Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Yarım asırlık hasret



Hisar ve camii...

İstanbul’un fethinin ilk alenî hamlesiydi bunlar.

Temelleri, 1452 Martında birlikte atılmıştı. Fetih ruhunun orada neşv ü nema bulacak olması hasebiyle cami hemen bitirilmiş ve padişahın da aralarında bulunduğu vezir, ulema, paşa, asker, usta, işçi ve ahalîden müteşekkil muazzam bir cemaat tarafından ilk namaz kılınarak ibadete açılmıştı.

Devletin ve milletin kalbi o gün orada birlikte atarak camiyi de âdeta bir kalp hâline getirmişti. O mücessem kalp heyecanla çarptıkça hisarın inşaatı hızlanmış ve dört ay gibi kısa bir zamanda tamamlanmıştı.

Böylece cami ve hisar fetih yürüyüşünün ilk merhalesi olmuştu.

Cami hisarın içinde yer aldığından Hisar Camii, hisara Boğazkesen Kalesi dendiği için Kale Camii, Fatih yaptırdığı için de Fatih Sultan Mehmed Mescidi diye adlandırılmış ve hepsi de değişik vesilelerle kullanılarak yaşatılmıştı.

Fakat o en çok, Sultan II. Mehmed’e ‘Fatihler babası’ mânâsına gelen ‘Ebu’l Feth’ sıfatı verildiği, camiyi de onun yaptırıp vakfettiği için fethi tedai ettirmesinin de tesiriyle Ebu’l Feth Camii adıyla anılmıştı.

Bu itibarla İstanbul’da, İstanbul için yapılan ilk İslâm mabedi idi Ebu’l Feth Camii. Nuranî bir anahtar hususiyetiyle Ayasofya’nın kilidinin açılmasına vesile olmuş ve tarihî vazifesini hakkıyla ifa etmişti.

Fetihten sonra da hisara hayat veren ve onunla hayat bulan cami, bazen mahkûmların ve muhafızların kırgın ruhlarıyla kaynaşmış, bazen Balkan muhacirlerinin mahzun ruhlarıyla dolup taşmıştı.

Ama hiç boş kalmamıştı.

Zaman içinde maruz kaldığı felâketler ve beşerî gaileler yüzünden uğradığı tahribatı, birkaç asırda bir gördüğü tamiratla üzerinden atarak ellili yıllara kadar ayakta kalmayı başarmıştı.

Böylece İstanbul’un en uzun süre ibadet edilen camii vasfını kazanmıştı.

***

Bu vasfını daha yıllarca, asırlarca taşıyacaktı.

Nitekim Fethin Beş Yüzüncü Yılını kutlama faaliyetleri çerçevesinde, diğer çalışmaların yanı sıra Rumeli Hisarı’na da tarihî hüviyeti kazandırılmak istenmiş ve oraya sonradan yapılan ahşap evlerin istimlak edilip yıkılmasına, bir hayli harap olan camininse tamir edilmesine karar verilmişti.

Devlet bu çalışmaya büyük ehemmiyet atfedildiği için hisarın restorasyonunun hatırasına bastırılan mahdut sayıdaki altın, gümüş ve bronz madalyonların bir yüzüne Fatih Sultan Mehmed’in profilden kabartması konmuş, diğer yüzüne ise hisarın genel görüntüsü ile birlikte cami motifi de işlenmişti.

Cumhurbaşkanlığının istediği istikamette restorasyon çalışmalarını yürüten mimarlar, caminin imar edilmesi gerektiğini bildikleri hâlde ahşap evlerle birlikte onu da yıkmaya başlamışlardı.

Hadiseye o esnada muttali olan bazı tarihçiler, sanatkârlar, yazarlar ve o sahanın mütehassısı sayılan insanlar yıkıma şiddetle karşı çıkarak tepkilerini yazdıkları yazılarda dile getirmişlerdi.

Bilhassa tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun öncülüğünde profesör, mimar, yazar, sanatkâr, ilim ve fikir adamlarından müteşekkil ehil bir heyet tarafından neşredilen İstanbul Ansiklopedisinde mesele bütün teferruatı ile işlememişti.

Hatta bununla da iktifa edilmemiş, meselenin ehemmiyeti nazara alınarak hatalı görülen yıkımlar ve yapılması gereken çalışmalar ansiklopedi adına yayınlanan bir notta açıkça dile getirmişti:

“Hisar içindeki ahşap evlerin yıkılması hiç şüphesiz ki doğru olmamıştır; fakat evler şöyle dursun, bu kalenin bir iman sembolü olan Kale Camii ihya edilecek yerde, harabesinin son izleri de yok edilmiştir.

Boğazkesen kalesinde tez elden yapılacak şey, bu kalenin kendi yapı bünyesinde, plânında mevcut olup son tamirine kadar harabesi duran ve son tamirde tamamen kaldırılan orta avlunun göbeğindeki Fatih Sultan Mehmed Mescidinin ihyasıdır.”

Gelen tepkiler üzerine yıkımı durduran mimarlar, kendilerine yapılan bu gibi tavsiyelere uyarak camiyi tamir etmek yerine, meseleyi sürüncemede bırakarak unutturma cihetine gitmişlerdi.

Şayet siyasî ve içtimaî şartlar normal işlese hükümet belki meseleye müdahale eder ve camiyi yeniden yaptırabilirdi. Lâkin aradan geçen zaman içinde bazı dış ve iç mihrakların da tahrikiyle memleket hızla ihtilâl zeminine doğru sürüklendiğinden böyle bir müdahale vuku bulmamıştı.

Altmış ihtilâli olduktan sonra ise yarısına kadar yıkılan minare öylece bırakırken caminin ibadet mahalli antik tiyatro sahnesi hâline getirerek yıkımın mânevî tarafı da tamamlanmıştı.

Ondan sonra kaderine terk edildiğinden pek gündeme gelmeyen Rumeli Hisarı 1970 yılında müze hâline getirilince biraz hareketlenmiş, 1980 ihtilâlini müteakip orada konserler verilmeye başlandıktan sonra ise sık sık konuşulup yazılmaya başlanmıştı.

Ne var ki bu sefer gündeme gelişi, İstanbul’un fethinin önemli bir merhalesi olan Boğazkesen hisarında ve Fatih’in yaptırdığı caminin yerinde fetih şehitlerinin muazzez ruhlarını muazzep eden sefih hâllerin yaşanması, edebe mugayir hareketlerin yapılması değil sanatçıların üstün (!) performansı, kalabalığın ateşli (!) coşkusu, taşkınlığı veya benzeri hadiselerdi.

Gerçi mekânın tarihî ve mânevî hususiyetlerini nazara alan birkaç yazarlar, üç beş yazısında meselenin bu cihetine dikkat çekmişti ama hitap sahaları mahdut olduğundan fazla tesir icra etmemişti.

Aslında hisardaki bu hıyânet hâli hâlâ devam ediyor.

Fakat, muhtemelen o yazılardan biri, meselenin mânevî mesuliyeti mucip taraflarını müdrik olan bazı siyasî ve mahallî idarecilerin nazarlarına ilişmiş olmalı ki, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür Bakanlığı ile işbirliği yaparak Hisar Camii’ni ihya etmeye karar verince tartışma yeniden başladı.

Filhakika, fetih yâdigârı eserlerin ihya edildiğini görmeye hasret kalan milletin bu gibi meseleler karşısındaki hassasiyetini bildiğinden kimse Fatih’in vakfiyesi olan caminin yapılmasına alenen karşı çıkmaya cüret edemiyor.

Lâkin kimi aslına uygun olarak yapılmayacağı endişesini ileri sürerek, kimi de hisarın müze olduğunu, müzede ibadet edilemeyeceğinden cami yapılsa bile ibadete açılamaması gerektiğini iddia ederek bu teşebbüse engel olmaya çalışıyor.

Camiyi ihya ederek milletin vicdanını rahatlatıp ecdadın ruhunu mesrur etmek isteyen müteşebbisler ve onlara destek verenlerse, muterizlere yaptıklarının doğru olduğunu anlatma telâşıyla çırpınıyorlar.

Halbuki Hisar Camii’nin temeli ilk atıldığı şekliyle yerine yapılan sahnenin altında hâlâ duruyor. Son asırlarda tamir gördükten sonraki hâli de tarihî kaynaklarda, gravürlerde, hatıralarda ve resimlerde mevcut.

“İbadete açılırsa, ikinci bir Ayasofya sorunu çıkar. Çünkü müzede ibadet olmaz” iddiası ise ideolojik bir saplantının tezahürü. Zira dünyanın ve memleketimizin pek çok yerinde, içinde ibadet mahalli olan pek çok müze var.

Meselâ, Türkiye’nin en iyi korunan kalelerinden biri olarak bilinen Anamur’daki Mamure kalesinin içindeki tarihî camide asırlardır kalenin ardındaki Bozdoğan köyü sakinleri ibadet etmekte.

Kale müze hâline getirildikten sonra cami tamir ve tefriş edildi ve kadro verilerek ibadete açıldı. Her namaz vaktinde orada ezan okunuyor, köylülerin yanı sıra müzeyi ziyaret edenler de gidip gönül huzuru içinde ibadetlerini ifa ediyorlar.

Hal böyle olunca yapılan hareketten ne devlet zarar görüyor, ne millet inciniyor. Aksine o mâneviyat iklimlerinde buluşup kaynaşan bu aslî unsurlar, devlet - millet bütünlüğünün teminatı hâline geliyor.

Bu hakikati, Ayasofya’yı, müzede ibadet yapılamayacağı iddiasının ördeği olarak gösteren insanlar da biliyorlar ama anudane ısrarları -ihanet kastı yoksa- gaflet hâlinin hat safhaya çıktığını gösteriyor.

Çünkü Ayasofya’nın ibadete kapatılmasının tarihî veya kanunî makul hiç bir gerekçesi yok. Devletin, millet iradesine itibar etmediği zamanlarda alınan talihsiz bir bakanlar kurulu kararıyla oldu bittiye getirilmiş.

Hâlâ kasten ve cebren ibadete kapalı tutuluyor.

Bu itibarla Hisar Camii meselesinde yapılması gereken yegâne hareket, İstanbul Ansiklopedisinin, uzmanlardan müteşekkil kadrosunun takriben 1958 yılında cami yıktırıldığı zaman teklif ettiği tavsiyeyi yerine getirmektir.

Yani ‘Bir iman sembolü olan Fatih Sultan mehmed Mescidini ihya etmektir.’

Onun için bu örnek hareketin müteşebbisleri, muannitlere mukni cevaplar vermeye çalışarak vakit kaybetmek yerine, caminin inşaatına hemen başlamalı, aslına uygun olarak yapmalı ve yıkılışının ellinci yılına tekabül eden 2008 Mayısında ibadete açmalıdırlar.

Böylece yarım asırlık Hisar Camii hasreti bitmelidir.

***

Ondan sonra sıra diğer vuslat fasıllarına gelmelidir.

Zîra, İstanbul’un hisarı sadece Boğazkesen’den ibadet değil. İstanbul’da onun dışında, münhasıran İstanbul için yapılan iki hisar daha var. Fetihten önce yapılan Anadolu Hisarı ve fetihten sonra inşa edilen Yedikule Hisarı.

Ne yazık ki onlar da onunla aynı acı akıbeti paylaşıyor.

Yıldırım Beyazıt’ın yaptırdığı, Fatih Sultan Mehmed’in de Boğazkesen Hisarının inşası sırasında genişletip tahkim ettiği Güzelce Hisar yalnız güzelliğini değil, Fatih’in yaptırdığı dış surları, bazı kuleleri ve camiyi de kaybetmiş.

Hisarın ön tarafında yer alan ve İstanbul’un bir zamanlar Cuma namazı kılınabilen tek mesire mescidi, biraz tamir gördüğü için varlığını korumuş ama metruk bir hâlde. O da kendine uzanacak himmet ellerini ve içinde ibadet ederek hayat verecek mâneviyât erlerini beklemekte.

Fatih’in, İstanbul’u fethettikten sonra yaptırdığı Yedikule hisarının başına gelenler de onlardan pek farklı değil. İçinde devletin hazinleri ve değerli belgeleri saklandığı için on yedinci yüzyıla kadar itina ile korunan Yedikule de son asırlarda kaderine terk edilmiş ve harabe hâline gelmiş.

Ellili yılların sonlarına doğru orası da tarihi vasfına kavuşturulmak istenmiş. Bu maksatla restore edilip müze yapılırken Ebu’l Feth Camii yıkılmış, yeri konser platformu hâline getirilmiş. Seksen ihtilâlinden sonra onun da yıkık minaresinin gölgesinde halk konserleri verilmeye başlanmış.

Onun için Yedikule Hisarı da yarım asırdır kalbi mesabesindeki camiine hasret.

Rumeli Hisarı Camii’ne uzanması beklenen hamiyetkâr eller en kısa zamanda Güzelce Hisar’a, Yedikule hisarına ve Fatih’in diğer yâdigârlarına da uzandığı takdirde hepsi vuslata erecektir.

Bu hamle, İstanbul’un Ayasofya’ya kavuşması için de mühim bir merhale olacaktır.

Tıpkı fetih sırasında olduğu gibi.

27.08.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (20.08.2006) - ‘Yaşasın İslâmiyet...’

  (13.08.2006) - Savaşlar ve çocuklar

  (06.08.2006) - Cihangir’de gurûb vakti

  (30.07.2006) - Vatan ona mezar oldu

  (23.07.2006) - Said Nursî ve Hasna Şener

  (16.07.2006) - Erek’ten bakarken

  (09.07.2006) - Dâüssıla hissiyle

  (02.07.2006) - Okuma zamanı

  (25.06.2006) - ‘Mevlâ görelim neyler...’

  (18.06.2006) - Konuşma ve yazma üzerine

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004