Mektubat - page 368

onu en yüksek derecede bulmaları, bilbedahe gösterir ki,
imanı dahi emsalsizdir.
İşte, böyle emsalsiz bir şeriat ve misilsiz bir İslâmiyet ve
harika bir ubudiyet ve fevkalâde bir dua ve cihanpesen-
dâne bir davet ve mu’cizâne bir iman sahibinde, elbette
hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz diye anladı ve aklı
dahi tasdik etti.
Dör dün cü sü
: enbiyaların (aleyhimüsselâm) icmaı,
nasıl ki vücut ve vahdaniyet-i İlâhiyeye gayet kuvvetli bir
delildir; öyle de, bu zatın (
AsM
) doğruluğuna ve risaletine
gayet sağlam bir şahadettir. Çünkü, enbiya aleyhimüsse-
lâmın doğruluklarına ve peygamber olmalarına medar
olan ne kadar kudsî sıfatlar, mu’cizeler ve vazifeler varsa,
o zatta (
AsM
) en ileride olduğu tarihçe musaddaktır. de-
mek onlar, nasıl ki lisan-ı kàl ile tevrat, İncil ve zebur ve
suhuflarında bu zatın (
AsM
) geleceğini haber verip insan-
lara beşaret vermişler –ki kütüb-i mukaddesenin o beşa-
retli işaratından yirmiden fazla ve pek zahir bir kısmı on
dokuzuncu Mektupta güzelce beyan ve ispat edilmiş– öy-
le de, lisan-ı hâlleriyle, yani nübüvvetleriyle ve mu’cizele-
riyle, kendi mesleklerinde ve vazifelerinde en ileri, en mü-
kemmel olan bu zatı tasdik edip davasını imza ediyorlar.
Ve lisan-ı kàl ve icma ile vahdaniyete delâlet ettikleri gi-
bi, lisan-ı hâl ve ittifak ile bu zatın sadıkıyetine şahadet
ediyorlar diye anladı.
Be ş inc i s i
: Bu zatın düsturlarıyla ve terbiyeti ve teba-
iyetiyle ve arkasından gitmeleriyle hakka, hakikate,
aleyhimüsselâm:
Allah’ın selâmı
onların üzerine olsun.
beşaret:
müjde, sevindirici haber.
beyan:
anlatma, açıklama.
bilbedahe:
apaçık bir şekilde.
cihanpesendâne:
dünyaya mey-
dan okurcasına.
cihet:
yan, yön, taraf.
delâlet etme:
delil olma, göster-
me; işaret etme.
delil:
kanıt.
düstur:
kanun, kural, prensip.
emsalsiz:
eşsiz, benzersiz.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
fevkalâde:
olağanüstü, normalin
üstünde.
icma:
fikir birliği.
iman:
inanma, inanç, itikat.
İncil:
Hazret-i İsa’ya gönderilmiş
olan İlâhî kitap.
ispat:
doğruyu delil göstererek
meydana koyma.
ittifak:
birleşme, fikir ve söz birli-
ği.
kudsî:
mukaddes, kutsal, kusur-
suz ve yüce.
kütüb-i mukaddese:
kutsal ki-
taplar.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
lisan-ı kàl:
söz ile anlatım, konuş-
ma dili.
medar:
dayanak, sebep, vesile.
meslek:
usul, tarz, tutulan yol.
misilsiz:
benzersiz, eşsiz.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 368 | Mektubat
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekil-
de.
mu’cize:
peygamberler tara-
fından ortaya konulan ve ben-
zerini yapmaktan insanların
âciz kaldıkları şey.
musaddak:
doğrulanmış, ger-
çekliği kabul edilmiş.
nübüvvet:
nebîlik, peygam-
berlik.
risalet:
resullük, peygamber-
lik.
sadıkıyet:
doğruluk, sadakat.
sıfât:
vasıf, nitelik, özellik.
suhuf:
sahifeler, Allah’ın dört
büyük kitabın dışında Cebrail
vasıtasıyla, sahifeler şeklinde
bazı peygamberlerine gönder-
diği İlâhî emirler; bu emirleri
içinde bulunduran sahifeler.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
tasdik etmek:
doğruluğunu
kabul etmek, onaylamak.
tebaiyet:
tâbi olma, uyma.
terbiye:
eğitim, İslâm esasla-
rına uygun olarak, dünya ve
ahirette mutluluğa lâyık ola-
cak insan yetiştirme.
tevrat:
Hz. Mûsa’ya indirilmiş
olan İlâhî kitap.
ubudiyet:
kulluk.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı.
vahdaniyet-i İlâhiye:
İlâhî bir-
lik, Allah’ın bir, tek olması.
vazife:
görev, iş.
vücut:
var oluş, varlık.
zahir:
görünen, açık.
zat:
kişi, şahıs, fert.
Zebur:
Hz. Davud’a indirilen
mukaddes kitap.
1...,358,359,360,361,362,363,364,365,366,367 369,370,371,372,373,374,375,376,377,378,...1086
Powered by FlippingBook