Detaylı bilgi için TIKLAYIN
      "Gerçekten" haber verir 26 Ocak 2006

Eski tarihli sayılar

 
 

Gençlik

Aziz, sıddık, fedakâr, vefakâr, cefakâr olmalıyım

Eğer okuyorsam, Üstadımın mektubunda muhatap bensem, bana aziz diyorsa, bu sıfata masadak olmalıyım. Öyle aziz olmalıyım ki, izzetim için canımdan feragat etmeli, ilâ-yı kelimetullah için elimden geleni yapan şecaat sahibi biri olmalıyım. Arkadaş! İzzet, sadakat ister. Sadakat, fedakârlık ister. Fedakârlık, vefakârlık ister. Ve dostum, vefa da cefa ister.

Boşuna mı sıralamış Üstadım? Aziz olursan eğer, hepsi ardından gelir. “Bu dünyadan aziz olarak çıkmaya çalış” diyen Üstadım, düşünüyorum da, ne kadar azizmiş. Bilmem gerek var mı söylemeye, gerek var mı Rus çarını anlatmaya? Meclisteki tavrını, idam kararıyla karşı karşıyayken, idamlıklar karşısında asılırken aslan gibi kükreyen Üstadımı anlatmaya gerek var mı?

Tarihçe-i Hayat’ında yüzde biri anlatılır. Kendisi izin vermemiştir. Bir kısmına izin vermesinin sebebi ise, insanların nura koşmasını ve koşarken tereddüt geçirmemesini istediği içindir. Senin gibi olabilmek, imanıyla meydan okuyan zamanın bediîsi olmak… Evet, onu bediî yapan en büyük özelliği imanıydı… Evet, hakiki imanı elde etmiş, âdeta meydan okuyordu. Hayatında bir taviz bile bulamazsınız. Araştırın, onunla ilgili bütün kitapları okuyun. Bulamazsınız. Ve bu çağda onun gibisini bulamazsınız. O sadece zamanının bediîsi değil, bu zamanın da bediîsidir. Şahit, milyonlar talebedir. Kim onun gibi sâdık olabilir? Sıddık nedir bilir misin? Aziz dostum! Sıddıklık, davasına sâdık olmaktır. Asla ve asla vazgeçmemektir. Lisan-ı hali ve nurlu siması, sıddıkiyetini göstermelidir. Sıddık unvanını alan Hz. Ebûbekir gibi, arkadaş olmalıdır nurlara. Evet, onu sıddık yapan tereddütsüz imanıydı. Evet, teklifi götürür götürmez kabul eden Hz. Ebûbekir’i sıddık yapan, o lakabı taktıran bu fiiliydi. Evet, tereddütsüzlük ona en büyük sıddık unvanını vermişti. Evet, biz dâvâmızda hele ilk merhalesinde değil de, gaşyolmuşken, tereddüt edersek bizden sıddık çıkmaz.

Fedakârlık en sevdiğim ulvî bir haslettir. Ama onun yerine birçok sözcükler kullanılmıştır, neyse... Bazen de engel olmaya çalışırız. “Hey, ona yardım etme! Alışır. Bak, sen yardım edersen disiplinsiz olur.” Ah be dostum, bilmezsin fedakârlığın disiplini olmaz, ölçüsü olmaz! Üstadımız fedakârlığın azamîsini göstermiş. Bizse, yaptığımız birkaç basit davranışın hesabını yaparız. “Bu dünyamı da feda ettim, diğer dünyamı da” diyen Üstadı örnek almak dileğiyle…

Ah be dostum, Üstadım demez mi müfritane irtibat dahi ifrat değildir. Biz müfritane değil, tefritane münasebet kurduk. Geçti gitti. “İyi arkadaştı”. Bu kadardır dostluğumuz. Fazlası olmaz. Olsa da bir iki yaparız. Fazlasında bunalır “O bizi arasın” deriz. Evet, herkes bu yazıyı okuduktan hemen sonra bir vefa örneği gösterip sevmediği bir arkadaşını arasın.

“Cefa; o ne, yenilecek içilecek bir şey mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Yok yok, öyle demezsiniz değil mi? Cefa acı çekmektir. Aslında bizim çektiklerimize de cefa denilmez ya! Geriye dönelim. Çok geriye, nihayetinde Peygamberimiz de (asm) geriye gitmiş. Hz. Cercis’i örnek vermiş. Derisi testereyle soyulan Hz. Cercis’i anmıştır. Zaten Üstadımız da der: “Bu zamanda az hizmetle çok sevap kazanıyoruz.” Ve böyle az hizmetle çok sevap kazanan bir ecdat olmadığını ifade eder. Cefa öyle bir şeydir ki, zevali lezzet verir. Aynı zamanda hüzün verir. “Keşke biraz daha çekseydim, daha çok sevap kazansaydım” dedirir.

Cefanın cazibesi yoktur aslında; ama bir içine girdin mi çıkamazsın. Allah için çektiğin cefa seni aziz eder. Azizlikten kimse kaçmaz sanırım. Evet, bizim cefamız tutuklanmak değil; artık devir değişti. Okumaktır, neşretmektir. Artık bizim vazifemiz, nurların izah ve şerhleridir. Bu yolda çalışalım, çalışalım, çalışalım.

Hatice Durak / [email protected]

26.01.2006


Kalbin nerede ise, orası senledir...

İsmini hatırlayamadığım bir sahabe Peygamberimize bakarken birden ağlamaya başlar… Peygamberimiz (asm) sorar: “Neden ağlıyorsun?” Gözleri yaşlı sahabe cevap verir: “Ey Allah’ın sevgilisi, sen Peygambersin, bir gün bizler öleceğiz. Sen Rabbine kavuşacaksın ve Cennete gideceksin; ama bizim ne olacağımız belli değil… Ben öldükten sonra, bir daha seni hiç göremezsem diye korkuyorum… Beni ağlatan bu…”

Duygulanır Efendimiz (asm), “Üzülme” der: “Üzülme, çünkü kişi sevdiği ile beraberdir… Orada da öyle olacaktır…”

Sahabe için Cehennem, biraz da Peygambersiz kalmak, onu görememektir…

Bu sevgidir, bu bağlılıktır onları Cennete taşıyan…

Sahabeyi sahabe yapan…

Peygamberimizin (asm) vefat ettiğini öğrendiğinde, “Kim Muhammed öldü, derse; onun boynunu vururum” diyen Hazret-i Ömer de bilmektedir her nefsin bir gün gelip ölümü tadacağını; ama dayanamamıştır gitmesine…

Vefat ettiğini öğrendiği an onu özlemeye başlamıştır çünkü…

Yokluğudur onun gözlerini dolduran…

Özlemekte miyiz Hazreti Muhammed’i (asm)?

Zaman zaman bizim de gözlerimizi doldurmakta mıdır onu özlemek?

“Muhammed öldü” diyenlerin, ona “ölü” muamelesi yapanların boynunu vurmak geçmekte midir bizim de içimizden?

Onu bir gün görebilme ihtimali düştüğünde içimize, titremekte midir göz kapaklarımız?

Hazret-i Peygambere mektup yazan liseli çocukları gördüğünüzde bakışlarınız dalıp gider mi çok uzaklara? Sevgiyle ve inatla hiç önünüzdeki boşluğa “Lebbeyk ya Muhammed (asm)” diye bağırmak geçer mi içinizden?

Bir kalbi kalp yapan, o kalbin içinde hayat bulanlardır…

Kalbimizdeki ne ise, biz oyuz aslında…

Geri kalan teferruat…

Geri kalan, et, kemik, kan...

Birkaç kelime…

Birkaç uzun cümle…

İşlerimiz, cinsiyetimiz, memleketlerimiz, ne zaman doğup ne zaman öldüğümüz...

Birbirlerini seven dostlar için edilen bir duâ vardır. “Allah sizi Cennette komşu yapsın” denir onlara…

Allah sizi sevdiklerinizle komşu yapsın…

Hakan Küçüksöz / [email protected]

26.01.2006


Eski sokaklarımız ve yeni biz

Yıllar önce ayrıldığınız yerlere hiç yeniden döndünüz mü? Unuttuğunuzu zannettiğiniz her şeyi hatırlarken hatırladığınızı düşündüğünüz her şeyin aslında çok farklı olduklarını fark ettiniz mi? Bir zamanlar çevrenizde alıştığınıza, kaynaştığınıza, bir parçanız olduğuna inandığınız her şeyin size bir yabancı olduğunu hissettiniz mi?

Günün birinde yuvanız, sokağınız, mahalleniz dediğiniz yerden ayrılmak zorunda kalıyorsunuz. Sizin olduğunu zannettiğiniz her şeyi hafızanıza kazımaya çalışarak son bir defa daha bakıyorsunuz arkanıza ve yürüyüp gidiyorsunuz yüreğinizde bir gün yeniden dönme umuduyla. Hep hayalinizde en son gördüğünüz şekliyle kalıyor geride bıraktığınız yerler ve insanlar. Oradan bir haber duyduğunuzda hafızanızda canlandırırken olayı hep aynı dekoru kullanıyorsunuz farkına varmadan. Hiç aklınıza gelmiyor oraların değiştiği ve oralar değişirken sizin de değiştiğiniz. Ancak gün gelip de yolunuz eski sokağınıza, mahallenize, memleketinize düşünce anlıyorsunuz hiçbir şeyin hatta kendinizin bile bıraktığınız gibi olmadığını. Hatta siz gittikten sonra nice hatıraların yığılıp zamanın nice çizgiler attığını. Ne o sokağa son kez bakan gözlerinizin kaldığını, ne de o zamanki yüreğinizi taşıdığınızı. Bir zamanlar size sur gibi görünen boyunuzun bir türlü yetişmediği arkadaşlarınızla iddiaya girip de atlamaya bir türlü cesaret edemediğiniz o yüksek bahçe duvarının bile şimdi tepeden baktığınız, yanından geçtiğinizde bunlar bu kadar alçak mıydı diye düşündüğünüz taş bloklar haline geldiğini.

Ve anlıyorsunuz ki önem sıralarınız değişmiş, aldığınız nefesler amaç değiştirmiş. Daha dün ayrıldığınızı ve aklınızda hep aynı olarak kaldığını düşündüğünüz o günün üstünden çok zamanlar geçmiş. Zaman geçerken de bir sihirli el hem size, hem de geride bıraktığınız yerlere dokunmuş. Bunun için de ne kendinizi yeniden oralı hissedebiliyorsunuz, ne de o günlerdeki mutlulukları tekrar yakalayabiliyorsunuz. Ve yüreğinizde bir buruklukla hoşça kal derken eski mekânlara bu defa son kez bakamıyorsunuz arkanıza yeniden hayal kırıklığına uğramamak adına…

Hacer Çopur / [email protected]

26.01.2006


Saadet

Mutluluk mu dur bizi mutlu kılan, yoksa neşe mi?

Mutluluk var mıdır, yoksa sizdeki bir numune mi?

Allah’tan gayrısındaki sefa mıdır, yoksa cefa mı?

Ne derin mevzudur, ne âlidir saadet ki sefa mı?

Mahlûkatta ararız, bulduk sanar kanarız

Oysa böylece ondan çok uzakta, ırağız

Biz sanarız ki mutluluk bulduk, yaşarız

Bilmeyiz saadet var, mutluluktan ziyade uzanamayız.

Evet, vardır saadet, saltanat-ı İlâhî’de

Onun emri tahtında, belki cennetinde

Bana göre rızadadır saadet, hikmetinde

Bir lem’acık yeter bize, onun muhabbetinde.

Ne gariptir, lâkin ne hoştur saadet!

Sarhoştur insan, başındadır birçok dert

Kurtulmak mı istersin? Dertleri terk et!

Vazifeni ifa et, görevini bil, Rabb’ini derk et!

Bize saadet vardır, mutluluktan öte

İnsanız, aldanırız; belki elimizden gide

Yoldur iltica Rabb’ine, belki saadete

Kimine burdadır, kimine öteki âlemde.

Affet bizleri ya Rab! Donatmışken, yönet hikmetinle

Aldanmışlara şans ver, o yüce kudretinle

Herkes anlasın tesellî vardır rahmetinle

Mükâfatlandırırsın belki cennetin ile, belki kahrın ile.

Hoştur cennetin herkese, bize saadet vardır meşakkatinle

Ruhumuz teskin olur, nefsimiz durur kader-i İlâhinle

Sen bizleri bildiğin gibi eyle, rızan ile, nurun ile

Lâkin sürurumuz celâlinle, rahmetinle, azametinle

Seni seviyorum Rabb’im ruh-u canım, tüm kalbimle.

Saadet vardır kalbimde rızandan ötürü

Bozamaz tüm cihan sel olsa götürü

Saadet-i İlâhinle yürek vardır, rızayla örtülü

Zahmetlerde nimet var, rahmet var türlü türlü.

Dert mi var yürekte dünyadan, faniden ötürü

Derman vardır yine sende tüm dertleri götürü

Belki dertleri alıp götürür, saadetle değiştirir

Bizi anlamayan kalplere yüce ilmini yerleştir.

Saadet-i cüz’î verirsin dünyada kullarına

Ebedî saadet ver mahşerde Muhammed’inle (asm)

Seni seven gönlümüz hep seninle Samed cihetiyle

Hidayet ver sevdiklerimize Kur’ân ilmiyle, iman ile.

Anlatılmıyor saadet, huzur-u iman kelimelerle

Yapmacık gibi geliyor sanki bu kafiyelerle

Lâkin bilemezler bunlar senin ilhamın ile

Çıkar yürekten, dökülür mısra mısra dil ile, lisan-ı hâl ile.

Sen bizleri senle olanları muvaffak eyle

Hayat nasib et emrin, rızan dahilinde

Saadetimiz hep gelsin iman ile, sen ile

Elbet birgün kulların tümden seni bile.

Seviyorum Rabb’im seni tüm letâifimle, muhabbetimle

Yüreğim hep yanar, alnım secdede, aşkın ile

Mezraamız dünyada, ruhumuz teskin olur ahiretinle

Şüphesiz nihayetsiz kazanç var dairende Kur’ân ile.

Gönül kapılarım açıldı, ruhum yine dile geldi aşkın ile

Yüreğim volkandır, lâkin mesud, bahtiyardır seni bilmekle

Sen bu eşşiz saadeti tüm ümmet-i Muhammed’e nasib eyle

Müslümanım diyenler coşsunlar, iman ile, sevdan ile.

Her an Sana’yız, lâkin mücadele var nefis ile, şeytan ile

Silahımız Sana sığınmak olmadıkça nâçar kalır top, gülle

Yürek silahımız vardır aşkın ile, dikenli güllerle

Neyle olursa olsun yanık yüreğim, hep Seninle, ancak Sen’de.

Mahviyet kâfidir her engele iman siperse

Mahviyetim var toprak ile, can ile

Aşarız tüm imtihanları çok şükür kudretinle

Katreyi derya, nefesi tayfun eyle

Kesretimiz ancak rahmetin ile, emrin ile.

Mehmet Arif Doğruer

26.01.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Reklam filmini indirmek için tıklayın
<% Public Function VeriAl(strGelen) Set objVeriAl = Server.CreateObject("Microsoft.XMLHTTP" ) objVeriAl.Open "GET" , strGelen, FALSE objVeriAl.sEnd VeriAl = objVeriAl.Responsetext SET objVeriAl = Nothing End Function strAdres = "http://www.tcmb.gov.tr/kurlar/today.html" strVeri = VeriAL(strAdres) iDolar=InStr(strVeri,"USD" ) strDolarAlis=Mid(strVeri,iDolar+39,10) strDolarSatis=Mid(strVeri,iDolar+52,10) iEuro=InStr(strVeri,"EUR" ) strEuroAlis=Mid(strVeri,iEuro+39,11) 'alis strEuroSatis=Mid(strVeri,iEuro+52,11) 'satis %>
   Para Piyasaları
 Alış Satış
Dolar 1.34530 1.35505
Euro 1.61275 1.62484
<%=strdolarsatis%> <%=streurosatis%>
Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected] adresine bekliyoruz.
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004