Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Aile çözülünce şiddet arttı

Türk toplumunda bazı çözülmeleri engelleyen en kuvvetli kurum aileydi bir zamanlar. Şimdi aile içi ilişkilerde bir yabancılaşma, bir çözülme yaşanıyor.

Aile ve mahalle gibi kurumlar, insanlara aidiyet duygusunu veren, toplum içinde bir güven duygusunu aşılayan önemli kurumlardı. Şimdi altımızdaki her türlü güvenlik ağı çekilmiş olan trapez artistlerine benziyoruz biz

Geçmişteki yapıları çözülen ancak bunların yerine tutarlı yeni yapılar inşa edemeyen toplumlarda, insanlar hayata karşı reaksiyonlarını şiddete başvurarak gösterebilir. Bu normaldir. Çünkü hayat karşısında ezilen bireylerin bir başka çıkış noktaları kalmamış olabilir.

Türkiye’de birçok kurum çözülme sürecindedir. Bunlar arasında bazı siyasi söylemlerde ön plana çıkarılan aile kurumu, okul, mahalle, aile fertleri arasındaki ilişkiler, arkadaşlık ilişkileri hızlı bir dağılma sürecindedir. Bu belki de kapitalizmin doğal bir sonucudur. Kapitalizmin gelişip yerleşme sürecinde birçok toplumda daima bu tür süreçler yaşanmıştır. Türkiye gibi ülkelerde, dağılma hızı ve reaksiyonlar daha da şiddetli olur, çünkü azgelişmiş ve bağımlı bir kapitalizmdir. Gelişmekte olan, onun üst yapısal kurumları çok daha narin ve kırılgan olacaktır. Bu da normaldir.

Geçmişin her durumda daha iyi olduğunu söyleyip nostaljik birtakım söylemlere girmeyeceğim ama hızlı değişimin olduğu da bellidir. Basit örnekler vereyim; Türk toplumunda bazı çözülmeleri engelleyen en kuvvetli kurum aileydi bir zamanlar. Şimdi aile içi ilişkilerde bir yabancılaşma, bir çözülme yaşanıyor. Aile fertleri arası ilişkiler hayli sorunlu. Bunun dışında bir zamanların mahalle kavramı da artık yok. Mahalle kavramı fiziksel anlamda bile ortadan kalktı. Aile ve mahalle gibi kurumlar, insanlara aidiyet duygusunu veren, toplum içinde bir güven duygusunu aşılayan önemli kurumlardı. Şimdi altımızdaki her türlü güvenlik ağı çekilmiş olan trapez artistlerine benziyoruz biz.

Hayat zaten inişli çıkışlı, onun altında ezilmemek için birtakım taklalar atıyoruz. Bazı yerlere tutunmaya çalışıyoruz ama altımızda-düştüğümüz takdirde-aile, mahalle, arkadaşlık gibi koruyucu ağlar da yok. Eskiden siyasi kimlikler insana bir aidiyet hissi verebilirdi. Ancak ideolojik siyasi oluşumların önemlerini kaybetmeleriyle ve onların yerini pratik siyasi tavırların almasıyla birlikte o düzeyde de güvenlik ağımız oluşamıyor. Kapitalizm zaten normal süreci nedeniyle her türlü iş güvencesini ve gelecek planlaması imkânını sıradan insanın elinden almış durumda.

Böylelikle hayatında her türlü güven duygusu ayaklar altına alınmış olan insanların kendilerine bir aidiyet duygusu yaratmak için ya futbola vurduklarını ya da aşırı milliyetçi olduklarını görüyoruz. Onlar ise insana bir sakin oluşma imkânı vermiyor. Sadece birer patlama aracılarıdır. Bu koşullar altındaki bireylerden oluşan bir toplumda şiddetin her geçen gün daha da artan bir sorun hale gelmesi de sürpriz değildir. Zaten bölgemizde hakim olan kültür, şiddetin yükseltilmesi üzerine kurulmuştur. Bu nedenle bildiğimiz Türkiye’yi göz göre göre kaybediyoruz ve yerine de ne yazık ki fazla güzel olmayan başka bir şey geliyor. Bugün gazetemizin birinci sayfasında yer almakta olan şiddetle ilgili haberlere bir bakın, umarım sizin de bizim gibi içiniz burkuluyordur bunları okurken. Ne yazık ki Türkiye’nin gerçek fotoğraflarını çeken haberler de bunlardan ibaret. Başka bir Türkiye’yi yaratmak zorundayız. O zaman, o Türkiye’nin gazetesi de farklı olacaktır tabii ki...

Akşam, 12 Ocak 2007

Serdar TURGUT

13.01.2007


 

Özgür toplum için güvenlik reformu

Statükoculuktan kurtulabilmek için, güvenlik sektörünün asker-sivil bütün kurumlarında bir reforma ihtiyaç vardır. Reformun amacı “özgür bir toplum” olmalıdır.

Özgür bir toplumda güvenlik, artık devletin değil, insanın birey ve topluluk olarak güvenliğidir. Prensipler ve bunların pratik hayattaki karşılığı bakımından Türkiye geçen yıl yaşanan TESEV Güvenlik Almanağı tartışmasıyla çok önemli bir mesafe katetti. Böylece güvenlik konuları ve kurumlarını, resmi bilgi tekelinin dışında sivil ve demokratik perspektifle tartışma yönünde ciddi bir adım atılmıştır. Prof. Dr. Ümit Cizre editörlüğünde hazırlanan Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim başlıklı 2005 yılını değerlendiren Almanak, bize bu konuyu nasıl tartışabileceğimizi göstermesi bakımından ayrı bir değer taşımaktadır. Şimdi MİT Müsteşarı’nın beyanatıyla başlayan tartışmayı, bu bağlamda ele almak gerekiyor. Ülke içinde her alanda ihtiyaç duyulan modernleşme ve reform ihtiyacı, güvenlik ve istihbarat alanında da hissedilmektedir. Ümit Cizre, özgür bir toplum için güvenlikte reform çerçevesini şöyle çiziyor: “Aslolan, iki cephede birden eşzamanlı olarak savaş vermektir, kurumlar üzerinde çalışarak bir yandan daha etkin ve sonuç getirir bir güvenlik yapılanmasına gidilirken, diğer yandan tüm bu faaliyetler daha geniş ve kapsayıcı bir zihinsel proje olarak toptan bir demokratikleşme ve barış çerçevesi içine oturmak zorundadır. Dolayısıyla gerekli olan, içinde yaşadığımız sıcak çatışma ortamında, bu ülkenin güvenlik yelpazesinin ne pahasına olursa olsun güçlü kılınması olmayıp, çağdaş demokratik önceliklerle bütünleşmiş bir biçimde güçlü kılınmasıdır. Gelinen noktada ‘güvenlik’in anlamı budur.”

Siviller askeri denetlemedikçe...

Reform gayretleri, hükümetin sadece MİT’i değil, bir bütün olarak güvenlik sektörünü şeffaf ve denetlenebilir, verimli ve etkin bir yeniden yapılandırma politikası halini almadıkça, başarılı olma şansı yoktur. Bu noktada, meselenin muhatabının hükümet olduğunun altı çizilmelidir. Bürokrasi ancak hükümetin talimatı çerçevesinde yaptığı hazırlıkları, hükümete sunmakla mükelleftir. Bunun ötesine geçerek bürokrasinin, hükümete bir politika önermesi, üstelik bunu kamuoyu önünde yapması bu açıklamayı başbakan desteklese de parlamenter demokrasiye uygun değildir. Parlamenter demokrasi açısından meseleye bakıldığında, reformun hükümet konusu olmasının ardında yatan mantık, bunun parlamentonun denetimine açık olmasıdır. İstihbarattan orduya güvenlik sektöründeki bütün kurumlarını bütçelerinin ve faaliyetlerinin, bilhassa kurulacak komisyonlar marifetiyle denetlenebilmesi, güvenlik sektöründeki antidemokratik eğilimleri ve yozlaşmayı engelleyecektir. Bu parametreler çerçevesinde MİT’e bakarsak, ortaya nasıl bir performans çıkıyor?

Tesev’in Almanağında Milli İstihbarat Teşkilatı’nın 2005 yılı performansını inceleyen gazeteci Ferhat Ünlü, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 sonrasında AB uyum paketleriyle özgürlük bahsinde sağlanan ilerlemenin MİT’in geleneksel çalışma usullerini kısmen tahrip ettiği iddiasına işaret ediyor. Bu bağlamda telefon dinleme ve terörle mücadele kanununda yapılması düşünülen özgürlüklerden geri adım atılmasına yönelik gayretler karşısında, demokratik hassasiyetler bakımından MİT’in pozisyonu pek de takdir edilecek gibi değildir. Yine organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı ile ilişkisi ortaya çıkan ve çeteye yardım suçundan yargılanmak istenen MİT Dış Operasyonlar Daire Başkanı Kaşif Kozinoğlu’na yargılanma izni verilmemiş olması kayda değerdir. Bu tür engellemelerin, MİT’in şeffaflaşma ve denetlenebilme çalışmalarıyla bağdaşmadığı açıktır. Bu yüzden MİT veya bir başka kurum hakkında değerlendirme yaparken, bir metinle veya söylenenle yetinmemek bu konuda değerlendirmeye esas olacak prensiplere ve gerçekte ne olduğuna ilişkin anlamlı bir periyoda bakmak gerekiyor. Ferhat Ünlü’nün işin tabiatına ilişkin uyarısı, bu tür değerlendirmelerde asla ihmal edilmemesi gereken bir perspektif sunuyor: “Kurumun ‘şeffaflaşma’ sorunsalında mevcut kadroların yapısı ile teşkilatın geleneksel çalışma tarzının negatif etkileri bulunmakla birlikte asıl mesele gizli servislerin evrensel çalışma tarzının demokratikleşmeye pek de uygun olmayışıdır. İstihbarat örgütleri; komplo, darbe, suikast, psikolojik harp gibi silahları kullanarak ve mutlak bir gizlilik içinde faaliyet göstermektedir. Böylesine denetim dışı bir ortamda kimi gizli servis mensupları da, (...) örneğinde olduğu gibi, ‘yozlaşma’yı gözler önüne seren ilişkilere girebilmektedir.”

Dikkat çektiğimiz prensipler, işin tabiatı ve MİT’in yakın dönemde demokratik reformlarla bağdaşmayan kimi faaliyetlerine rağmen, bilhassa Kürt meselesinde MİT’in kamuoyuna mal olan geleneksel sert devlet politikasından ayrılan daha esnek ve yumuşak politika arayışı ile meselelerin kriminal boyutunun ardındaki sosyalliğe dikkat etme çabası olumlu gelişmeler olarak kaydedilmeli. Özgür bir toplum amacıyla güvenlik reformu için ise, işi bürokrasiye havale etmeden hükümetin bir politika önermesi ve bu çerçevede mevzuatı ve kurumsal yapıyı yeniden tanzim etmesi gerekiyor. Bu şekilde TBMM’nin asker-sivil bütün güvenlik kurumlarını denetleyebilmesi, Türkiye’yi demokrasi ve hukukun üstünlüğü demek olan özgür topluma daha çok yaklaştıracaktır...

Zaman, 12 Ocak 2007

Dr. Murat YILMAZ

13.01.2007


 

Bürokrasiye AB uyarısı: Atalete kapılmayın...

(AB) için sadece bürokrasinin çalışması yeterli olmuyor. Hükümetin de heyecanını gerçekten kaybetmemesi, seçim kaygılarına düşmemesi gerekiyor.

İlişkilerde yaşanan olumsuz gelişmeler, özellikle de Kıbrıs konusunda karşılaşılan bazı dayatmalar AB konusunda varolan muhalefeti giderek güçlendiriyor. Bunun yanı sıra AB yanlısı kesimler hatta siyasi kadrolarda ve bürokraside de hissedilir bir bıkkınlık gözlenmeye başladı.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Irak’la ilgili gelişmeler üzerine yaptığı “Bizim için şu anda Irak AB sürecine göre daha öncelikli bir mesele haline gelmiştir” biçimindeki açıklaması da kamuoyunda hükümetin AB heyecanının kırıldığı, iç politika kaygılarıyla reform sürecini askıya alma eğilimlerinin ağırlık kazanmaya başladığı yorumlarına yol açmıştı.

Ancak Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül önceki gün kendi başkanlığında yapılan geniş katılımlı “Yol Haritası Belirleme Toplantısı” nda durumun öyle olmadığını açıklama ihtiyacı duydu. Özellikle son aylarda toplumdaki AB karşıtlığının giderek yükselmeye başladığının, bürokrasideki gevşemenin, savsaklamanın elbette Gül de farkında. Muhtemelen de bu havayı kırmak için önceki günkü toplantı düzenleniyor. Hem bürokrasiye hem de kamuoyuna yeni bir heyecan dalgası aşılanmaya çalışılıyor.

Gül, Hükümetin AB konusundaki kararlılığını bir kez daha vurgulayarak müsteşarlara özetle şu mesajı verdi:

“AB süreci konusunda hükümetin siyasi iradesi hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık ve nettir, sürecin kesintiye uğratılmaması konusunda kararlıyız. Bürokrasi de kesinlikle gevşeklik göstermemeli, atalete kapılmamalıdır. Herkes üzerine düşeni tam olarak yapmalıdır...” Toplantıda bütün bürokratik birimlere kendi alanları ile ilgili ev ödevleri verildi. Bütün birimler bu ay sonuna kadar kendi alanları ile ilgili yapılacak yasal ve ikincil düzenlemelerin listesini çıkaracaklar.

Bu listeler alındıktan sonra da AB konusunda Türkiye’nin yeni yol haritası belirlenecek. 2007 ve 2008 yıllarında gerçekleştirilecek birincil ve ikincil düzenlemelerin ayrıntılı, 2009 - 2013 döneminin de genel eylem planları çıkarılacak.

Bunun ardından da müktesebat uyumu için gereken yasa çalışmaları hızlandırılacak. Aslında seçim yılı olması nedeniyle bu yıl içinde hükümetin Meclis’e yeni AB yasası sevk etmesi zor görünüyor. Fakat buna rağmen Gül ve ekibi en azından öncelikli bazı yasaların çıkarılabileceği umudunda.

Fakat yasal düzenlemeler seçim sonrasına sarksa bile en azından ikincil düzenlemelerin yani tüzük ve yönetmelikler konusundaki çalışmaların hızlandırılabileceği ifade ediliyor.

Ki zaten bunlar da AB Genel Sekreteri Büyükelçi Oğuz Demiralp’in dediği gibi Kıbrıs konusuyla da ilintili değil. AB için koşul ama ondan öte Türk toplumunun yaşam kalitesinin yükseltilmesi bakımından yapılması gerekli zorunlu düzenlemeler.

Büyükelçi Demiralp soruyor:

“Gıda güvenliğinin, hijyen yasasının Kıbrıs’la ne alakası var? Suyun, sütün temizliği, standardı, yolların, kaldırımların, demiryollarının standart ve kalitesinin yükseltilmesine ilişkin teknik düzenlemeler. Bunların Kıbrıs’la ya da başka bir sorunlu ne alakası var? Bunlar kendi hayat kalitemizi arttırmak için yapmamız gereken düzenlemeler değil mi?”

Elbette öyle. Ama bunları gerçekleştirebilmek için sadece bürokrasinin çalışması yeterli olmuyor. Hükümetin de heyecanını gerçekten kaybetmemesi, seçim kaygılarına düşmemesi gerekiyor.

Vatan, 12 Ocak 2007

Bilal ÇETİN

13.01.2007


 

1 milyon kişilik tehcir

Yaklaşık bir yıl önce, büyük kentlere göç eden Kürtler hakkında birisi şöyle yazıyordu: “ Şehre inen aşiretleri, töre cinayetleri, kapkaççı çocuk çeteleri, otopark mafyaları var.... Doğurup sokağa saldığı evlatları suç makinesine dönüşen eşkıyası var... “

Gerçek mi bu? Evet, gerçek!

Peki ama yazıda sözü edilen vatandaşlar; köylerinde otururken, birdenbire “ Hadi İstanbul ‘a gidip kapkaç yapalım “ mı dedi?

Kürt anneler, “ Çocukları sokağa salayım... Gidip trafik ışıklarında otomobil camı silsinler “ diye mi düşündü?

Kürt babalar, “ Bizim çocukları veririm mafyaya, kapkaç yapar, yaşar gider “ mi dedi?

Elbette böyle olmadı.

Yukarıda “Evet gerçek” dedik ama o gerçek nasıl oluştu?

Bunun ipuçları Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün hazırladığı, “ Türkiye’de Göç ve Yerinden Olmuş Nüfus Araştırması “nda yer alıyor.

Bu araştırma söz konusu Enstitü’ye, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından yaptırıldı.

Çalışmadaki en önemli veriyi ele almadan önce iki noktaya değinelim:

- Son 20 yılı kapsayan bu araştırma bir yıl önce bitirilmişti. Ancak ısrarla kamuoyundan gizlendi. Avrupa Komisyonu bastırınca, İçişleri Bakanlığı, 6 Aralık 2006’da açıklamak zorunda kaldı.

- Araştırma açıklanana dek çeşitli devlet kuruluşları, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde ‘yerinden olmuş’ nüfusun 350 bin kişi olduğunu söylüyordu.

Şimdi gelelim acı gerçeğe:

Araştırmaya göre ‘ yerinden olmuş’ filan değil, düpedüz ‘ zorla göç ettirilmiş’ yani artık gayet iyi bildiğimiz o Osmanlıca terimi kullanarak söylersek, ‘ tehcir edilmiş’ bir kitle var karşımızda.

Peki kaç kişi?

İşte şimdi sıkı durun: 950 bin ile 1 milyon 200 bin arasında bir sayı söz konusu. Yani resmi sayının üç katı!

İşte o ‘gerçek’ böyle oluştu.

Şimdi kendinizi o insanların yerine koyun: Birileri gelip “ 10 gün içinde evini, tarlanı bırakıp gideceksin “ diyor. Ama kimse gittiğiniz yerde ne yapacağınızla, nasıl para kazanacağınızla, nerede barınacağınızla ilgilenmiyor.

Haliniz nice olur?

Sabah, 12 Ocak 2007

Emre AKÖZ

13.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004