Tarihçe-i Hayat - page 996

mahkeme salonuna girdi, maznun sandalyesine oturdu.
Avukatlar da geldiler, yerlerini ald›lar. Mahkeme salo-
nunda müthifl bir izdiham vard›. Binlerce kifli mahkeme-
yi dinlemek üzere salona girmek istiyor; kalabal›k, dalga-
lar halinde kap›lardan tafl›yordu. Bu hâdisenin zâhiri
heybet ve ihtiflâm›n›n aksettirdi¤i mana, daha muazzam
ve daha haflmetli idi. ‹slâmiyet nurunun mücessem bir
timsal-i müflahhas› olan Said Nursî’ye, dînî kültürden
mahrum olarak yetifltirilen gençlik, tâzim ederek minnet-
tarl›¤›n› ifade ediyordu. Güya lisan-› halleriyle, “Ey yir-
minci asr›n zulümat›n› Kur’ân’›n nuruyla yaran, ehl-i ‹s-
lâma nurlu ve beflaretli ufuklar gösteren, insanl›¤› f›trat›-
na münasip yüksek ve ebedî saadete dâvet eden büyük
mücahit! ‹nsanl›¤a, bâhusus bu vatan evlâtlar›na yapt›¤›n
büyük hizmeti, bizler flükranla karfl›l›yoruz. Ve istikbal
dahi seni takdirle yâd edecektir. Sen, manen ölüme yüz
tutan bir nesli maneviyat âb-› hayat›na kavuflturan bir he-
kim olarak, çok k›ymettar ve yüksek bir hizmet ifa ettin.
Yoklu¤a, ebedî flekavete at›lmak istenen bir milleti ve ge-
lecek nesillerini, Kur’ân’›n nuruyla ebedî saadete ulaflt›r-
maya ve Allah’a kavuflturmaya çal›flt›¤›n› ve hayat›n› bu
u¤urda feda etti¤ini biliyoruz.
‹manl› nesiller seni takip edecektir;
Y›llarca, as›rlarca peflinden gidecektir...”
diyorlar.
Salondaki kalabal›¤›n fazla olmas›ndan, mahkemenin
devam›na imkân kalmam›flt›. ‹ntizam› temine tahsis
âb-› hayat:
hayat suyu.
aks:
yans›ma.
asr:
yüzy›l.
bahusus:
hususiyetle, en çok, he-
le.
beflaret:
müjde.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehl-i ‹slâm:
‹slâm toplulu¤u, Müs-
lümanlar.
evlât:
çocuklar.
fedâ:
u¤runa verme.
f›trat:
yarat›l›fl, tabiat, mizaç, huy.
Güya:
sanki.
hâdise:
olay.
haflmetli:
ihtiflaml›, gösteriflli,
heybetli.
hekîm:
doktor.
ifa:
bir ifli yapma, yerine getirme.
ihtiflam:
muhteflemlik, flanl› gö-
rünüfl, büyük gösterifl.
iman:
inanç, itikat.
intizam:
düzen, düzenlilik.
istikbal:
gelecek.
izdiham:
afl›r› kalabal›k.
k›ymettar:
k›ymetli, de¤erli.
lisan-› hâl:
hâl dili, bir fleyin duru-
flu ve görünüflü ile bir mana ifade
etmesi.
mahrum:
bir fleye sahip olama-
yan, yoksun.
manen:
mana bak›m›ndan, ma-
naca.
maneviyat:
mana alemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait fleyler.
996 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
I
SPARTA
H
AYATI
maznun:
bir suç dolay›s›yla
sorguya çekilen, san›k.
minnettar:
bir iyili¤e karfl› te-
flekkür duygusu içinde olan.
muazzam:
sayg›de¤er; çok
büyük, yüce.
mücahit:
cihat eden, sava-
flan.
mücessem:
tecessüm etmifl,
cisimlenmifl.
münasip:
uygun.
nur:
ayd›nl›k, par›lt›, ›fl›k.
nurlu:
›fl›kl›, par›lt›l›.
saadet:
mutluluk.
flekavet:
s›k›nt› ve iflkence al-
t›nda kalmak, kötü duruma
düflme.
flükran:
iyili¤e karfl› gösteri-
len iyi tav›r, gönül borcu, min-
nettarl›k.
tahsis:
bir fleyi belli bir gaye
için kullanma.
takdir:
k›ymet verme, be¤en-
me.
tazim:
hürmet, ululama, say-
g› gösterme.
temîn:
sa¤lama.
timsal-i müflahhas:
flah›slafl-
m›fl örnek.
yâd:
anma.
zahirî:
görünürde.
zulümat:
karanl›klar, dinsiz-
lik, zulüm ve külür.
1...,986,987,988,989,990,991,992,993,994,995 997,998,999,1000,1001,1002,1003,1004,1005,1006,...1390
Powered by FlippingBook