Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Kemal BENEK

Soykırım özel kasıt ile işlenen suçtur

Üç yıldan fazla süren Bosna Savaşında, Bosnalı Sırpların Temmuz 1995’te Srebrenica’da 8 binden fazla Müslüman erkeği katletmesi zihinlerden silinmedi. Savaş sırasında Birleşmiş Milletler Srebrenica’yı güvenli bölge ilan etmiş ve bölge 400 silahlı Hollanda Barış Gücü askeri tarafından korumaya alınmıştı. Buna rağmen Bosnalı Sırplar hiçbir engellemeyle karşılaşmadan dünyanın gözü önünde günlerce Bosnalılara karşı soykırımda bulundu. Bu II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan katliamıydı.

Savaştan sonra Bosna Hersek Devleti Uluslararası Adalet Divanı’na başvurarak Sırbistan aleyhine soykırım davası açtı. Mahkeme 10 yıl sonra Sırbistan’ı “Srebrenica soykırımından doğrudan sorumlu olmak veya soykırıma iştirak etmek suçlarından akladı, ancak soykırımın yapılmasını önleyememekten sorumlu tuttu.” Karar büyük bir hayal kırıklığı meydana getirdi.

Karar çok fazla tartışılmadı. Biz de doktorasını “Soykırım” üzerine yapan Ankara Üniversitesi Arş. Gör. Timuçin Köprülü ile görüştük. Köprülü, doktora konusu olarak neden soykırımı seçtiğini şöyle anlatıyor: “Dedelerim iki taraftan da göçmen. Baba tarafı Makedonya’nın Üsküp tarafında olan Köprülü kasabasında baskılardan usanıp dağa çıkıyor. Sırp yönetimi ‘dağdan inin af çıktı’ diyor. Bayram sabahı dağdan iniyorlar, camide bayram namazı kılıyorlar. Silahlarını cami kapısında bırakıyorlar. Namaz çıkışı Sırplar tarafından kafaları kör testereyle kesiliyor. Bu benim içinde kalan bir olaydı.”

Köprülü ile başta soykırım kavramı, Adalet Divanı’nın kararı, Ermeni iddiaları olmak üzere bir çok konuyu konuştuk.

TÜRKİYE SOYKIRIM SÖZLEŞMESİNİ İMZALADI

* Son zamanlarda sıkça kullandığımız soykırım kavramının tanımıyla başlayalım. Nedir soykırım, hangi şartlarda kullanılır?

1951 yılında yürürlüğe giren BM Soykırımın Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmeye göre, “etnik, ırki, dinsel veya ulusal bir grubun kısmen veya tamamen imhası kastıyla” eylemlerin gerçekleştirilmesi soykırım olarak kabul ediliyor. Bu eylemler, grup üyelerinin öldürülmesi, zihinsel veya bedensel olarak ağır zararların verilmesi, kişilerin yaşam koşullarını yok olmalarını sağlayacak şekilde zorlaştırılması, doğumları engelleyici tedbirlerin alınması ve bir gruba ait çocukların başka bir gruba nakli olarak sayılmıştır.

* Soykırım için öldürme fiilî şart değil yani?

Hayır, öldürme fiilinin gerçekleşmesi gerekmiyor. Örneğin, grup içindeki soyun devamının engellenmesi için alınacak tedbirler, bir grubun içindeki çocukların başka bir gruba transferi ya da gönderilmesi, yani asimilasyonu da soykırımdır. Sözleşmenin getirdiği bir yükümlülük olarak devletler iç hukuklarında soykırımı bir suç olarak düzenlemişlerdir. 1950 yılında Sözleşmeyi imzalayan Türkiye de 2005 yılında 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nda soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlara yer vermiştir.

*İmzalamayan devletler var mı?

Şu an için 137 devlet Sözleşmeye taraf. Bunun yanında çoğu Afrika ülkesi 50’ye yakın devlet henüz imzalamadı.

* Sözleşme neden dört grupla sınırlı tutulmuş?

Sözleşmenin hazırlık aşamasında dört grubun dışında beşincisi için teklifler getirilmiş. Mesela “siyasî gruplara karşı da soykırım olsun” denmiş, ama siyasî ya da kültürel grupların hareketli gruplar olduğu düşüncesiyle kabul edilmemiş. Etnik, ırksal, ulusal ve dinsel gruplar kişilerin doğuştan getirdikleri özellikleri içinde barındıran sabit gruplardır. Ancak Sözleşmenin bu grup tasnifi de eleştirilmektedir.

*Katliam ile soykırım arasında ne fark var?

Katliamın sözlük anlamı “kırım”dır. Yani öldürmektir ve genel bir kavramdır. Soykırım ise özel kastla işlenen bir suçtur. Soykırım olabilmesi için fail ya da faillerin insanların sırf az önce söylediğimiz dört gruptan birine mensup oldukları için ortadan kaldırılması ya da yok edilmesi kastıyla hareket etmeleri gerekir. Uluslararası hukukta soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarından vahamet anlamında daha yukarıda kabul edilir. Bu durum soykırımı diğer suç tiplerinden ayırmaktadır.

İLK DEFA BİR DEVLET SOYKIRIM

UÇUNDAN MAHKEMEDE

*Uluslararası Lahey Adalet Divanı Srebrenica ile ilgili karar verdi. Karardan önce bu aşamaya nasıl gelindi?

Bosna Hersek, Bosna savaşı esnasında o zamanki adıyla Yugoslav Federal Cumhuriyeti’nin soykırım suçu işlediği iddiasıyla Uluslararası Adalet Divanı’na başvurdu ve haklarının korunması için geçici önlemler alınması talebinde bulundu. Buna karşılık Yugoslav Federal Cumhuriyeti de aynı makama haklarının korunması için tedbir talebinde bulundu. Divan, davanın kabul edilebilirliğine karar verdi ve incelemeye aldı. Bu tarihten 10 sene sonra da 2007’nin Şubat ayında karar çıktı.

*Kararda soykırım olduğu kabul edildi, ama sorumlu tespit edilmedi. Kararı nasıl değerlendirmek lâzım?

Uluslararası Adalet Divanı kararında Soykırım Sözleşmesi’ni yorumlamıştır. Bu uluslararası hukuk için faydalı olmuştur. Bunun yanında ilk defa bir devlet soykırım suçundan mahkeme karşısına çıktı. Divan, “ben bir devletin soykırım suçundan dolayı sorumlu olup olmadığı konusunda yargı yetkisine sahibim” dedi. Bu çok önemli. Yugoslavlar “devletin burada bir sorumluluğu yoktur” itirazında bulundu. Mahkeme soykırım suçunun devlet tarafından da işlenebileceğine hükmetti.

Uluslararası Adalet Divanı, “1995 yılında Srebrenica’da 8 bin Boşnakın öldürülmesi ile sonuçlanan olaylar bir soykırımdır” dedi. Fakat problem; soykırımı yapanların Yugoslav Federal Cumhuriyeti’nin kontrolü altında mı yoksa bağımsız mı hareket ettikleri noktasında oldu. Mahkeme, “soykırımı yapan VRS, Akrepler gibi paramiliter örgütlerin Yugoslav Federal Cumhuriyetinden bağımsız hareket ettiğini ve davalının Srebrenica olayları ile bir bağlantısı olmadığına” hükmetti.

*Bosnalılar buna itiraz etmedi mi?

Bosna tarafı VRS olarak nitelendirilen Bosna-Sırp ordusunun generallerinin, üst düzey komutanlarının Yugoslav Federal Ordusunda görev aldığı ve maaşlarının yine aynı kurum tarafından karşılandığı gerekçesiyle itiraz etti. Zaten mahkeme kararında bunların desteklendiği, aralarında bir bağlantı olduğu yazıyor, ancak “Bunlar Miloseviç ve ekibinin desteği ve azmettirmesi ile bu soykırımı yapmadı, kendi başlarına hareket etti. O yüzden Yugoslav Federal Cumhuriyetinin burada sorumluluğu yoktur. Yerel bir olaydır” şeklinde bir karar da verdi.

*En azından soykırımın yapıldığı konusunda bir şüphe yok…

Mahkeme Srebrenica’da gerçekleşen soykırımın sorumlusu Bosnalı Sırplardır diyor. Bu tespit yeni değil. Zaten Mahkeme, birçok yerde aynı hususları belirten Uluslararası Yugoslav Ceza Mahkemesi’ne atıf yapmaktadır. Karardaki çok ilginç bir nokta şu; hem aralarında bir bağlantı yoktur diyor hem de bu soykırımı önlemediği için Sırbistan’ı sorumlu tutuyor. Yine basında hiç yer almayan bir nokta da mahkemenin, “her ne kadar Yugoslavya önleme yükümlülüğünü ihmal etmişse de, önlemeye çalışsa dahi önleyemezdi, mahkemede önleyeceğine dair bir kanaat oluşmamıştır” kararı. Bu durumda önleyemeyecek bir devleti sorumlu tutmak da garip kaçmaktadır. Kararın bu noktası biraz zayıf.

SREBRENİCA KARARINDA

SORU İŞARETLERİ VAR

*Kendi içinde çelişkileri barındıran bir karar değil mi?

Kararın hukuk dünyasına katkıları da var ama büyük soru işaretleri de oluşturuyor. Sırbistan NATO’nun hava operasyonunu Uluslararası Adalet Divanı’na şikayet ediyor. Divan, BM üyesi olmadığı için başvuruyu kabul etmiyor. Ama BM’ye üye olmayan Yugoslavya’ya karşı Bosna’nın yaptığı başvuruyu kabul ediyor. Bu da eleştirilen bir durum.

Yine kararda kabullenemediğimiz bir durum daha var. Mahkeme, başvurucu Bosna Cumhuriyeti’nin Bosnalı Sırplar ile Yugoslav Federal Cumhuriyeti’nin birbirleriyle bağlantılarının olduğu iddiasının ispat külfetini, Bosna tarafına yüklüyor. Bosna, “Sırbistan’ın elinde soykırım ile ilgili bazı belgeler var” diyor. Sırbistan Yüksek Savunma Konseyi, “belgeler askeri güvenlik açısından devlet sırrını oluşturmaktadır veremeyiz” cevabı veriyor. Mahkeme de istemeye gerek görmüyor. İkincisi, Bosnalılar Sırpların bazı belgelerde tahrifat yaptığını ileri sürüyor. Mahkeme bunun incelemesini de düzgün bir şekilde yapmıyor. O yüzden ispat açısından da sorunlu bir karardır.

*Bunun siyasî bir karar olduğuna hükmedebilir miyiz?

Son zamanlarda gerek AİHM’nin gerek diğer uluslararası mahkemelerin tamamen hukuka bağlı olarak karar verdiklerine şahsen inanmıyorum. Genelde siyasî kaygılar güdülerek verilen kararlar olabiliyor. O yüzden bu kararlara siyaset bulaşmış olabilir.

*Avrupa soykırıma engel olmadığı için bu şekilde çelişkili bir karar çıkmış olabilir mi?

Pek ilgisi olduğunu düşünmüyorum.

*Şöyle sorayım o zaman soykırım suçu sadece yapanlara mı ait? NATO veya Avrupa madem müdahale edebiliyorlardı neden gecikti diyebilir miyiz?

Bosna soykırımı veya Hırvatlara karşı işlenen suçlarda devletlerin müdahale etme yükümlülüğünün olup olmadığı da problem. Çünkü bunlar NATO üyesi değil. NATO üyesi olsa “yapmayın etmeyin” diyecektir birileri. O yüzden batının geç müdahale etmesi belki suçun mağdurunun Müslüman olmasından ya da Bosnalı Sırplar tarafından mahkeme kararlarında da sıklıkla görüldüğü için Türk olarak isimlendirilmesinden de kaynaklanabilir. Bunun altında bu da olabilir. Bölgesel güç dengeleri de bunun sebebi olabilir. Her iki görüşü savunanlar da var.

Jean Baudliard, “Mükemmel Ya Da Kusursuz Suç” isimli kitabında, Bosna’daki soykırımı “yeni dünya düzeninin tekamül sürecinde bir merhale” olarak tanımlıyor ve etnik temizliğin infazcısı olan Sırpların yeni şekillenen bir Avrupa’nın öncülüğünü yaptığını ifade ediyor. “Sırplar etnik temizlik vasıtası olarak Avrupa’nın inşasına öncü bir rol oynuyorlar. Beyaz Avrupa’nın hem ekonomik, hem etnik, hem de ahlaki bakımından sıralanmış, yekpare kılınmış, arınmış bir Avrupa’nın… Parlamentoların gölgesinde şekillenen gerçek Avrupa budur ve bu Avrupa’nın öncüsü Sırbistan’dır” diyor. Bu görüş de dikkate alınabilir.

*Sırbistan’ın AB’ye üyeliği söz konusu olduğu ve AB’nin kendi içinde soykırımla suçlanmış bir devleti görmek istemediği şeklinde yorumların haklılık payı nedir?

Olabilir. Bir de Sırpların arkasında önemli bir kuvvet olan Ruslar var. İkisi de Ortodoks mezhebinden. Rus desteğinin bulunması işi biraz zorlaştırmış olabilir. “Müdahale edersek Rusya ne der bu işe” diye düşünülmüş olabilir.

––Devam edecek––

[email protected]

Kemal BENEK

29.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (28.03.2007) - İklim değişikliği en ciddî tehlike

  (26.03.2007) - Kapitalizm dünyayı tüketiyor

  (22.03.2007) - ‘Türkiye’yi model alıyoruz’

  (19.03.2007) - Said Nursî’nin ‘suç’u dinini öğrenmek ve öğretmek

  (18.03.2007) - Başarının sırrı odaklanmak

  (17.03.2007) - Doç.Dr. Haluk Gerger: Amerika çıldırmış

  (14.03.2007) - UFO’nun taklitlerle başı dertte

  (13.03.2007) - CHP’nin görüşleri TSK’nın Meclisteki yansımasıdır

  (12.03.2007) - “Her Türk asker doğar, her gazeteci askerdir”

  (07.03.2007) - Sağlıkta tekelleşme tehlikeli olur

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004