbi olarak.
iltica:
sığınma.
imdat:
yardım.
irade:
dileme, isteme.
istikbal:
gelecek zaman.
ittifak etme:
birleşme.
küre-i zemin:
yeryüzü, dünya.
mahv:
yok etme, yıkma.
mevç:
dalga.
muzır:
zararlı.
müsebbibü’l-esbap:
bütün sebep-
leri ve sebeplerin sonucunu yara-
tan Allah.
müthiş:
dehşet veren, korkutan.
nazar-ı gaflet:
bir şeyin manasını
anlamadan bakmak.
nefis:
ruh, can.
rab:
her şeyin sahibi, yaratan, ter-
biye eden Allah.
sergerdan:
şaşkın; başı dönmüş.
taht-ı emir:
hükmü ve emri altın-
da olma.
taht-ı hüküm:
hüküm ve idare al-
tında.
taht-ı idare:
yönetim altında.
tenzih etme:
uzak tutma, temiz
görme, yüce tutma.
umum:
bütün, cümle.
vaziyet:
durum, hâl.
zat:
kişi, şahıs; azamet ve ululuk
sahibi olan Allah.
Zat-ı Vacibü’l-Vücud:
varlığı mut-
laka zorunlu olan ve varlığının de-
vamı için hiç bir sebebe bağlı ol-
mayan Zat, Allah.
ahiret:
öldükten sonraki son-
suz hayat.
aleyhisselâm:
Allah’ın selâmı,
rahmet ve esenliği onun üze-
rine olsun.
aynelyakîn:
bir şeyi görerek
ve seyrederek bilme.
cihet:
yön, taraf.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak; sapkınlık.
def etmek:
uzaklaştırmak.
dehşet:
büyük korku hâli.
derece:
mertebe, kademe.
emvaç:
dalgalar.
esbap:
sebepler.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp nef-
sinin arzularına dalmak; umur-
samazlık, dikkatsizlik.
hakikî:
gerçek.
halâskâr:
kurtarıcı.
Hâlık-ı Semavat ve arz:
gök-
lerin ve yerin yaratıcısı olan
Allah.
hâşâ:
asla, hiçbir vakit.
hatırat-ı kalb:
kalbe gelen ha-
tıralar.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve
1.
Yusuf Suresi: 53.
2.
Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendi-
ne zulmedenlerden oldum. (Enbiya Suresi: 87.)
3.
Kehf Suresi: 23-24; İnsan Suresi: 30; Tekvir Suresi: 29; Hac Suresi: 65.
1...,7,8,9,10,11,12,13,14,15,16 18,19,20,21,22,23,24,25,26,27,...1406
Powered by FlippingBook