Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Washington neden sessiz?

Türkiye’de siyaset kaynarken, ABD başkenti de pür dikkat ve derin analizlerle seçime giden Türkiye’yi yakından izliyor. Sabancı Üniversitesi’nin her yıl ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından Brookings Institute’le düzenlediği Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülü için Washington’dayız.

İlk gözlem: Uzun bir aradan sonra ABD başkenti ilk kez Türkiye’yle bu kadar yakın takipte. 5+5 anayasa değişikliği referandumu olur mu? 22 Temmuz’da 3 parti mi 4 parti mi Meclis’e girer? Başbakan Erdoğan ve Orgeneral Yaşar Büyükanıt arasındaki Dolmabahçe buluşmasında neler konuşuldu? Asker, Amerikalıların “emuhtıra” dediği bildiriyi yayınlamadan önce neden hükümeti kapalı kapılar ardında uyarmadı? Gördüm ki bütün bu sorular, Ankara’da olduğu kadar Washington’da da kafaları kemiriyor.

Washington, son haftalarda Genelkurmay bildirisiyle tetiklenen olaylar zincirinde büyük ölçüde “sessiz” ve “tarafsız” kalarak, AK Parti hükümetini önce şaşırttı, ardından hayal kırıklığına uğrattı. Gerçekten de bildirinin hemen ardından gelen günlerde ABD Dışişleri Müsteşarı Dan Fried, “ Biz Türkiye’de taraf tutmuyoruz “ sözleriyle adeta ABD’nin “üç maymun” siyasetini resmen ilan etti. ABD başkentinden Ankara’da hükümete moral verecek ölçüde güçlü bir “ demokrasi vurgusu “ gelmedi. Tam tersine gelen açıklamaların hepsi, Türkiye’deki dengeleri fazlasıyla gözeten, hatta askeri küstürmeyecek şekilde kaleme alınmıştı.

Bugün de durum aynı. Amerikalılar kağıt üzerinde “ Darbeye karşıyız “ diyor. Ancak Herhangi bir Amerikalı yetkiliye “Türkiye?..” deyin plak gibi “ Türkiye’de laik demokratik anayasal düzeni savunuyoruz” lafını işiteceksiniz. “ Laik “ orduya, “ demokratik “ de AK Parti’ye atılan bir gül. ABD’liler “darbe ya da anayasal düzen dışı uygulamaları” desteklemediklerini söyleseler de, bu gür sesle yapılan bir vurgu değil.

Kısacası Washington Türkiye’deki oyununu “ denge “ üzerine kuruyor.

Bu durum, haklı olarak Türkiye’deki demokratları kızdırıyor . Ancak Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihini bilenler için, Washington’un tavrı sürpriz değil. Tarihsel olarak ABD başkenti Ankara’yı her şeyden çok güçlü bir askeri müttefik olarak gördü. Amerikalılar, AK Parti’ye iktidarının ilk yıllarında verdikleri güçlü desteğin, devlet mekanizması ve asker nezdinde Amerikan karşıtlığını güçlendirdiği yorumunu yapıyor. Ayrıca Irak’ta gelinen durumun belirsizliği ve son yıllarda ikili ilişkilerde yaşanan gelgit’ler de Amerikalıları “ suya sabuna dokunmayan “ bir politika izlemeye yöneltmiş gözüküyor.

Aslında Amerikan hükümetinin “nötr” tavrı, geçmiş yıllardan çok farklı da değil. Clinton döneminde hükümet kadrolarında yer almış bir başka yetkili, Washington’un 28 Şubat döneminde de olaylara tıpa tıp “aynı cümlelerle” cevap verdiğini hatırlatıyor. Hatta “laik demokratik” formülü, o dönem geliştirilmiş, şimdi yeniden her cümlede tekrarlanıyor. Kısacası bu parti değil Amerika’nın standart dış politikası...

PEKİ Amerikan başkentinde herkes benzer şekilde mi düşünüyor? Bazı yorumcular, Washington’un Türkiye konusunda “AK Parti yanlısı demokratlar” ile “Darbe yanlısı muhafazakarlar” (Neocon’lar) arasında bölünmüş olduğunu düşünüyor. İşi daha da renklendirmek isteyenler, “Neocon” cephesinin Başkan Yardımcısı Dick Cheney, eski Türkiye büyükelçisi Eric Edelman, “Karanlık Prensi” Richard Perle vs gibi isimler, karşıdaki Demokrat blokun ise Condoleezza Rice ve Dışişleri Bakanlığı’ndan oluştuğunu söylüyor.

Oysa ben farklı kesimlerden olduğu iddia edilen yetkililerle görüşmelerimde, Türkiye konusunda aynı cümleleri ve havayı aldım. Amerikalılar, Türkiye’nin iç kavgasına karışmak istemiyor; sistem ve hükümet arasındaki dengeyi kollamak istiyor.

Hizipler sorusunu bizzat ABD’nin eski Türkiye elçisi Eric Edelman’a soruyorum: “ Washington’da Türkiye konusunda çarpışan iki ayrı teori mi var?”

Edelman şu anda Pentagon’da Müsteşar Yardımcısı olarak Irak ve ABD’nin diğer global dertleriyle uğraşıyor. Ancak görüyorum ki Türkiye’ye ilgisi azalmamış:

“Buradaki yönetim içinde Türkiye konusunda görüş ayrılığı yaşayan ve kavga eden hizipler olduğu düşüncesi tamamen yanlış. Bir çok kişi Türkiye’nin stratejik öneminin farkında. Benim görüşüm, ki sanırım herkes böyle düşünüyor, Türkiye kendi sorunlarını kendi laik demokratik gelenekleri ve anayasası çerçevesinde çözmeli. Bildiğim kadarıyla burada kimse anayasa dışı hareketleri desteklemiyor. İnsanlar bazen aşırı yorumlara gidiyor.”

Sabah, 13.5.2007

Aslı AYDINTAŞBAŞ

14.05.2007


 

Birleşme başarısı

DYP Lideri Mehmet Ağar ile ANAVATAN Lideri Erkan Mumcu, siyasi yaşamımızda pek alışık olmadığımız bir işi başardılar. Lider egolarının her zaman belirleyici olmadığını göstererek, partilerini ortak siyasi bir geleceğe hazırlamaya başladılar. Sloganları da yeni parti sinerjisine çok uygun ‘Yarınlar Türkiye’nin olarak belirlendi. Mehmet Ağar “yeni partinin ismi hakkında tereddütlerim vardı. Ama kısa sürede tuttu” dedi. İsmin hızla tutması bana şaşırtıcı gelmiyor. Çünkü o isim Türk insanının bilinçaltına kazınmış Demokrat Parti’dir. Belirli yaş üzerindeki insanlar çok şey hatırlayacaktır Demokrat Parti hakkında ama genç olanlar da bu parti hakkında artık efsane haline gelmiş bilgilere sahiptir diye düşünüyorum. Ağar ile sohbetimiz Demokrat Parti’nin ilk kurulduğu tarihi binada gerçekleşti. DYP Lideri’nin çalışma odasının duvarında Celal Bayar ile Adnan Menderes’in fotoğrafları vardı. Demokrat Parti adı, etkinliği çok fazla olan bir marka. İki liderin birleşmede işlerini bunun da kolaylaştırdığına eminim. Bu görüşmeden hemen sonra iki partinin resmen birleşip, yasal olarak Demokrat Parti adını alınca merkezi olarak kullanılacak ANAVATAN binasında Erkan Mumcu ile yaptığım görüşmede de, iki liderin birbirleriyle ilgili çok dikkatli ve övgü dolu konuşmaya özen gösterdiklerini gördüm. İkisi de diğerini kırabilecek bir lafın, bir tavrın, birleşmeyi engelleyici olabileceğinden çekiniyor gibiydi. Hatta Mehmet Ağar; ‘birleşmede en büyük fedakârlığı Erkan Bey yaptı’ bile dedi. Bunu daha sonra Erkan Mumcu’ya iletip düşüncelerini sorduğumda ‘zerre kadar hüznüm yok. Sevinç içindeyim. Ben bu tür fedakârlıkları hep yaptım’ dedi. Siyasi yaşamda özellikle lider egolarının ne kadar belirleyici ve zor yaklaşılan ögeler olduğunu bildiğimden, iki liderin de birleşme sürecinde egolarını ön planda tutmayarak ortak bir gelecek için, dahası Türkiye için bir potada eritebilmeleri beni çok şaşırttı çok da sevindirdi. Türk siyasi yaşamında bir ‘ilk’e tanıklık ediyor olmak beni ve arkadaşlarımı özellikle mutlu etti. Gayet tabii ki; iki lideri de birleşme ve Demokrat Parti konusunda bu kadar kararlı kılan şey de, birleşme sürecinin başlatılmasıyla birlikte kendilerine yönelik çok pozitif enerjiyi ve desteği, ülkenin her yanından almış olmalarıydı. İki lider de, bir zıtlaşma içinde gördükleri ve bu zıtlaşma ortamından yarar bulmak için çalıştıklarını düşündükleri AKP’ye de CHP’ye de alternatif olduklarını söylüyorlar. Yani onların tek hedefi iktidarı sarsmak değil; muhalefete de alternatif olarak görüyorlar kendilerini. Doğal olarak kendilerine çok oy akacağını düşünüyorlar. Ağar’ın sözüyle ‘seçim sonuçlarının çok dengeli ve olumlu çıkacağını’ hesaplıyorlar. Bu birleşme Ankara’da öyle bir hava estirmiş ki; AKP de CHP de onların yeni bir güç merkezi olduklarını kabul ediyor. AKP’liler, DYP ve ANAVATAN’ın ciddi bir rakip ve kendi iktidarlarına yönelik bir tehdit olduklarını fark etmiş durumda. Ve iki lider de birleşme sürecinin verdiği sinerjinin kendilerini iktidara taşıyabileceği hesaplarını yapıyor. Akşam, 13.5.2007

Serdar TURGUT

14.05.2007


 

Atatürk ilkeleri ve irtica

Elimde, bir zamanlar benim de hocam olmuş olan Prof. Dr. Suna Kili’nin ‘Atatürk Devrimi’ isimli kitabı var ve bu çalışmanın Mart 2007 baskısının 201. sahifesinde Atatürk ilkeleri tek tek sayılmış; bunlar bildiğiniz gibi cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık, devletçilik, laiklik ve devrimcilik ilkeleri.

Ulusçuluk, halkçılık, devletçilik, devrimcilik ilkelerinin hukuksal olarak yorumu zaten mümkün değil ve bu ilkelere muhalefetin bugün ‘irtica’ olarak nitelendirilmesi komik.

Şayet bu dört ilkeye muhalefet irtica ya da suç ise ben kendimi şimdiden gerekli mercilere ihbar edebilirim.

Cumhuriyetçilik ilkesi zaten ülkemizde kimsenin, evet kimsenin karşı çıkmadığı bir ilke.

Laiklik ilkesi ile ilgili meseleler, yorum meseleleri var, bu doğrudur, ama mesela ben de Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun mevcudiyetine, işleyişine kökten itirazlarım olduğu için ‘mürteci’ grubu içinde mi ele alınacağım, doğrusu kestiremiyorum.

Sözün özü

Meseleye böyle, yani biraz daha detaylı ve özenli baktığınız zaman ‘Atatürk ilkelerine aykırılık irticadır’ ifadesinin, üstelik bu ifadeyi bir yüksek yargı organının başkanı kullanıyor ise, çok da öyle kolay kullanılabilir bir ifade olmadığını görebiliriz diye düşünüyorum.

İlla bir irtica arıyor isek, irtica geriye gitmek demek ise, mürtecileri ülkemizi hukuk devleti ve demokrasi (Anayasa, madde 2) ilkelerinden muhtıralarla geriye götürenlerde, 1960, 1971, 1980, 1997, 2007 hukuk ve demokrasi vahim ihlallerinde, muassır medeniyetin günümüzde somutlaşmış biçimi olan AB’nin karşıtlarında aramak daha doğru olmaz mı acaba diye insan düşünmeden edemiyor doğrusu.

Belki de en iyisi bu tür hukuksal olmayan suçlamalardan özenle uzak durmak.

Star, 13.5.2007

Eser KARAKAŞ

14.05.2007


 

Oy’a karşı silâh...

Şu haberi okuyalım: ‘Meclis Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesini de öngören paketi 10 günde çıkardı ama şimdi veto halinde izlenecek süreç tartışılıyor... 22 Temmuz’da iki sandık zor görünüyor. CHP lideri Deniz Baykal ise AK Parti’li bazı milletvekillerinin oylamaya katılmayacağı ve paketin düşeceği iddiasında. Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesini de içeren Anayasa değişiklik paketi, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in önünde. Sezer’in vetosu halinde AK Parti 1 Haziran’a kadar paketi aynen Meclis’ten geçirip Çankaya’ya göndermeyi hedefliyor. Sezer’in ikinci kez veto hakkı yok ama isterse halk oylamasına götürebilecek. Referandum için en iyimser takvimse 120 gün sonra yani 7 Ekim Pazar günü. AK Parti’nin, gerekirse halk oylamasıyla ilgili yasayı değiştirerek 120 günlük süreyi, 40 güne indirilebileceği belirtiliyor. Tartışmalarla ilgili en ilginç iddia CHP lideri Deniz Baykal’dan geldi. Sezer’in değişikliği veto edeceğini söyleyen Baykal, AK Partinin bundan vazgeçeceğini öne sürdü. Baykal, halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı ile halkın seçtiği parlamentonun karşı karşıya kalabileceğini ve bunun milli egemenliği parçalayabileceğini söyledi. Benzer görüşleri, YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç de dile getirdi. Teziç, ‘hem başkanlık hem yarı başkanlık sistemlerinin krize çok açık rejimler olduğunu, Türkiye koşullarında hiç önerilmemesi gerektiğini’ vurguladı ve ‘rejim krizine yol açabilir’ dedi. Başkanlık sisteminin yalnızca ABD’de uygulanabildiğini söyleyen Teziç, ‘Latin Amerika ülkeleri bu sisteme özendikleri bir dönemde askeri darbelerden başlarını alamamışlardır.’ diye konuştu.’ *** Baykal ne demiş? Sezer anayasa paketini veto edecek demiş... Baykal ne demiş? AK Parti anayasa değişikliğinden vazgeçecek demiş.. Herşeyi biliyor.. Sezer’in ne yapacağını da, AK Parti’nin ne yapacağını da.. CHP liderinin muhtıra sonrasında münecciğimliğinde kuvvetli bir artış gözlenmekte.. Aslında söylediklerinin tüm detayı haberde yok.. AK Parti’nin bir müdahakeden ürkerek bu değişikliğin düşmesine göz yumacağını söylüyor.. CHP Genel Başkanı maskeyi tamamen çıkararak halktan alamadığı oyu süngüyle gidermeye çalışıyor.. Parlementoya karşı geleneksel darbeci tavır ivme kazanarak devam ediyor.. İttihat ve Terakki de böyle değil miydi? *** Okudukça durum netleşiyor.. Devam edelim.. Baykal ne demiş? Halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı ile halk tarafından seçilmiş bir parlementonun karşı karşıya geleceği... Ve ‘bunun da milli egemenliği parçalıyacağını’ söylemiş.. Milli egemenliğin kaynağı ne? Halk.. Eğer o halk iki kere irade beyan ederse milli egemenlik neden parçalanıyor? *** Haberlerin.. Analizlerin.. Demeçlerin.. Yorumların bir anlamı kalmadı.. Söylenen çok açık.. Özellikle de CHP Genel Başkanı’nın.. Baykal artık ‘silah karşısında oya dayalı çözümlerin kıymeti harbiyesi olmadığını’ ima etmekte.. Hatta ima bile değil açık açık vurgulamakta... Siyasal iktidarın halk gücüne dayalı hiç bir yeni çözümü hayata geçiremiyeceğini, Türkiye’nin kaderine kendinin orkestra şafliği ettiği yeni bir 28 Şubat sürecinin mihmandarlık edeceğini belirtmekte.. *** Türkiyedeki siyaset çatısını darbeler kurar.. Darbenin kurduğu siyaset eğer normalleşme eğilimi gösterirse yeni bir darbe yer.. Yok siyaset kurumu normalleşmeyi önlediği için çıkmaza girmişse kaderi gene değişmez.. Bunun bir kez daha hayli müstehcen bir örneğini yaşıyoruz.. Sahaya tank girmiş.. Ama maç anlatmaya çalışan spiker anlamsızlığı gibi bir durum doğrusu...

Star, 13.5.2007

Mehmet ALTAN

14.05.2007


 

Bayar ve Kesici’den DP yorumları

Mehmet Ali Bayar’a ilk soru:

- Neler oluyor?.. Sizin pencereden neler görünüyor? Yanıt:

- Türkiye çok partili yaşamın en ilginç seçimlerinden birine gidiyor.

- Son 1 ayda baksanıza neler oldu.

- Kafalar karışık.

- Seçim meydanında ne konuşulacak?.. 5 yıllık AKP iktidarı mı?

- Yoksa Çankaya seçimi mi?

- Veya mağduriyet mi?

Diyelim ki meydanlarda “mağduriyet” konuşulacak.

Bayar:

- İyi de hangi mağduriyet?

- Çankaya seçimi yapılamadı, AKP’nin mağduriyeti mi?

- Ya 5 yıldır halkın uğradığı mağduriyet ne olacak?

Mehmet Ali Bayar hep aynı konuyu tekrarladı durdu:

- Meydanlarda sanal gündem mi tartışılacak yoksa halkın gerçek gündemi mi?.. Ana sorun bu.

Ve gelelim şimdi Mehmet Ali Bayar’ın “kişisel konumuna.”

- Talibiniz çok... Neredesiniz?

- Ben Doğruyol partiliyim.

- Son kararınız mı?

- İlki sonu olmaz... Ben Doğruyol’ dayım... Ve bugün partim bir dönüşüme gidiyor.

- Dönüşümde rolünüz?

- Teknik süreci 2 genel başkan götürüyor.

Nesrin Nas Anavatan’a genel başkan olunca, Mehmet Ali Bayar hemen “birleşme, bütünleşme projesini” ortaya koymuştu.

Bayar:

- 4 yıldır DYP Genel Başkanı’na...

- 4 yıldır kendi partime, 2 yıldır da Anavatan’ a bu konuyu söylüyorum. Keşke 23 yıl önce başarılsaydı... Ama ne demişler... Geç olsun da güç olmasın.

Mehmet Ali Bayar:

- Çok dikkatli olmak lazım.

- Beklenti yüksek... Beklenti ve süreci çok iyi yönetmek gerek.

- Türkiye yeni ses, yeni görüntü, yeni çıkış bekliyor.

- Beklentileri boşa çıkarmayalım.

***

Sayın Kesici neler oluyor?

- İyi şeyler.

- Konuşuyor musunuz?

- Mehmet beyle (Ağar) birleşme öncesi konuştum... Erkan beyle de (Mumcu) hem öncesinde hem de birleşme safhasında.

- Şu anda durum nedir?

- İyi, çok iyi... Doğru... Demokrat Parti de olabilir, Yeni Demokrat Parti de, Birleşik Demokrat Parti de.

(...)

Kesici’nin “söylemi” uzun.

- Birleşmeyi, bütünleşmeyi, kucaklaşmayı ikiniz yapın. (Ağar ile Mumcu)

- Ama fotoğrafı daha kalabalık çektirin.

- Fotoğrafta Aydın Menderes mutlaka olsun... Kırgınlık varsa unutulsun... Menderes kucaklansın.

- Mehmet Ali Bayar’sız fotoğraf olmaz.

- Ben de bu fotoğrafta yer almaya hazırım.

İlhan Kesici’ye göre:

- Demokrat Parti 1946’da halkın önüne “4’lü takrir (beyanname)” ile çıkmıştı.

- Şimdi “5’ li fotoğrafla” çıkılsın.

- Ağar demek emniyet, asayiş, güvenlik, huzur demek.

- Mumcu demek sosyal politikalar demek.

- Menderes demek siyaset demek.

- Mehmet Ali Bayar demek dış politika demek.

- Kesici demek ekonomik politika demek.

İlhan Kesici ile konuşmamız “uzun.”

“Özetine” son noktayı koyalım.

“Dersine iyi çalışmış.”

“Kavgaya” hazır.

Sabah, 13.5.2007

Yavuz DONAT

14.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004