"Gerçekten" haber verir 11 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Kim ihlâs ile Allah'a yönelir ve güzelce kullukta bulunursa, işte onun mükâfatı Rabbin katındadır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

Bakara Sûresi: 112

11.09.2008


Ramazandaki duâlar, ihlâs şartıyla makbuldür

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelâ: Bu mübarek Ramazan-ı Şerifteki duâlar, ihlâsı bulmak şartıyla, inşaallah makbuldür. Fakat maatteessüf, ekseriyetçe Risâle-i Nur şakirtlerinin nazarlarını dünyaya çevirmek ve huzur-u kalbi bozmak için, bazı taarruzlar yüzünden o ihlâs, o huzur-u tam bir derece zedelenir. Merak etmeyiniz, herşeyi Cenâb-ı Hakka havale edip öyle taarruzlara ehemmiyet vermeyin.

Kastamonu Lahikası, s. 206

***

Hem Ramazan’da, hususan Leyle-i Kadirde duâ etmek, kabule karin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyyen me’muldür. O makbul duânın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut duâ olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, aynı maksat yerine gelmezse, duâ kabul olmadı denilmez, belki daha iyi bir sûrette kabul edilmiş denilir.

Mektubat, s. 270

***

Ey Nurcular! Allah’ın sizlere ihsan ettiği ezelî lütfuna karşı secdeden başlarınızı kaldırmayınız. Gecenin soğuğuna aldırmayınız. Sizlere lütfunu hiçbir hususta esirgemeyen Rabb-i Rahime, gecenin bu mübarek saatlerinde kalkarak vazife-i şükrü eda ediniz. Ve bazıların düştüğü, istikbali düşünmek derdiyle aklı, maaşı sarsan hadiseler karşısında titremeyiniz, korkmayınız; Nurun kudsî kerâmeti ve imdadını müşahede ediniz.

Dünya fanidir; binler sene yaşamak olsa, baki olan hayat-ı uhreviyenin yanında, hiç-ender-hiç mesabesindedir. Fakat fani olmakla beraber, baki hayatın bakî meyvelerini verecek bir mezraasıdır. Fırtınaların şiddeti, havanın dehşeti sizleri sarsmasın, korkutmasın. Bu mübarek mezraaya en mübarek ve nurânî ve verimli ve bereketli olan Nur tohumlarını ekiniz. Zira “Eken biçer,” atalarımızdan kalma mübarek bir sözdür.

Ey Nurcular! Sizin hakiki vazifeniz dünyaya bakmak değildir. Farz-ı muhal olarak dünyaya da bakılsa, bakınız ve görünüz ve zuhuru muhtemel dehşetli yangınlar sebebiyle ve o yüzden karşılaşmanız ihtimali bulunan tehlikeler dolayısıyla katiyen sarsılmayınız, fütur getirmeyiniz. Çalışınız, çalışınız, çalışınız ve katiyen inanınız ki, Nurun şefaati, Nurun duâsı, Nurun himmeti sizleri kurtaracaktır. İşte bu davanın şahidi Emirdağlı Nurcuların dehşetli ateşten zararsız kurtulmalarıdır. Şimdiden umumunuza müjdeler olsun.

(Kardeşiniz Mustafa Osman)

Emirdağ Lahikası, s. 118

***

Anlaşılıyor ki, bu bahar fırtınasında iki haricî, iki dahili dört cereyan, herbiri bir maksada göre ve Nurcuların şevkine ve sa'ylerine ilişmek ve yüzlerini dünyaya ve siyasete çevirmek istemelerinden kuraklık başladı, inşaallah yakında ref olur.

Emirdağ Lâhikası, Mektup No: 171, s. 200

ihlâs: Yapılan iş ve ibadetlerde yalnızca Allah’ın rızasını gözetmek. Samimiyet.

maatteessüf: Üzülerek.

huzur-u kalb: Kalb huzuru.

huzur-u tam: Tam ve daimî huzur.

Leyle-i Kadir: Kadir gecesi.

karin: Yakın.

kaviyyen: Kuvvetle, kesin olarak.

me’mul: Umulan, ümid edilen.

hayat-ı ebediye: Sonsuz hayat, ahiret.

hayat-ı uhreviye: Ahiret hayatı.

hiç-ender-hiç: Hiçbir şey, bir hiç kadar.

zuhur: Ortaya çıkma.

fütur: Ara, usanç, gevşeklik.

sa'y: Gayret, çalışma.

ref: Kalkma.

11.09.2008


Bediüzzaman’ın yeğeni Abdurrahman ve halefleri (2)

- Dünden devam -

Abdurrahman’ın içinde çalıştığı ve yaşadığı ortamın pek de iç açıcı olmadığı görülüyor. Abdurrahman mânen sıkıntılıdır. Onun etrafında cinnî ve insî şeytanlar cirit atmaktadır. Bunun için çıkar yol olarak şunu görür: “Şer ise duymamazlığa gelir ve kimseyle, fenâ hasletleri kapmamak için ihtilât etmemekteyim.” O mesai dışında kalan zamanlarını kendi evinde Cenâb-ı Hakkın şükrüyle geçirmektedir. Yalnızlık çekmektedir. Evine kapanık bir hayat sürdüğü düşünülebilir.

Abdurrahman’ın imdadına, Üstadın ikaz ve fenâ şeylerden men eden sözlerinin yanında “üstad-ı âzam ve mürşidim” dediği şu âyet-i kerime yetişir: “O gün onların ağızlarını mühürleriz; elleri bize onların yaptıklarını anlatır, ayakları kazandıkları günahlara şahitlik eder.”3 Bediüzzaman’a göre, bu âyetin arkasına ilave edilen şu sözü, onun vefatını haber vermektedir: “Ve öyle biliyorum ki, o gün de pek yakındır.” Mektubunun sonunda yer alan duâ, Müslümanların çok muhtaç olduğu bir duâdır: “Allah’ım, bu dünyadan bizi ancak kelime-i şehadet ve imanla çıkar.” Abdurrahman’ın bu duânın arkasına eklediği cümle de dikkate değer: “Duâm bu ve itikadım böyledir ve böyle de imân ederim” Bu duâya Bediüzzaman’ın düştüğü not önemlidir: “Hem imân ile gideceğini haber veriyor.”

Abdurrahman, mektubunu kısaca “Âmentü”4 dediğimiz imanın şartlarını sayarak bitirir. Bediüzzaman, Abdurrahman’ın mektubunu âmentü ile bitirmesini onun son nefeste “dünyadan kahramancasına imanını kurtarıp öyle gideceğine işaret” kabul eder.

Said Nursî mektubun devamına kendisi de bir açıklama ekler. Onuncu Sözün yaptığı tesiri anlatırken Abdurrahman hakkında bir “mürşid-i hakikî” hükmüne geçtiğini belirtir ve onu birden velâyet derecesine çıkardığını söyler. Onuncu Söz, Abdurrahman’ın sekiz senede aldığı kirleri silmiştir. Hattâ tayyedilmiş, mektubunun diğer bir parçasında Onuncu Sözün şevkinden demiş: “Yazdığın Sözler’in hepsini bana gönder, kendi hattımla her birisinden otuzar nüsha yazar ve yazdırırım. Tâ intişar edip kaybolmasın.”

Bu mektup Bediüzzaman’a, yılların üzerinden geçmesine rağmen yeğeni Abdurrahman’ı tekrar bulmasının sevincini yaşatır. O kahraman bir varistir. Bulmasıyla ayrılması kısa sürmüştür. Bu kahraman varisini kaybetmiştir. Onun yerine geçecek halefini aramaktadır. Halef olarak iki isme rastlıyoruz: Kuleönlü Sarıbıçak Mustafa Hulusi ve Hulusi Bey.

Bediüzzaman Kuleönlü Sarıbıçak Mustafa Hulusi’yi şu cümleyle tarif eder: “Biraderzadem merhum Abdurrahman’ın vefatını müteakip yanıma gelip, kuvvetli emarelerle Abdurrahman’ın yerine bana gönderildiği kalbime ihtar edilen, gayet çalışkan ve hâlis kardeşlerimizden, elmas kalemli, Kuleönlü Sarıbıçak Mustafa Hulûsi” 5

Bediüzzaman, Hulûsi Beyin ise, “yegâne manevî evlâdım ve medar-ı tesellîm ve hakikî vârisim ve bir dehâ-yı nuranî sahibi olacağı muhtemel olan biraderzadem”6 dediği Abdurrahman’ın vefatından sonra onun yerine geçtiğini belirtir. Ondan doğan boşluğu doldurmuştur. Bu iltifatkâr ifadelere Hulusi Bey lâyık olmaya çalışacak ve bu konudaki duygularını yazdığı mektuplarla açıklayacaktır.

Bediüzzaman’ın, yeğeni Abdurrahman’a olan muhabbeti, vefat ettikten yıllar sonra bile devam edecektir. İstanbul hayatını anlatırken Abdurrahman’la geçen günlerini anlatır: “Esaretten geldikten sonra, İstanbul’da Çamlıca tepesinde bir köşkte, merhum biraderzadem Abdurrahman ile beraber oturuyorduk. Bu hayatım, hayat-ı dünyeviye cihetinde bizim gibilere en mesûdâne bir hayat sayılabilirdi. Çünkü esaretten kurtulmuştum; Darü’l-Hikmette, meslek-i ilmiyeme münasip, en âli bir tarzda neşr-i ilme muvaffakiyet vardı. Bana teveccüh eden haysiyet ve şeref, haddimden çok fazla idi. Mevkice İstanbul’un en güzel yeri olan Çamlıca’da oturuyordum. Hem her şeyim mükemmeldi. Merhum biraderzadem Abdurrahman gibi gayet zekî, fedakâr, hem bir talebe, hem hizmetkâr, hem kâtip, hem evlâd-ı mâneviyem beraberdi.”7

İstanbul’da birlikte çok güzel bir hayat sürmüşlerdir. Abdurrahman, “zekî”, “fedakâr”, “talebe”, “hizmetkâr”, “kâtip” ve “evlâd-ı mâneviye” gibi kelimelerle methedilmiştir.

Bediüzzaman, yeğeni Abdurrahman’ın vefatında yaşadığı hâlet-i ruhiyeyi ve ona karşılık imandan gelen teselliyi şöyle anlatmaktadır: “Vatanımı, ahbabımı, akaribimi unutabiliyordum. Fakat vâ hasretâ, birisini unutamıyordum. O da hem biraderzadem, hem mânevî evlâdım, hem en fedakâr talebem, hem en cesur bir arkadaşım olan merhum Abdurrahman idi. Altı yedi sene evvel benden ayrılmıştı. Ne o benim yerimi biliyor ki yardıma koşsun, teselli versin ve ne de ben onun vaziyetini biliyordum ki onunla muhabere edeyim, dertleşeyim. Benim bu ihtiyarlık vaziyeti zamanımda öyle fedakâr, sadık birisi bana lâzımdı.”

Daha sonra yukarıda bahsettiğim mektubu aldığını ve “üç zâhir kerâmeti” gösterdiğini belirtir. Kerâmetleri, yakında öleceği, imanla kabre gireceği ve dünyadan kahramanca ayrılacağıdır. O mektup Bediüzzaman’ı çok ağlattırmıştır.

Abdurrahman’ın vefatı Bediüzzaman’ı çok sarsmıştır. Annesinin vefatı ile hususî dünyasının yarısı, Abdurrahman’ın vefatıyla da, bâki kalan öteki yarısının vefat ettiğini söyler. O zaman Barla derelerine, dağlarına yalnız gidip geziyordu. Boş yerlerde oturup o hazîn üzüntüler içinde, eski zamanda Abdurrahman gibi sadık talebeleriyle geçirdiği mes’udâne hayat levhaları sinema gibi hayalinden geçirmektedir. Birden, “Herşey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ. Hüküm O’na aittir; siz de O’na döndürüleceksiniz.”8 âyet-i kudsiyesinin sırrı inkişaf eder.9 Abdurrahman’ın vefatının hüznünden gelen bu dehşetli mânâyı bütün bütün aydınlattıracak, hakikî teselli ve sönmez nur verecek şu âyet-i kerime, işârî mânâsıyla Bediüzzaman’ın imdadına yetişir: “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de O’dur.”10

Bediüzzaman, imanın verdiği güçle yeğeni Abdurrahman’ın vefatına katlanmaktadır. Ancak hayat ve hizmet devam etmektedir. Onun yerini dolduracak birisini aramaktadır. Bu duygu ve düşüncelerle Barla’ya dönmüştür. Kuleönlü Mustafa adında bir genç, ilmihâle ait, abdest ve namaza dair birkaç meseleyi sormak için gelmiştir. O vakit misafirleri kabul etmediği halde, onun ruhundaki ihlâs ve ileride Risâle-i Nur’a edeceği değerli hizmeti güya hiss-i kablelvuku ile ruhu o gencin ruhunda okudu; onu geriye çevirmemiş, kabul etmiştir. Abdurrahman yerine, Cenâb-ı Hak, Mustafa’yı numune olarak ona göndermiştir. Bu durum karşısında Bediüzzaman, “Senden bir Abdurrahman aldım; mukabilinde, bu gördüğün Mustafa gibi otuz Abdurrahman, o vazife-i diniyede sana hem talebe, hem biraderzade, hem evlâd-ı mânevî, hem kardeş, hem fedakâr arkadaş vereceğim” diyerek içindeki duyguları dile getirmiştir.11

Bediüzzaman’ın hayatında boşalan Abdurrahman’ın yerine daha sonra Hulusi Bey; ondan sonra da ‘mânevî bir ihtar’ neticesinde Zübeyir Gündüzalp geçecektir. Bediüzzaman şöyle der: “Zübeyir bana merhum biraderzadem Abdurrahman yerine (...) verilmiş diye mânevî ihtar aldım.”12

Nur hizmetinde koşan Abdurrahmanları rahmetle anıyoruz. Onların amel defterleri kıyamete kadar açık kalacak ve sevap yazılmaya devam edecektir. İnşallah…

Dipnotlar:

3- Yasin suresi: 65

4- Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahret gününe, kadere; hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine, ölümden sonra dirilişin hak olduğuna iman ettim. Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine ben şehadet ederim ki Hz. Muhammed (a.s.m.) Allah’ın kulu ve Resûlüdür.

5- Barla Lahikası, s. 99

6- Aynı eser, s. 21

7- Lem’alar, s. 238-239

8- Kasas Sûresi: 88.

9- Geniş bilgi için bkz. Lem’alar, s. 242-243

10- Tevbe Sûresi:129.

11- Lem’alar, s. 246

12- Şuâlar, s. 458

-SON-

AHMET ÖZDEMİR

11.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır