Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Nimetullah AKAY

Hacı Bayram'da huzur manzaraları



Hacı Bayram’da namaz kılmaya karar vermiştik. O an Ankara’nın hiçbir mekânı bize Hacı Bayram kadar tatlı görünmemişti ki, yol arkadaşım, can yoldaşım Recep Beyle yola revan olmuştuk bile. Zamanımızı değerlendireceğimiz başka bir alternatif aklımıza gelmemişti bile o gün ve o saatte… İnsanların koşuşturmaları ve değişik manzaralarla değişik hâlet-i ruhiye sergilemeleri bizim ilgimizi hiç çekmemiş, doğruca Hacı Bayram’a doğru adım adım yürümeye başlamıştık.

Tipik bir ilkbahar havasının yeşilliklere mânâ katan esintisi altında menzil-i maksudumuza vasıl olmuştuk. Manevî iklime adım atmak için önce maddî temizliğimizi gerçekleştirmemiz gerekmekteydi. Bizler şadırvanda abdest ile manevî temizliğin maddî hazırlığını yaparken rahmet Hacı Bayram Camiini okşamaya başlamıştı bile. Rahmet damlalarının hoşamedi merasimi altında caminin manevî iklimine ayak bastığımız zaman, adeta dünyanın maddeyi hatırlatan manzaraları yerine manevî iklimin huzur esintileri dünyamızı kaplamaya başlamıştı.

Akın akın yediden yetmişe bu camie gelip büyük huşû içinde namazlarını eda eden insanların görüntüleri, ilk etapta caminin adeta insanı büyüleyen bir havası olduğu intibaını vermekteydi. Dakikalarca elpençe-divan huzur-u İlâhide boynu bükük bir şekilde ayakta duran gençlerin kendinden geçmiş haletleri, bizim de ifade edilmesi mümkün olmayan bir ruh haletiyle namaz kılmamıza sebep oldu. Aman ya Rabbi, ne kadar haz vericiydi Hacı Bayram’da dergâh-ı İlâhîde boynu bükük durmak! İnsan, namazın o ruhları yücelten haletinin sona ermesini istemezdi bu mekânda…

Ankara’nın kasavetli maddî ve günahlarla ağırlaşmış havasından kurtulmak için Ankaralıların böyle bir mekâna çok ihtiyaçlarının olduğunu düşündüm. Durum benim düşündüğüm gibi olacaktır ki, camiin kubbesi altında vazife-i insaniyelerini yapmak için gelen mü’minlerin sonu gelmiyordu bir türlü.

Bir kere daha anladım ki, “mevaki-i mübareke”lerde Rabb-i Rahimin huzurunda durmanın ayrı bir manevî havası bulunmaktadır. Bundan dolayı olacaktır ki, Hacı Bayram’da neredeyse günün her anında insanlar namaza durmakta, rükûa gitmekte ve büyük bir mahviyetle secdeye kapanmaktadırlar. Anadolu’nun her köşesinde bulunan manevî bekçiler gibi Hacı Bayram Camii de görevini yapmakta ve şeytanların şerlerinden Allah’a sığınmak isteyenlerin sığınağı olmaktadır.

Rabbimize olan borcumuzu Hacı Bayram Camii’nin manevî havası altında eda ettikten sonra hemen aceleyle çıkmamış ve adeta insanlığa, huzura, güzelliklere, iyiliklere açılan pencereleri bu mübarek mekân altında seyretmeye başlamıştık. Sadece biz değil bir çok mü’min olabildiğince bu manevî atmosferden istifade etmek için işi ağırdan alıyorlardı.

Tam düşünceye dalmışken, caminin ön tarafında bir gencin büyük bir nedamet görüntüsü ile namaz kıldığına şahit olmuştuk. Bir türlü bitmek bitmeyen bu namazı eda eden genci çok merak etmiş ve onun namazı bitirmesini beklemeye karar vermiştik. O gencecik bedenin dakikalarca süren namazını hayretlerle seyre dalmıştık. Ama onun hiç acelesi yoktu. Sanki bugününü, Hacı Bayram’da günahlarının affı için Allah’a yalvarmaya ayırmıştı.

Yine caminin başka bir tarafında adeta gözlerini dünyaya kapatırcasına huzurda duran diğer bir genç, biraz ötede yedi-sekiz yaşındaki çocuğuyla huzur ikliminin esintileri altından ayrılmak istemeyen başka bir mü’min ve daha niceleri…

Hacı Bayram’da sanki zaman durmuş, dünyanın bütün sesleri kesilmişti. Mü’minlerin ibadetlerini huşu içinde kılması için lâzım gelen her tedbir alınmış gibiydi. Burada insanlar dünyayı hatırlamayacak, ahiret düşünceleriyle ruhlarını dinlendireceklerdi.

Hacı Bayram Ankaralı mü’minler için huzura açılan önemli bir kapıydı. Buraya gelenler hem huşu içinde namazlarını eda edecek, hem de asırlardır bu kubbe altında kulluk görevlerini yerine getiren milyonlarca insanın ölüm hakikatiyle tanıştıklarını düşünme fırsatını bulacak ve bir kere daha dünyanın faniliğine mühürlerini basacaklardı.

05.06.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (02.01.2007) - Hedefler

  (01.01.2007) - Kendimiz ve çevremiz

  (26.12.2006) - Zihinlerdeki karmaşa

  (25.12.2006) - Zamanın bitmeyen fitneleri

  (18.12.2006) - Kaleme yemin olsun

  (12.12.2006) - Tabular ve tabucular

  (11.12.2006) - Sadece dünya için çalışanlar

  (05.12.2006) - İman zaafı en büyük mesele

  (04.12.2006) - Yağmurdaki rahmet

  (28.11.2006) - Gurur yaftası

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004