Mektubat - page 365

Bi r inc i s i
: Bu zatta (
AsM
), hatta düşmanlarının tasdi-
kiyle dahi, bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunması;
ve
(2)
»'
en
Q %G s
ø p
µ '
dn
h n
â r
«n
e n
Q r
Pp
G n
â r
«n
e n
Q Én
en
h
(1)
@ o
ôn
ªn
?r
dG s
?n
°ûr
fGn
h
ayet-
lerinin sarahatiyle, bir parmağının işaretiyle kamer iki
parça olması; ve bir avucu ile a’dâsının ordusuna attığı az
bir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiyle kaçma-
ları; ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parmağından
akan kevser gibi akan suyu kifayet derecesinde içirmesi
gibi, nass-ı kat’î ile ve bir kısmı tevatür ile yüzer mu’ciza-
tın onun elinde zahir olmasıdır. Bu mu’cizatın üç yüzden
ziyade bir kısmı, on dokuzuncu Mektup Mu’cizat-ı Ah-
mediye (
AsM
) namındaki harika ve kerametli bir risalede
kat’î delilleriyle beraber beyan edildiğinden, onları ona
havale ederek dedi ki:
“Bu kadar ahlâk-ı hasene ve kemalâtlâ beraber, bu ka-
dar mu’cizat-ı bâhiresi bulunan bir zat (
AsM
), elbette en
doğru sözlüdür. Ahlâksızların işi olan hileye, yalana, yan-
lışa tenezzül etmesi kabil değil.”
İ k inc i s i
: elinde, bu kâinat sahibinin bir fermanı bu-
lunduğu ve o fermanı her asırda üç yüz milyondan ziya-
de insanların onu kabul ve tasdik ettikleri ve o ferman
olan kur’ân-ı Azîmüşşan’ın, yedi vecihle harika olması-
dır. Ve bu kur’ân’ın, kırk vecihle mu’cize olduğunu ve
kâinat Hâlıkının sözü bulunduğunu, kuvvetli delilleriyle
beraber Yirmi Beşinci söz Mu’cizat-ı kur’âniye namında
ve risale-i nur’un bir güneşi olan meşhur bir risalede taf-
silen beyan edilmesinden, onu ona havale ederek dedi:
Mektubat | 365 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
kevser:
cennette bulunan bir akar-
su.
kifayet:
yeter, yetme, yeterlilik.
kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve şerefi
yüce olan Kur’ân.
mu’cizat:
mu’cizeler; Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
mu’cizat-ı bâhire:
apaçık mu’ci-
zeler.
mu’cizat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
mu’cizeleri.
mu’cizat-ı ahmediye:
Peygam-
berimiz Hz. Muhammed’in göster-
diği mu’cizeler.
mu’cize:
Peygamberler tarafından
ortaya konulan ve insanların ben-
zerini yapmaktan âciz kaldıkları
şey.
nam:
ad, isim.
nass-ı kat’î:
kesin delil; Kur’ân ve
hadisin hükmüyle kesinlik kaza-
nan hususlar.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap.
sarahat:
açıklık.
tafsilen:
ayrıntılı olarak.
tasdik etmek:
doğruluğunu ka-
bul etmek, onaylamak.
tenezzül etmek:
inmek, alçalmak,
kendine aykırı düşen bir işi veya
durumu kabul etmek.
tevatür:
bir hadis-i şerifin, yalan
söylemelerini aklın kabulleneme-
yeceği kadar sayı ve sağlamlıkta-
ki bir topluluk tarafından aktarıl-
ması, rivayet edilmesi.
umum:
bütün, tüm.
vecih:
yön, taraf.
zahir olma:
görünme, ortaya çık-
ma.
zat:
şahıs, kişi, fert.
ziyade:
çok, fazla.
a’dâ:
düşmanlar.
ahlâk-ı hasene:
güzel ahlâk,
güzel huy.
asır:
çağ, yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
beyan etmek:
anlatmak, açık-
lamak, bildirmek.
delil:
bir davayı, meseleyi is-
pata yarayan şey.
ferman:
emir, buyruk.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
haslet:
huy, meziyet; güzel
huy, iyi özellik.
havale etmek:
bir işi veya bir
şeyi başka birine bırakmak.
huy:
yaratılıştan olan karak-
ter, mizaç, ahlâk.
kabil:
olabilir, mümkün; ka-
bul eden.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kamer:
ay.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kemalât:
faziletler, mükem-
mellikler; insandaki ahlâk ve
huy güzellikleri.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler veya tabiatüstü hâdiseler.
1.
Ay yarıldı. (Kamer Suresi: 1.)
2.
Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı. (Enfal Suresi: 17.)
1...,355,356,357,358,359,360,361,362,363,364 366,367,368,369,370,371,372,373,374,375,...1086
Powered by FlippingBook