Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Suç işledim, tutuklanır mıyım?

ANAYASANIN, 38/4.maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” denilmesine karşın, 19/3.maddesinde “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin” tutuklanabileceği öngörülmüştür.

Tutuklama suçluluktan dolayı değil, mecburiyet sebebiyle başvurulan bir tedbir olduğundan, anayasanın belirtilen hükümleri arasında aslında bir çelişki bulunmamaktadır.

İşlediğiniz fiilin suç oluşturduğu yönünde güçlü olguların var olması ve kanunda yazılı tutuklama sebeplerinden birinin varlığı halinde hakkınızda tutuklama kararı verilebilecektir.

Aşağıdaki hallerde bir tutuklama için yeterli bir sebebin varlığı kabul edilmektedir;

a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.

b) Şüpheli veya sanığın davranışları;

1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,

Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.

(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;

1. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar

2. Kasten öldürme

3. İşkence

4. Cinsel saldırı

5. Çocukların cinsel istismarı

6. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti

7. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma

8. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar

9. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar

b) 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silâh kaçakçılığı suçları.

c) 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22’nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu.

d) 10.7.2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.

e) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.

f) Kasten orman yakma suçları.

Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı bir yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemeyecektir.

Asıl olan kişinin hakkında verilecek hükmün kesinleşmesine kadar suçsuz olduğu ve tutuklamanın geçici bir tedbir olup, yargılamanın tutuksuz yapılmasıdır.

Şartlar ve sebeplerin bulunması halinde tutuklamaya veya tutuklamanın devamına karar verilmesi mümkündür. Tutuklama kararı, soruşturma safhasında hakim, kovuşturma evresinde ise mahkeme tarafından verilebilir. Bu konular dışında, hiç kimsenin tutuklama kararı vermeye yetkisi yoktur. Tutuklama kararı verilmesinde, zaman açısından bir sınırlama bulunmayıp, her aşamada verilebilir. Tutuklama kararı şüpheli veya sanığın hükümlülüğüne karar verilmemesi ya da beraati halinde giderilmesi imkânsız zarara yol açabilir. Kişi tutukevinde boşu boşuna kalmış olur. Bu yüzden tutuklama son çare olmalıdır.

05.06.2008


Sizden GELENLER

İSTANBUL’DAN yazan okuyucumuz Dr. S. Erdem daha önce görev yaptığı Erzurum’da başkasının yeşil kartı ile gelen bir hastayı muayene ettiği ve yataklı tedavi önererek bu suretle görevini kötüye kullandığı iddiası üzerine hakkında soruşturma yapılması için izin verildiğini ifadeyle bu işleme karşı sahip olduğu hakların neler olduğunu soruyor.

Değerli okuyucumuz hakkınızda soruşturma izni verilmesine dair işlemin iptali için, tarafınıza yapılan tebligattan itibaren sekiz gün içerisinde Erzurum Bölge İdare Mahkemesi nezdinde dâvâ açmanız gerekir. Umarız dâvâ açmak için geç kalmamışsınızdır.

Bildiğiniz üzere Sağlık Bakanlığının genelgeleri uyarınca ilgili yardımcı personel tarafından kurum sağlık yardımlarından yararlanan kişiler ile bunların bakmakla yükümlü oldukları aile bireylerinin, kurum sağlık tesislerine muayene ve tedavi amaçlı başvurularında, durumları ile ilgili olarak inceleme ve tespitlerin yapılması, polikiliniğe muayeneye gelen hastaların kimliklerinin kontrol edilmesi ve Polikilinik Protokol Defterinin kimlik hanelerinden birine kimlik belgesinin niteliği ile seri numarasının kaydedilmesi zorunludur.

Kurum sağlık yardımlarından yararlanan kişiler ile bunların bakmakla yükümlü oldukları aile bireylerinin, kurum sağlık tesislerine muayene ve tedavi amaçlı başvurularında, hasta kabul memuru tarafından hak sahipliğini belgeleyen belgelerin yanında resimli kimlik belgesi kontrol edilmekte, hastanın hak sahibi olduğunun belirlenmesi halinde hastaya muayene fişi verilmektedir.

Hasta, muayene fişi, sağlık karnesi ve başka bir kimlikle birlikte muayene için Baştabiplikçe görevlendirilen personele müracaat etmekte, hastanın haksahipliği ve kimliği bir kez de bu personel tarafından kontrol edilerek hasta polikilinik defterine kaydedilmektedir.

Hekim olarak siz, polikilinik hasta kabul memuru tarafından hak sahipliği durumu ve kimlik belgeleri kontrol edilerek muayene ve tedaviye hak kazandığı tespit edilen, tabib muayenesi öncesi ikinci kimlik kontrolleri yardımcı personel tarafından yapılarak muayeneye alınan hastanın yalnızca teşhis ve tedavisinden sorumlusunuz.

Hastanın muayene için müracaat ettiği Devlet Hastanesi hasta kabul memuru başvuran kişinin ibraz olunan yeşil kartta isim-soyisim ve diğer kimlik bilgileri yer alan kişi olup olmadığını tespit etmekle yükümlüdür.

Başvuran kişinin hak sahibi olmadığını tespit etmesi halinde müracaatı reddetmek, haksahibi olduğunu tespit etmesi halinde muayene fişi vermekle görevlidir. Muayene fişi olan hastanın ikinci kimlik kontrolünün yapılması hekimin değil, Baştabiplikçe verilen yardımcı personelin sorumluluğundadır.

Hekim tarafından yataklı tedavi öngörülen hasta bir kez de yatış işlemlerini yapmakla görevli büroya müracaat etmek zorundadır. Burada bir kez daha hastanın yeşil kart hamili kişi olup olmadığı yeşil kart ve diğer kimlik belgeleri kontrol edilerek hastanın yatış işlemleri yapılmakta, daha sonra aynı işlemler bir kez daha servis hemşiresi tarafından tekrar ve teyid edilmektedir.

Siz bir tabib olarak hiçbir aşamada muayene ve tedavi için başvuran kişilerin kimlik kontrollerini yapmakla görevli ve sorumlu değilsiniz. Bu görev baştabiblik tarafından özellikle bu iş için görevlendirilmiş yardımcı sağlık personelinin sorumluluğu altındadır.

Kanunlar ve tıbbî etik kurallar uyarınca görevini yerine getiren ve imkânsızlıklar içerisinde hastalarının tedavisi için özveriyle çalışan hekimlerimizin yardımcı personelin hoşgörülmesi gereken basit ihmalinden kaynaklanan bir sonuçtan sorumlu kılınmak istenmesi ve bu şekilde ceza dâvâsı tehdidi altında tutulmaları üzücüdür. Bölge İdare Mahkemesi soruşturma izninin iptaline ilişkin dâvâyı kısa sürede karara bağlayacaktır. Ancak mahkemenin kararı red yönünde olsa bile savcılık tarafından yapılacak soruşturma sonucunda suçsuzluğunuz anlaşılarak hakkınızda kavuşturmaya yer olmadığına karar verilebilir.

05.06.2008


Sürpriz! Gazetedeki ilânda isminiz var

TEBLİGAT Kanununun uygulandığı tüm dâvâ ve işlemlerde, tebligat çıkarmaya yetkili bütün merciler tarafından, şartların gerçekleşmesi halinde ilân yoluyla tebligat mümkündür.

İlânen tebligat, bir çeşit tebliğ imkânsızlığı durumu olup, adresin aranmasına rağmen hiç bulunamaması ve bilinememesi durumunda başvurulan son çaredir. Kendisine tebligat yapılamayan, ikametgâhı, meskeni veya işyeri bulunamayan, daha önce de tebligat yapılacak hiçbir adresi bilinmeyen kimsenin adresi meçhul sayılır. Adresin meçhul olduğu, hususu, tebliğ memuru tarafından mahalle ve köy muhtarının imzası alınarak tespit edilmektedir.

Kendisine tebligat yapılacak kişi yurt dışında ise yurt dışı adresi araştırılarak bulunduğu yabancı ülkede tebligat yapılmaktadır. İlânen tebligat kararı verilmeden önce tebliğ yapılacak kişinin adresi resmî veya özel kurum ve dairelerden veya polis ve jandarma aracılığıyla soruşturma yapılarak tespit edilmeye çalışılması zorunludur. Yapılan soruşturma sonunda adres tespit edilebilirse ilân yoluyla tebligat yapılamaz. Ancak yapılan soruşturmaya rağmen kendisine tebligat yapılacak kimsenin adresi tespit edilemezse gazetede ilân yoluyla tebligat yağılmasına karar verilecektir. İlânen tebligat, ilânın asıldığı ve gazetelerde yayımlandığı tarihlerden sonuncusunu izleyen günden itibaren yedi günün bitiminden sonraki gün yapılmış sayılacaktır. İlânı yapan merci on beş günü geçmemek üzere bu süreyi uzatabilir.

Taraf olduğunuz dâvâ ve işlemlerde tarafınıza yapılacak tebligatların bu şekilde ilân yoluyla yapılmasının doğuracağı güçlükleri dikkate alarak kamu kurum ve kuruluşları ile üyesi bulunduğunuz kuruluşlar nezdindeki adreslerinizi güncellemeniz yararınıza olacaktır. Adrese dayalı kayıt sistemindeki adres bilgilerinizi güncel tutmanız hakkınızda ilân yoluyla tebligat yapılmasının önüne geçmek için en etkili yöntem olacaktır.

05.06.2008


Siyonizm

Kelime kökünü Kudüs’teki yedi tepeden biri olan ‘Siyon’ tepesinden alan Siyonizm, 19. yüzyılın son çeyreğinde bir Rus Yahudisi olan Nathan Birnbaum (1864-1937) tarafından siyasal edebiyata sokulmuştur. Birnbaum’un tarifine göre Siyonizm:

Musevileri Filistin’e yerleştirme amacı güden ve üyelerinin Yahudilerden oluştuğu bir siyasal örgüttür. (Filistin Sorunu s: 23)

Siyon kelimesi sadece Filistin’e işaret etse de, Siyonistlerin ana hedefi olan ‘Eretz İsrail/Büyük İsrail’in sınırları açıktır. Herzl’in danışmanlarından olan Max Bodenheimer, Filistin’e gitmek üzere Çanakkale Boğazı’ndan geçerken bu siyonist hedefi şöyle açıklar:

“Bizim düşlerimizin kanatları vardır; sınır tanımazlar. Yahova’nın Eski Ahid’de vaad ettiği Nil’den Fırat’a kadar tüm bölgeler Yahudi kolonizasyonuna açılmalıdır”

(Filistin Sorunu s:37)

Roger Garaudy ise Siyonizm Dosyası adlı kitabında Siyonizmi dinî ve siyasî olarak ikiye ayırır. Ve “Tamamıyla farklı olan bu iki projeyi birbirine karıştırmamak lâzımdır” der.

Siyasî Siyonizm ile Dinî Siyonizm’i birbirinden ayıran şey, Siyon’a dönüş fikri üzerinde farklı eğilimler göstermelerinden dolayıdır. 19. yüzyıl Avrupasının milliyetçilik ve sömürgecilik ruhundan doğan siyasî Siyonizm, ne pahasına olursa olsun tüm dünya Yahudilerinin ‘Ulusal Yahudi Devleti’ çatısı altında toplanması gerektiğine inanır. Ve politikasını da bu minval üzerine yürütür. Dinî Siyonizm'de ise, Siyon’a dönüş vakti henüz gelmemiştir.

Yahudi yasası (Halacha) uzmanı olan Rabbi Joseph, 1989 yılında İsrail’in Bnei Brak bölgesinde düzenlenen siyasî Siyonizm karşıtı toplantıda, Mesih’in gelmesine yakın Yahudilerin oldukça güçlü bir topluluk olacaklarını ve Yahudi olmayanları sürüp, putperest Hırıstiyan kiliselerini yıkmak üzere İsrail topraklarının fethedileceğini, ancak bu Mesih döneminin henüz gelmediğini belirtmiş ve şöyle demiştir:

“Doğrusu Yahudiler bugün Yahudi olmayanlardan daha güçlü olmadığı gibi, onlardan duydukları korku sebebiyle bu kişileri İsrail topraklarından kovacak güçleri de yoktur.... O halde Tanrı’nın emri şu an için geçerli değildir....” (İsrail’de Yahudi Fundamentalizm’i s: 55-56)

Dinî Siyonizm akidesinde, Mehdi’nin ortaya çıkmasıyla bütün ırklar tek bir ırka ‘Yahudi ‘ ırkına bağlanacaklar ve takdis edileceklerdir. Tanrı’nın saltanatının başlamasıyla, İbrahim ve Musa Peygamberlerin hikâyelerinin anlatıldığı Eski Ahid’deki yere, ‘Filistin’e döneceklerdir. (Siyonizm Dosyası s: 14)

Dinî Siyonizm’e göre Tanrı Yahudilerden üç söz almıştır.

1-Yahudiler, Yahudi olmayan kişilere karşı isyan etmemeli.

2-Mesih gelmeden Filistin’e toplu göç edilmemeli.

3-Mesih’in zamanından önce gelmesi için duâ edilmemeli.

Bu inanca göre, sürgündeki Yahudi varlığı, İsrailoğullarının işlemiş oldukları günahlara karşı kefaret olmak üzere Tanrı tarafından verilen bir cezadır. Ve yerine getirilmesi gereken dinî bir vecibedir. Dolayısıyla da Filistin’e yapılacak olan toplu Yahudi göçünden Tanrı hoşnut olmayacaktır. (İsrail’de Yahudi Fundamentelizmi s: 53-55-56)

Yine bu inanca göre, toplu göç şöyle dursun; Tanrı’ya verilen söz gereğince, Yahudiler sürgünde bulundukları müddet içinde tüm imkânlarını kendilerini kabul eden ülkenin kalkınması için seferber etmelidirler ve orada uyumlu yaşamalıdırlar.

Neo-Orthodoxy (Yeni Ortodoksluk) mezhebinin kurucusu olan Rahip Rapheal Hirsch (1808-1888), “İsrailoğullarını birleştiren şey toprak değil, Tevrat’tır. Yahudiler kendilerini Tevrat’ın rehber olarak alınıp ilâhi vahyin tatbik edildiği bir toprak parçası üzerinde birleştirmesi için hergün duâ etseler de, Mesih gelinceye kadar bu umudun gerçekleşmesi için herhangi bir beşeri adım atmamalıdırlar.”der. (Judaism, Nationalism and Land of Israel s: 86-87)

Kabbalacı Hahamlar ve Siyonizm

Yüzyıllardır Musevilik akidesi içinde varlığını koruyan “Hac ziyareti dışında Mesih gelmeden Siyon’a toplu hâlde göç edilmemeli” öğretisi, 12. yüzyılda Güney Fransa‘da ortaya çıkan ve 13. yüzyılda ise İspanya’da doruk noktasına ulaşan Yahudi mistizmi ‘Kabbala’ yı takip eden hahamlar tarafından yok sayılmıştır. Mesih’in gelişinin insan eliyle hızlandırılabileceğine inanan Kabbalacılar, başta meşhur Haham Avraham Yizhak Hacohen Kook olmak üzere bu yönde propagandalar yapmışlardır. Böylece, Yahudilik kavramı ilâhi bir tasarı olmaktan çıkarılmış ve beşer eliyle halledilmesi gereken bir mesele haline getirilmiştir.

(Siyonizm Felsefesi s:81 / Original Sins s:138)

16. yüzyılın sonlarına doğru Doğu ve Orta Avrupa Yahudileri arasında kabul görmeye başlayan Kabbalacı fikirler sayesinde birçok Ortodoks Yahudi bir nevi sahte Mesih cereyanı olan siyasî Siyonizmi kabul etmişlerdir. Bulgaristan ve Rusya Siyonu Sevenler Derneği (Chovevei Ziyon) mensupları daha da ileri giderek Thedore Herzl’i peygamber olarak görmüş, ona ‘New Moses/ Yeni Musa’ demişlerdir. Museviliğin gerektirdiği ibadetlerden yoksun sekülarist bir insanı, Yahudi milletini kurtuluşa erdirecek olan ‘Mesih’ olarak görmüş onu omuzlarda taşıyıp ellerini öpmüşlerdir. (A History of Israel s: 43)

İsrailli yazar ve insan hakları savunucusu Israel Shahak, Doğu ve Orta Avrupa Yahudilerini böyle davranmaya iten Mesih anlayışının özünü şu cümlelerle açıklar:

“Kabbala (Cabbala) adı verilen Yahudi Mistizm’i birkaç ayrıntı dışında hiçbir değişiklik göstermeden Yahudi inancı haline dönüşmüştür. 1550-1750 yılları arasında Doğu Avrupa Yahudilerinin büyük bir bölümü, Kabbala’yı ve onun inanç manzumesini kabul etmiştir.

Kutsal Kitap’ta bir tek Mesih beklendiği halde, Yahudi mistikleri iki Mesih beklerler.

Kabbala’ya göre, iki Mesih’in karakteri birbirinden farklı olacaktır. Yusuf’un oğlu (Son of Joseph) olarak adlandırılan Birinci Mesih, kurtuluş için ön şart olan materyalleri hazırlayacak. Buna karşın, Davud’un oğlu (Son of David) adlı İkinci Mesih, göz alıcı mucizeleriyle dünyayı kurtaracak olan daha ruhanî bir lider olacaktır. (İsrail’de Yahudi Fundamentalizmi s: 30, 124-125)

Herzl’i kurtuluşun ön şartlarını hazırlayacak olan Militarist Mesih olarak gören Kabbalacılar, sahte Mesih hareketi olan siyasî Siyonizmi kutsamışlardır. Buna bağlı olarak da siyaset sahnesinde meydana gelen herbir olayı bu anlayışa göre yorumlamışlardır. Bunların başında Haham Judah Alkalai (1789-1878) ve Zevi Hirsch Kalischer (1795-1874) gelir.

Bu hahamlar, 1840’da Şam’da meydana gelen Yahudi katliamını* dinî açıdan yorumlamışlardır. Bunlara göre, Yahudilerin işlemiş oldukları günahlara karşı ödemek zorunda oldukları kefaret süresini bitirmek ve “Tanrı adına Siyon’u ele geçirme” sürecini başlatmak gerekmektedir. (Filistin Sorunu s: 2 4 -25)

Sırbistan Hahamı olan Judah Alkalai, 1845’de yayınladığı ‘Minnat Yehuda’ adlı kitabında, kurtarıcı Mesih’in Yuşa ( Joshua) zamanındaki gibi aniden ortaya çıkıp Yahudileri toplu hâlde mukaddes topraklara götürmesinin beklenemeyeceğini söyler.

Alkalai’ye göre, İsrailoğullarının günahları sebebiyle bu seferki kurtuluş başka yapıda olacaktır. Ancak bu kurtuluşun gerçekleşmesi için bir takım beşeri adımların atılması gerekmektedir.

İsrail (Filistin) toprakları alabildiğine geniş olup aynı zamanda da boştur. (!)

Zirai olarak işlenmediğinden, yerleşimciler için uygun bir barınak oluşturmamaktadır. Hicret etmeden önce bu topraklar ıslah edilmeli, ekilip biçilmelidir. Su kuyuları kazılmalı, yerleşimciler için evler inşâ edilmelidir. Bir kısım Yahudiler buraya göç ettiğinde diasporada kalanlar onları maddî olarak desteklemelidirler. Bundan başka, dünyanın çeşitli yerlerinden gelecek olan Yahudilerin kültürleri, kostümleri, dilleri farklı olacağından ortak dil olan İbranice canlandırılmalıdır. Hatta eğitimin esasını oluşturmalıdır. Aksi halde hicret girişimi başarısızlıkla sonuçlanacaktır. (Judaism,Nationalism and Land of Israel s: 87-88)

Büyük yalan

Hicretin nasıl olacağının planlarını yapan Alkali, Filistin topraklarının bir çöl olduğu iddiasını gütmekle kocaman bir yalan söylemekteydi. Zira, o sıralar Osmanlıya bağlı olan Filistin’de iktisadî bakımdan büyük bir canlanma vardı. Isssız olmayıp, üzerinde yüzbinlerce Arab’ın yaşadığı bu topraklar, ihtiyaç fazlası buğday ve narenciye ürünlerini Avrupa’ya ihraç ediyordu. Osmanlı Tarihi Uzmanı Dr. Adil Menna, bu iktisadî canlanmayı, asayişin sağlanmasına, titizlikle takip edilen toprak reformlarına ve de devletin çorak arazileri ıslah etmeleri için şahıs üzerine arazi tescil etme politikalarına bağlar.

Menna, 1850-1880 yılları arasında narenciye ağacı dikiminde büyük artış olduğunu, sadece Yafa çevresinde, içinde 800 bin portakal ağacının dikili olduğu 500 bahçe bulunduğunu söyler. Ayrıca Yafa portakalının Kırım savaşı sonrasında Paris, Londra, Odessa, Viyana ve Almanya pazarlarında satıldığını, büyük kazanç getirmesi üzerine, Yafa şehri etrafında 3000 feddanlık (1 feddan= 4200 metrekare) bir arazi üzerine portakal ağacı dikildiğini belirtiyor. Filistin topraklarında sadece portakal değil, susam, buğday, mısır, arpa, pamuk, zeytin ekiliyordu. Bundan başka zeytinyağı ve sabun üretimi de yapılıyordu. Yafa, Hayfa ve Akka limanlarından kalkan gemiler bu ürünleri Avrupa pazarlarına taşıyorlardı.

Filistin’de sadece Yafa değildi toprağı verimli olan bölge. 19. yüzyılın son yarısında Gazze’de Bi’r es-Seb’a ya kadar uzanan bölgede 150-200 fidanlık bir arazide buğday ve arpa ekilmekteydi. Hıristiyan Sursuk ailesinin Siyonist Kolonizatörlere sattığı Merci ibn Amır, Ğoor Bisan mıntıkasındaki araziler de son derece verimliydiler.

(Tarihu Filistin fi Avahir’l Ahdi’l Osmaniyye s:195)

Suna DURMAZ

05.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır