Mektubat - page 287

• tevrat’ın Beşinci kitabının otuz üçüncü Babında şu
ayet var:
“Hak teâlâ, tur-i sina’dan ikbal edip bize sâir’den tu-
lû etti ve Faran dağlarında zahir oldu.”
(1)
İşte şu ayet, nasıl ki tûr-i sina’da “
ikbal-iHak
” fıkra-
sıyla nübüvvet-i Mûseviyeyi ve Şam dağlarından ibaret
olan
Sâir’
den “
tulû-iHak
” fıkrasıyla nübüvvet-i İseviyeyi
ihbar eder; öyle de, bilittifak Hicaz dağlarından ibaret
olan Faran dağlarından “
zuhur-iHak
” fıkrasıyla, bizzaru-
re risalet-i Ahmediyeyi (
AsM
) haber veriyor.
Hem sure-i Fethin ahirinde
(2)
p
áj'
Qr
ƒs
àdG?p
a r
ºo
¡o
?n
ãn
e n
?p
d'
P
hük-
münü tasdiken, tevrat’ta Faran dağlarından zuhur eden
peygamberin sahabeleri hakkında şu ayet var: “kudsîle-
rin bayrakları beraberindedir. Ve onun sağındadır.” “kud-
sîler” namıyla tavsif eder. Yani, “onun sahabeleri kudsî,
salih evliyalardır.”
• eş’ıya peygamberin kitabında, kırk İkinci Babında şu
ayet vardır:
“Hak sübhanehü, ahirzamanda, kendinin ıstıfagerde
ve bergüzidesi kulunu ba’s edecek ve ona, ruhülemin
Hazret-i Cibril’i yollayıp din-i İlâhîsini ona talim ettirecek.
Ve o dahi, ruhüleminin talimi veçhile nâsa talim eyleye-
cek ve beynennâs hak ile hükmedecektir. o bir nurdur,
halkı zulümattan çıkaracaktır. rabbin bana kablelvuku bil-
dirdiği şeyi ben de size bildiriyorum.”
(3)
Mektubat | 287 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
Mükerreme ile Medine-i Münev-
vere’yi içine alan bölge.
hüküm:
karar, emir.
ıstıfagerde:
seçilmiş.
ibaret olan:
meydana gelen, olu-
şan.
ihbar etmek:
haber vermek, bil-
dirmek.
ikbal:
yönelmek, teveccüh etmek.
ikbal-i Hak:
Cenab-ı Hakkın Tûr-i
Sina’da Hazret-i Mûsa’yı kabulü
esnasında tecelli edişi mu’cizesiy-
le insanoğluna yönelmesi, tevec-
cühü.
kablelvuku:
olmadan önce.
kudsî:
aziz, Allah’a mensup.
nam:
ad, isim.
nâs:
insanlar.
nur:
aydınlık, ışık.
nübüvvet-i İseviye:
Hz. İsa’nın
peygamberliği.
nübüvvet-i Mûseviye:
Hz. Mû-
sa’nın peygamberliği.
rab:
yaratan, besleyen, büyüten,
verdiği nimetlerle mahlûkatı ıslah
ve terbiye eden Allah.
risalet-i ahmediye:
Hz. Muham-
med’in peygamberliği.
Ruhülemin:
vahiy meleği Hz. Ceb-
rail.
Sahabe:
Peygamberimizin müba-
rek yüzünü görmekle şereflenen
ve onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
Sair:
şimdiki Filistin.
salih:
dinin emir ve yasaklarına
uygun hareket eden, Allah’ın sev-
gili kulu.
talim:
öğretme, eğitme.
tasdiken:
tasdik ederek, doğrula-
yarak.
tavsif:
vasıflandırma, özelliklerini
anlatma.
tevrat:
Hz. Mûsa’ya indirilmiş olan
İlâhî kitap.
tulû:
doğma, görünme, meydana
çıkma.
tulû-i Hak:
hakkın doğması; Şam
civarında doğan Hz. İsa’ya gönde-
rilen dinle Cenab-ı Hakkın âdeta
doğması, görünmesi.
tûr-i Sina:
Sina Dağı; Cenab-ı Hak-
kın Hz. Mûsa’ya tecelli ettiği ve
Tevrat’ı indirdiği, bugün Mısır top-
raklarında olan dağ.
vasıf:
hâl, nitelik, sıfât, özellik.
veçhile:
yoluyla.
zahir olmak:
görünmek.
zuhur etmek:
görünmek, ortaya
çıkmak.
zuhur-i Hak:
hakkın ortaya çık-
ması, doğması; Hicaz bölgesinde
doğan Peygamberimize gönderi-
len dinle Cenab-ı Hakkın âdeta
kendini göstermesi ortaya çıkma-
sı.
zulümat:
karanlıklar; dinsizlik, zu-
lüm ve küfür.
ahir:
son.
ahirzaman:
dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
ayet:
Tevrat’tan bir cümle.
bab:
bir kitabın bölümlerin-
den her biri.
ba’s etme:
Allah’ın peygam-
ber gönderimesi.
bergüzide:
seçkin, seçilmiş.
beynennâs:
insanlar arasında.
bilittifak:
ittifakla, birlikte.
bizzarure:
ister istemez, zo-
runlu olarak.
din-i İlâhî:
Allah’ın dini; İlâhî
din.
evliya:
velîler, Allah dostları.
Faran:
Mekke dağlarına İn-
cil'de verilen isim.
fıkra:
bölüm, kısım.
Hak Sübhanehü:
hakkın ta
kendisi, her türlü kusur ve
noksandan uzak olan Allah.
Hak teâlâ:
hakkın ta kendisi
olan yüce Allah.
hak:
doğru, gerçek.
halk:
insanlar.
Hicaz:
Arabistan’da Mekke-i
1.
Tevrat, Tesniye, Bab 33, ayet 2.
2.
Bu onların Tevrat’taki vasfıdır. (Fetih Suresi: 29.)
3.
Kitab-ı Mukaddes (Türkçe tercüme) Bab: 4, İşaya, ayet 1-4, 7, 9, s. 704.
1...,277,278,279,280,281,282,283,284,285,286 288,289,290,291,292,293,294,295,296,297,...1086
Powered by FlippingBook