Mektubat - page 132

DÖRDÜNCÜ NOkta
eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı
ve firak ebedî olsaydı, elîmâne teessürat ve me’yusâne
teellümatın bir manası olurdu. Fakat madem dünya bir
misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de,
biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus
değil, umumî bir caddedir. Hem madem müfarakat dahi
ebedî değil, ileride hem berzahta, hem cennette
görüşülecektir;
(1)
! o
ºr
µ` o
ër
dn
G
,” demeli. “o verdi, o aldı.
(2)
m
?Én
M pq
?o
c '
¤n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
” deyip sabır ile şükretmeli.
beŞİNCİ NOkta
rahmet-i İlâhiyenin en lâtif, en güzel, en hoş, en şirin
cilvelerinden olan şefkat, bir iksir-i nuranîdir; aşktan çok
keskindir. Çabuk Cenab-ı Hakka vusule vesile olur.
nasıl, aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî pek çok müşkülâtla
aşk-ı hakikîye inkılâp eder, Cenab-ı Hakkı bulur; öyle de,
şefkat, fakat müşkülâtsız, daha kısa, daha safî bir tarzda
kalbi Cenab-ı Hakka rapteder.
gerek peder ve gerek valide, veledini bütün dünya gi-
bi severler. Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar
ise, hakikî ehl-i iman ise, dünyadan yüzünü çevirir,
Mün’im-i Hakikî’yi bulur. der ki: “dünya madem fânîdir;
değmiyor alâka-i kalbe.” Veledi nereye gitmişse, oraya
karşı bir alâka peyda eder, büyük manevî bir hâl kazanır.
alâka peyda etmek:
ilgi duymak.
alâka-i kalp:
kalben bağlanma.
aşk-ı dünyevî:
dünya ile ilgili
şeylere karşı gösterilen aşırı sev-
gi, muhabbet.
aşk-ı hakikîye:
gerçek aşk, Al-
lah’a karşı duyulan şiddetli sevgi
ve muhabbet.
aşk-ı mecazî:
nefis ve şehvet
üzerine bina edilmiş aşk, aşırı
sevgi.
bahtiyar:
tâli’li, kısmetli.
berzah:
ruhların kıyamete kadar
bekleyeceği, dünya ile ahiret ara-
sındaki yer, kabir âlemi.
Cenab-ı Hak:
Allah, Hakkın ta
kendisi olan şeref ve azamet sa-
hibi yüce Allah.
cilve:
yansıma, görüntü.
ebedî:
sonsuz, sürekli, devamlı.
ehl-i iman:
mü’minler, Allah’a ve
her şeyin Allah’tan geldiğine ina-
nan kimseler.
elîmâne:
acı, elem çekerek.
fânî:
ölümlü, geçici.
firak:
ayrılık.
hakikî:
gerçek.
hamd:
medih, övgü.
hüküm:
karar, emir.
iksir-i nuranî:
nurlu, çok tesirli
ilâç.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
lâtif:
hoş, güzel.
mahsus:
has, özel.
mana:
anlam.
manevî:
manaya ait, manevî
yönden.
me’yusâne:
ümitsizce.
misafirhane:
misafirlerin kaldığı
yer.
müfarakat:
ayrılık.
Mün’im-i Hakikî:
nimetin gerçek
sahibi olan Allah.
müşkülât:
zorluklar, güçlük-
ler.
peder:
baba.
Rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın
sonsuz rahmeti, şefkat ve
merhameti.
raptetmek:
bağlamak.
sabır:
dayanma, katlanma.
safî:
samimî, saf, içten.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet, sevgi.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
teellümat:
teellümler, elem-
ler, acılar.
teessürat:
teessürler, üzün-
tüler.
umumî:
herkesle alâkalı, ge-
nel.
vakit:
zaman.
valide:
anne.
vefat eden:
ölen.
velet:
çocuk.
vesile olmak:
vasıta, aracı ol-
mak.
vusul:
kavuşma, erişme.
o
n
Y
edinci
m
ekTup
| 132 | Mektubat
1.
Hüküm Allah’ındır. (Mü’min Suresi: 12.)
2.
Her hâl üzere Allah’a hamd olsun. o (Feyzü’l-Kadîr, 1:368, hadis no: 662; Kenzü’l-Ummal,
1:72, 181; Tirmizî, 5:578, hadis no: 3599; İbniMâce, 1:92, hadis no: 251; 2:1260, hadis no: 3830.)
1...,122,123,124,125,126,127,128,129,130,131 133,134,135,136,137,138,139,140,141,142,...1086
Powered by FlippingBook