Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Süleyman "Onları (atları) bana geri getirin" dedi. Sonra onların bacaklarını ve boyunlarını okşadı.

S

Sâd Sûresi: 33

02.01.2008


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

İhtiyaç duyduğunuz bir şeyi gerçekleştirirken onu gizli tutmakla yardım isteyiniz. Çünkü her nimet sahibine hased edilir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 566

02.01.2008


Millet uyanmış; hakikat meydana çıkacaktır

Ey paşalar, zabitler!

Bütün kuvvetimle derim ki:

Gazetelerde neşrettiğim umum makâlâtımdaki umum hakâikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mâzi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletnâme-i Şeriatla dâvet olunsam; neşrettiğim hakâiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.

Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden tarih celbnâmesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim.HÂŞİYE

Demek, hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır. "Hak yücedir ve hiçbir şey ondan daha yüce değildir." (Keşfü'l-Hafâ, 1:127)

Millet uyanmış; mugalâta ve cerbeze ile iğfal olunsa da devam etmeyecektir. Hakikat telâkki olunan hayalin ömrü kısadır. Feveran eden efkâr-ı umumiye ile o aldatmalar ve mugalâtalar dağılacaktır. Ve hakikat meydana çıkacaktır, inşaallah.

"Akıllı olanlara bu dediklerim yeterlidir. Ben köyü çağırdım, eğer köyde kimseler varsa." (Farsça bir ibârenin meâli)

Sizin işkenceli hapishanenin hali; zaman müthiş, mekân muvahhiş, mahbusîn mütevahhiş, gazeteler mürcif, efkâr müşevveş, kalbler hazin, vicdanlar müteessir ve me'yus, bidâyet-i halde memurlar şemâtetli, nöbetçiler müz'iç olmakla beraber, vicdanım beni tâzip etmediği için, o hal bana eğlence gibiydi. Musibetlerin tenevvüü, mûsikinin nağmelerinin tenevvüü gibi bana geliyordu.

Hem de geçen sene tımarhânede tahsil ettiğim dersi, şimdi bu mektepte itmam ettim. Musibet zamanının uzunluğundan, uzun dersler gördüm. Dünyanın ruhanî lezzeti olan hüzn-ü mâsumâne ve mazlûmâneden, zayıfa şefkat ve gadre şiddet-i nefret dersini aldım.

Ümidim kavîdir ki, çok mâsumların kalblerinden hararet-i hüzünle tebahhur eden "ay", "vay" ve "ah"lar, rahmetli bir bulut teşkil edecektir. Ve âlem-i İslâmda yeni yeni İslâm devletlerinin teşekkülleriyle, o rahmetli bulut teşekküle başlamıştır.

Eğer medeniyet böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalâtalara ve diyânette lâübâlicesine hareketlere müsait bir zemin ise, herkes şahit olsun ki, o saadet-saray-ı medeniyet tesmiye olunan böyle mahall-i ağrâza bedel, vilâyât-ı şarkiyenin, hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum. Zira bu mim'siz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbesti-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kal, şarkî Anadolu'nun dağlarında tam mânâsıyla hükümfermadır.

Hâşiye: Şimdi Üstad Bediüzzaman bu kırk beş senedeki dehşetli mahkemelerinde aynen bu on bir buçuk cinâyetlerini ve on bir buçuk suallerini o Divân-ı Harb-i Örfî'deki gibi tekrar etmiştir ve etmektedir.

Divân-ı Harb-i Örfî, s.50,

Yeni Asya Neşriyat, 1995)

02.01.2008


Şehitlik

1966'lı yıllarda Karabük'ün pek şirin ilçesi Safranbolu'da sekiz sene süreyle görevliydim. Orada Üstadımızın sadık, vefalı talebeleri ve hizmet ehli olanlardan mübarek ağabeylerle tanışmak, sohbet etmek şerefine nâil oldum.

O değerli ağabeylerden biri de Üstadımızın kutlu ömrü süresince sıkd u sadakatle şoförlüğünü yapan Hüsnü Bayram Ağabey idi. O, nezaket, edep ve sadakat timsâli olup kalbimi fethetmişti. Safranbolu'ya gelen Nur Talebelerini gönül hoşluğuyla karşılar, nefis yemekleri cömertçe ikram ederdi. Merhum babası Hıfzı ağabey, oğulları Hüsnü ağabeyi ve Yılmaz beyi Üstad'ı ziyaret etmek için Kastamonu'ya göndermiş, onların küçük yaşlarında bile Üstadımızla müşerref olmalarını sağlamış, büyük oğlunu Üstadın hizmetine adamıştı. Böylesine ihlâslı, fedakâr, mütevazı ağabeyin ilçede bulunduğum süre zarfında müşfik ilgi ve candan muhabbetine, himayesine mazhar oldum. Beni Nurcu diye ihbarlardan, afişe olmaktan ısrarla koruyor, tedbirde kusur etmiyordu.

10 Kasım 1970 tarihinde Hıfzı ağabey, Cenâb-ı Hakkın "İrciî" (Bana dön) emrine muhatap oldu. Kalabalık cemaatle İlâhî rahmete uğurlarken büyük hüzün ve hicranla namazını kıldık. Nur Talebeleri ve Said Özdemir ağabeyler de son vazifelerini eda için Safranbolu'ya gelmişlerdi.

Hep birlikte halisane duâlarla musalla kabristanında Cennet bahçelerinden bir bahçeye tevdî ettik. Definden sonra merhumun konağına döndük.

Osmanlı ecdadımızın ince bir zevk-i selîmle yaptıkları o güzel, ferah, bahçeli, huzurlu konaklardan biri olan kutlu evin bahçesindeki havuz başında Said ağabeyin tatlı sohbetini dinledik.

Said ağabey şöyle demişti: "Komşusu olan yetim bir genç, bir kamyonda muâvin olarak çalışırken trafik kazasında vefat etmiş. Kazada vefat eden, rüya-yı sadıkada gören arkadaşına kazadan sonraki halini şöyle anlatmış.

"Kamyonumuz aniden bir şeye çarptı; ben kendimi yemyeşil, çiçeklerle donanmış şirin bir bahçede buldum. Her taraftaki ağaçlar altından şırıl şırıl berrak sular akıyor; canım her neyi isterse hemen geliyor, ancak kamyonu süren ustamı arıyorsam da bulamıyorum. Burası çok rahat, çok hoş, pek güzel."

Rüyayı gören, merhum arkadaşının evine gider, annesine oğlunun harika halini, Cennette nice nimetler içinde olduğunu anlatır. Bu güzel mükâfata hangi amelle kavuştuğunu sorar:

Annesi: "Oğlum, camide bir hoca efendiden öğrendiğine göre, yatağına girdiğinde başta bizim Peygamberimiz (asm) olmak üzere isimlerini anarak beş büyük peygambere, diğer peygamberlere ve Hz. Cebrail (as) ve büyük meleklere, diğer melaikeye selâm ve salâtlarla duâ ederdi" demiş.

Said Özdemir ağabey bu sadık rüyayı şöyle yorumladı:

"Kaza geçiren o genç, iman ehli olduğundan ve annesinin bildirdiğine göre ameliyle Peygamberimizin (asm) hadis-i şerifi gereği yıkıntı ve çarpmaya maruz kalıp şehitlik mertebesine nâil olmuş. Okuduğu o duâlar ve teslimiyetinin hayırlı sonucunu kıyametten evvel bile görmüş, Rabbim de öldüğünü bile ona bildirmemiş. Ancak ustası, o şereften mahrum kaldığından onu yanında görememiş."

Ağabeyimizin sözlerini, şu inceleme de aynen teyid ediyor:

Hz. Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şeriflerinde "Bineğinin kendisini ısırması veya düşürmesi, zehirli bir haşere veya hayvanın onu zehirlemesi ile ölen ya da Allah yolunda iken yatağında ölen kimse şehitliğin bir çeşidiyle ölmüştür"1 buyurmuştur.

Bu hadis-i şerifte şehitlik nedeni sayılan bineği tarafından düşürülme, yolda, yıkıntı altında kalma v.b. nedenlerle trafik kazalarında ölenlerin şehid olacaklarını söylemek mümkündür. Aracı kullananın hız limitini aşması v.b. kusurlar şehid olmaya engeldir.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri de, "Nass-ı Kur'ân'la şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyeviyelerini tarîk-i Hak'ta feda ettikleri için Cenâb-ı Hak kemal-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar. Kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar. Ölümdeki firak acısını hissetmiyorlar"2 diye şehitlerin durumunu izah eder.

Yolculuk boyunca gaflet içine düşmemeye gayret etmeli, zikirler, tesbihler, evrâd ve duâlar ile meşgul olmalı, ölümün kişiyi uygun olmayan bir durumda ve anda yakalamaması için dikkatli olmalıdır.3

Resûlullah (asm) diyor ki: "Ümmetimin fesada uğradığı, bozulduğu bir zamanda, kim benim sünnetlerime sarılır, onları uygularsa, ona Allah (c.c.) yüz şehid sevabı verir."4

Dipnotlar:

1- Hâkim-Müstedrek, 2, 78-79; Beyhaki, Sünenü'l-Kübra 9, 166

2- Mektubat, 1. Mektub, s. 12

3- Şehitlik ve şehitlerin hayatı, Prof. Dr. Abdulhakim Yüce, s. 61

4- Müsnedü'l-Firdevs, 4: 198

Abdullah Battal

02.01.2008


BİR KISSA, BİN HİSSE

Hazret-i Ömer'in (ra) hilafeti zamanında, Hicretin 18. yılı başında, Hicaz'da büyük bir kıtlık musibeti yaşandı. Kıtlık dönemi sonlarında Bilal b. Haris adında bir zat, Peygamber Efendimizin (asm) türbesine yaklaşıp şöyle yalvardı: "Ya Resulallah! Ümmetine yağmur vermesini Allah'tan dile! Ümmetin helâk olmak üzere." O şahsın rüyasına giren Resulullah Efendimiz (asm) şöyle buyurdu: "Ömer'e git, ona selamımı söyle. Yağmur yağacağını müjdele ve benden ona de ki: 'Ey Ömer! Sen akl-ı selim sahibi bir kişisin. Sünneti unutma!' Bilal uyanınca, kalkıp doğruca Hz. Ömer'e gitti ve ona rüyasını anlattı.

Bu rüyadan ürperen Hz. Ömer, halka haber salıp istişare için onları mescidde topladı ve onlara şöyle hitap etti: "Ey Müslümanlar! Siz bende hoşlanmadığınız bir şey, sünnete aykırı bir tutum gördünüz mü?" Halk:

"Öyle bir şey görmedik. Fakat neden böyle soruyorsun?" dediler. Hz. Ömer (ra) onlara Bilal b. Haris'in gördüğü rüyayı ve bu rüyadaki Peygamber Efendimizin (asm) mesajını anlattı. Halk da bu mesajın, yağmur duasına işaret olduğunu belirterek, yağmursuzluk vaktinde sünnet olanın yağmur duasına çıkmak olduğunu dile getirdiler. Ardından topluca yağmur duasına çıkıldı. Hz. Ömer, Resulullah Efendimizin (asm) amcası Hz. Abbas'ın (ra) elinden tuttu ve:

"Ya Rabbi, Resulünün amcası vesilesiyle sana yaklaşıyor, senden mağrifet diliyor ve sana yalvarıyoruz! Bizi bereketli yağmur suları ile sula" diye yağmur duası yaptı.

O anda yoğun bulutlar gökyüzünü kapladı. Ve yağmur öyle bir hızla bastırdı ki, yağmur duasında bulunan herkesi sırılsıklam ıslattı.

Müslümanlar başlayan ve devam eden şiddetli yağmur altında şükür gözyaşları ile geri döndüler.

Süleyman KÖSMENE

02.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri