Lem'alar - page 941

emr-i
(1)
o
¿ƒo
µ n
«n
a r
øo
c
’dan gelen fermanlara kemal-i inkıyat-
la itaat ettirmesi, ism-i
Kayyum’
un azamî cilvesine bir öl-
çü olduğu gibi, her bir mevcudun zerreleri dahi, yıldızlar
gibi, sırr-ı kayyumiyetle kaim ve o sırla beka ve devam
ediyorlar.
evet, bir zîhayatın cesedindeki zerrelerin her bir azaya
mahsus bir hey’et ile küme küme toplanıp dağılmadıkla-
rı ve sel gibi akan unsurların fırtınaları içinde vaziyetleri-
ni muhafaza edip dağılmamaları ve muntazaman durma-
ları, bilbedahe, kendi kendilerinden olmayıp, belki sırr-ı
kayyumiyetle olduğundan, her bir ceset muntazam bir ta-
bur, her bir nevi muntazam bir ordu hükmünde olarak,
bütün zîhayat ve mürekkebatın zemin yüzünde ve yıldız-
ların feza âleminde durmaları ve gezmeleri gibi, bu zerre-
ler dahi hadsiz dilleriyle sırr-ı kayyumiyeti ilân ederler.
İ
KİNCİ
m
eSeLe
:
eşyanın sırr-ı kayyumiyetle münasebettar faydalarının
ve hikmetlerinin bir kısmına işaret etmeyi bu makam ik-
tiza ediyor.
evet, her şeyin hikmet-i vücudu ve gaye-i fıtratı ve fa-
ide-i hilkati ve netice-i hayatı üçer nev’idir:
Birinci nevi,
kendine ve insana ve insanın maslahat-
larına bakar.
İkinci nevi,
daha mühimdir ki, her şey, umum zîşuur
mütalâa edebilecek ve
Fâtır-ı Zülcelâl’
in cilve-i esmasını
bildirecek birer ayet, birer mektup, birer kitap, birer
Lem’aLar | 941 |
o
Tuzuncu
l
em
a
vam ettirdiğini ifade eden ismi.
itaat:
boyun eğme, uyma.
kaim:
ayakta duran, var olan.
kaside:
kafiyeli ve övgü dolu ifa-
deler içeren şiir.
kemal-i inkıyat:
tam itaat ve bo-
yun eğme.
mahsus:
bir şeye has olan.
makam:
yer, konum.
mana:
anlam.
maslahat:
fayda, yarar.
mesele:
önemli konu.
mevcut:
var olan, varlık.
muhafaza:
koruma.
muntazam:
intizamlı, düzgün.
muntazaman:
düzgün olarak, de-
vamlı.
mühim:
önemli.
münasebettar:
bağlantılı, alâkalı.
mürekkebat:
bileşikler, karışım-
lar.
mütalâa:
tetkik, araştırma, ince-
leme.
netice-i hayat:
hayatın neticesi,
gayesi.
nevi:
çeşit, tür.
sırr-ı kayyumiyet:
Allah’ın her
şeyi kendi varlığıyla ayakta tut-
masının sırrı.
umum:
bütün.
unsur:
bir şeyin parçası.
vaziyet:
durum.
zemin:
yer yüzü.
zerre:
en küçük parça, atom.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zîşuur:
şuur sahibi, bilinçli.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
aza:
organlar, uzuvlar.
azamî:
en fazla derecede; son
derece.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuz-
luk.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
cilve:
görüntü, tecelli.
cilve-i esma:
Allah’ın isimleri-
nin varlıklardaki eseri, görün-
tüsü.
faide-i hilkat:
yaratılıştan ge-
len fayda.
Fâtır-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi ve benzeri olmayan
şeyleri yaratan Allah.
ferman:
emir, buyruk.
feza:
uzay.
gaye-i fıtrat:
yaratılışın gayesi,
maksadı.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hey’et:
şekil, biçim, yapı.
hikmet:
fayda, gaye; her şeyin
belirli gayelere yönelik olarak,
manalı, faydalı ve tam yerli
yerinde yaratılması.
hikmet-i vücut:
var oluş hik-
meti.
hükmünde:
yerinde.
ifade:
anlatma.
iktiza:
gerektirme.
ism-i Kayyum:
Allah’ın her
şeyi kendi varlığıyla ayakta
tuttuğunu ve varlıklarını de-
1.
“Ol” der; oluverir. (Yâsin Suresi: 82.)
1...,931,932,933,934,935,936,937,938,939,940 942,943,944,945,946,947,948,949,950,951,...1406
Powered by FlippingBook