Lem'alar - page 18

Madem hakikat-i hâl böyledir; nasıl ki Hazret-i Yunus
Aleyhisselâma o münacatın neticesinde hutu ona bir mer-
kûb, bir tahtelbahir ve denizi bir güzel sahra ve gece
mehtaplı bir lâtif suret aldı; biz dahi o münacatın sırrıyla,
(1)
n
Ú/
ª p
dÉs
¶dG n
ø p
e o
âr
æ`o
c u
Êp
G n
?n
`fÉn
ër
Ñ°o
S n
âr
`fn
G s
B ’p
G n
¬ '
d p
G '
B’
demeliyiz.
(2)
n
âr
`fn
G s
B ’p
G n
¬ '
d p
G '
B’
cümlesiyle istikbalimize,
(3)
n
?n
fÉn
ër
Ñ°o
S
ke-
limesiyle dünyamıza,
(4)
n
Ú/
ª p
dÉs
¶dG n
ø p
e o
âr
æ`o
c
u
Êp
G
fıkrasıyla nef-
simize nazar-ı merhametini celp etmeliyiz.
(5)
tâ ki nur-i
iman ile ve kur’ân’ın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür et-
sin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzü-
he inkılâp etsin. Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değiş-
mesiyle seneler ve karnlar emvacı üstünde hadsiz cena-
zeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde,
kur’ân-ı Hakîm’in tezgâhında yapılan bir sefine-i mane-
viye hükmüne geçen hakikat-i İslâmiyet içine girip, selâ-
metle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak
hayatımızın vazifesi bitsin. o denizin fırtınaları ve zelze-
leleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını ta-
zelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve
tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o
sırr-ı kur’ân’la, o terbiye-i Furkaniye ile, nefsimiz bize bin-
meyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı
ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.
E l hâs ı l
: Madem insan, mahiyetinin camiiyeti itiba-
rıyla, sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve
adem:
yokluk.
aleyhisselâm:
Allah’ın selâmı, rah-
met ve esenliği onun üzerine ol-
sun.
arz:
yer, dünya.
camiiyet:
toplayıcı, genel, kapsa-
yıcı oluş.
celp etmek:
çekmek.
dehşet:
büyük korku hâli.
elhâsıl:
sözün kısası, özeti.
emvaç:
dalgalar.
fıkra:
bend; kısım, bölüm.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat-i hâl:
durumun gerçek
yönü.
hakikat-i İslâmiyet:
İslâm’ın doğ-
ruları, gerçekleri.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve sonsuz
hayat.
hut:
büyük balık.
hükmüne geçmek:
yerinde ol-
mak, yerine geçmek.
inkılâp etme:
değişme, dönüşme.
istikbal:
gelecek zaman.
itibarıyla:
-bakımından, sayılmak
üzere.
keyif:
hoşlanma, memnunluk.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
lâtif:
hoş, güzel.
mahiyet:
bir şeyin aslı, iç yüzü.
manzara:
genel görünüm.
mehtap:
ay ışığı.
merkûb:
binek aracı.
mevt:
ölüm.
münacat:
Allah’a yalvarış, dua.
müteellim olmak:
acı duymak.
mütemadiyen:
devamlı olarak.
nazar-ı ibret:
ibret alınacak bakış.
nazar-ı merhamet:
şefkat ve
merhametle bakış.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç; ruh, can, kişinin kendisi.
netice:
sonuç.
nur-i iman:
imandan gelen nur,
ışık.
sahil-i selâmet:
kurtuluş sahili,
korku ve endişenin olmadığı, gü-
venilir kıyı.
sefine-i maneviye:
manevî bir ge-
mi.
selâmet:
kötülüklerden kurtulma,
esenlik.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin, dikkat,
tecrübe, yetenek ve sezgi yardı-
mıyla kavranabilen en ince en zor
yanı.
sırr-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın sırrı.
sıtma:
ateşli bir hastalık.
suret:
biçim, görünüş.
tahtelbahir:
denizaltı.
tefekkür:
derin düşünme.
tenevvür etme:
nurlanma,
aydınlanma.
tenezzüh:
seyir, gezinti.
tenzih etme:
uzak tutma, te-
miz görme, yüce tutma.
terbiye-i Furkaniye:
doğru ile
yanlışı birbirinden ayıran
Kur’ân’ın terbiyesi, eğitimi.
tezgâh:
sergi.
ünsiyet:
cana yakınlık, dost-
luk.
vahşet:
ıssız, ürkütücü.
vasıta:
araç, vesile.
vazife:
görev.
zelzele:
sarsıntı.
zemin:
yeryüzü.
1.
Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendi-
ne zulmedenlerden oldum. (Enbiya Suresi: 87.)
2.
Senden başka hiçbir ilâh yoktur. (Enbiya Suresi: 87.)
3.
Seni her türlü noksan sıfattan tenzih ederim. (Enbiya Suresi: 87.)
4.
Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum. (Enbiya Suresi: 87.)
5.
Buharî, Ezan: 149, Tevhid: 9; Müslim, Zikir: 47-48, Hudûd: 23.
B
irinci
l
em
a
| 18 | Lem’aLar
1...,8,9,10,11,12,13,14,15,16,17 19,20,21,22,23,24,25,26,27,28,...1406
Powered by FlippingBook