"Gerçekten" haber verir 07 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

AB yolunda askerlerin ideolojik eğitimi

Avrupa Birliği’yle (AB) tam üyelik müzakereleri yürüten bir ülke konumunda olan Türkiye’de devletin iki temel sorunu vardır.

Birincisi devletin bizzat işleyiş mekanizmasından kaynaklanan bürokrasi hastalığıdır, ikincisi ise devletin bir ideolojiye sahip olmasıdır. Devletin bürokrasi hastalığı ve resmî bir ideolojiye sahip olması birbirinden bağımsız değil, birbirini tamamlayan, besleyen ve var kılan sorunlardır.

Devletin bürokratik elitleri, hiçbir şekilde kendileri ve resmî ideoloji arasına sınırlı bir mesafe koymaya gerek görmemektedirler. Üniversitelerin açılış törenlerinde, yargı yılının başlaması nedeniyle yapılan toplantılarda yapılan konuşmalarda devlet bürokrasisi ve devlet ideolojisi arasındaki özdeşliği, bürokratik kurumların kendilerini devlet ideolojisinin koruyucusu olarak nasıl konumlandırdığını görme imkânımız oluyor.

Her yılın ağustos ayında askerî bürokrasinin üst yönetimi değişmektedir. Askerî bürokrasinin üst yönetiminin belirlenmesi, demokratik ve katılımcı bir sürecin ürünü olarak gerçekleşmemektedir. Her ne kadar YAŞ’ta Başbakan ve Milli Savunma Bakanı bulunuyorsa da yapılan atamalar ordunun kendi iç ataması olarak gerçekleşmektedir. Örneğin görev süresi dolan Genelkurmay Başkanı’nın yerine Kara Kuvvetleri Komutanı’nın atanacağı bellidir. Başka bir ifade ile her ağustosta resmiyet kazanan askeri bürokrasinin üst yönetimindeki değişiklikler neredeyse önceden bellidir.

Askerlerin konuşmaları

Komutanların tören konuşmaları, AB’nin kuruluş değerleri yani insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi yerine resmî ideolojiye bağlılıklarını içselleştirdiklerini ve onu önemsediklerini ortaya koymaktadır. AB’nde böyle konuşmalar mümkün olmamasına rağmen, bu birliğe tam üye olmak isteyen Türkiye’de bunlar nasıl mümkün, olağan ve sıradan olabilmektedir? Bu sorunun cevabını şöyle verebiliriz: Türkiye’de AB’nde olmayan bir resmî devlet ideolojisi vardır.

Askeri yetkililerin günümüzde postmodernizm, çokkültürcülük, küreselleşme ve sivil çoğulcu toplum gibi günümüzdeki fikir ve gelişmelere karşı olmasının temelinde almış oldukları eğitimin payı olsa gerektir. Askerlere verilen eğitim içerisinde sivilleşme, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, bireyin en yüce değer oluşu, çoğulculuk ve toplumun doğal gelişimi, seçilmiş sivillerin emrinde olmayı içselleştirme gibi hususların ne derecede ve ne düzeyde yer aldığı ya da almadığının ciddi bir şekilde araştırılmasına ihtiyaç vardır.

Alınan militer eğitimin ideolojik niteliği, askerî görevlilerin Batılı birçok temel kavramı orijinal anlamının dışında kavramasına neden olmaktadır. Bu temel kavramların başında laiklik gelmektedir. Yapılan konuşmalarda, laikliğin, özgürlükçü ve çoğulcu bir şekilde anlaşılmadığı, devlete toplumu laikleştirme görevi veren ideolojik bir program olarak anlaşıldığı ortaya çıkmaktadır. Yine konuşmalarda demokrasiye neredeyse hiç değinilmemektedir ya da dudak ucuyla bir ya da iki sefer dokunulmaktadır. Konuşmalarda Batılı ölçütlerdeki liberal demokrasiye vurgu yapılmaması, militerlerin sözde değil özde demokrasi anlayışının ne olduğunu kamuoyunun merak etmesine neden olmuştur.

Bu tartışmaların yapıldığı bugünlerde şu sorunun gündeme getirilmesi yerinde olacaktır: Türkiye’de seçilmiş iktidara karşı beş tane askeri müdahale (27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan) gerçekleştirilmiştir. Bu darbeler, askerî okul ve eğitim merkezlerinde TSK’nın milli birlik ve bütünlüğü sağlamak için giriştiği iç güvenlik harekâtları mı olarak değerlendirilmektedir yoksa demokrasiye yönelik anayasal olmayan girişimler olarak mı öğretilmektedir? Askerî görevlilerin darbeler konusunda ne düşündüğü, AB’ne tam üyelik statüsüne sahip Türkiye’nin sahip olduğu demokrasi düzeyinin niteliğini göstermesi açısından çok önemlidir. Yapılan konuşmaların, muhtevaları nedeniyle bir AB ülkesinde yapılamayacağı açıktır. Askerî yetkililerin Türkiye’deki sıra dışı konumları ile AB üyelik sürecinin hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları bağlamında Türkiye’nin yapması gereken değişiklikler arasında derin bir çatışma vardır. Bu derin çatışmanın temelinde askerî yetkililerin benimsediği ideolojik çerçeve vardır. Daha da ötesi son konuşmalara yansıdığı gibi askerlerin kendi ideolojilerini herkese benimsetme isteği, bu çelişkiyi derinleştirmektedir. Askerler benimsedikleri ideolojinin doğasından ötürü postmodernizme, küreselleşmeye ve çok kültürlülüğe karşı çıkmaktadırlar. Yapılan konuşmalar, felsefe ve düşünce alanında dahi askerlerin söz sahibi ve otorite olduğunu ilan etmektedir.

Yeni bir eğitim sistemi şart

Askerlerin söz söyleyebilecekleri tek alan, felsefe değil, güvenlik alanıdır. Ulusal güvenlikle ilgili görüş ve önerilerini askerler, bağlı bulundukları sivil iktidarın mercilerine yani Başbakanlığa iletebilirler. AB ülkelerinde ordu görevlileri güvenlik konularında eğitilmiş sivil otoritenin emrinde olmayı öğrenmiş, demokrasi, bireysel özgürlükler ve sivil toplumun erdemini anlamış yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır, çünkü o orduların eğitim süreçlerinde ordunun varlık sebebi, bir ideolojiyi korumak değil ülkenin sınırlarını dış saldırılara karşı korumaktır.

Bu çerçevede Türkiye’nin AB üyesi ülkelerin ordularının demokrasi, ve sivilleşme tecrübelerinden istifade etmeye ihtiyacı vardır, çünkü askerlik mesleğini profesyonel olarak bilen ancak sivil, çoğulcu ve demokratik bir zihniyete sahip askerlere hepimizin çok ihtiyacı vardır. Son olarak Hilmi Özkök örneğinin sivil anlayışa sahip profesyonel asker tipinin ülkemiz demokrasisine ne kadar çok katkı yapabileceğini unutmamamız lazımdır.

Taraf, 6.12.2008

Yeşim Ocaklı

07.12.2008


Yaşar Kemal ve YAŞ kararları

04 Aralık 2008 Perşembe günü cumhurbaşkanımız Yaşar Kemal’a Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verdi.

Vermeden önce de ezber bozan bir konuşma yaptı. Hak ihlallerine de temas eden cumhurbaşkanımız “Devleti affetmeyeceğim.” diyen Yaşar Kemal ile devleti barıştırdı ve Kemal cumhurbaşkanına teşekkür etme mecburiyeti hissetti.

Bu tören ile hak ve hukuka riayet eden bir cumhurbaşkanı portresi çizen Abdullah Gül bey maalesef iki gün önce 24 kişinin hakkını dahi arayamayacağı bir belgeye imza atarak o güzel portreye affına sığınarak söylüyorum gölge düşürdü. Abdullah Gül bey başbakanlığı sırasında yine çok takdir toplayan hak ve hukuku gözeten bir uygulama başlatmıştı. Kararları yargıya kapalı olan YAŞ’taki ihraç kararlarına savunma bakanıyla birlikte şerh koşmuştu.

Başkaca yapacağı bir şey yoktu o gün için. Çünkü, seçilmişleri atanmışlar düzeyine ve hatta altına indiren 1612 sayılı YAŞ’ın Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun bazı maddeleri itibariyle antidemokratik bir içeriğe sahipti hala da öyle.

1612 sayılı kanunu 2. maddesine göre YÖŞ üyeleri Başbakan, Genel kurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, Kuvvet komutanları, ordu komutanları, Jandarma Genel komutanı, Donanma Komutanı ile Silahlı Kuvvetler kadrolarında bulunan orgeneral ve oramirallerdir.

12 Eylül’den bir ay sonra değiştirilen ikinci maddenin ikinci fıkrası, “YAŞ’ın başkanı başbakandır. Başbakan bulunmadığında Genel Kurmay Başkanı YAŞ’a başkanlık eder. YAŞ üyelerinin terfi işlemleri ile ilgili konulardaki oy hakkı ve değerlendirme notu eş değerdedir.” şeklini almıştır. Yani attığı her adımın hesabını sandıkta seçmene veren başbakan ve savunma bakanı görevine atanmayla gelmiş olan generallerin seviyesine indirilmiştir. Başbakanın bulunmadığı toplantılarda başkanlığı genel kurmay başkanına vererek savunma bakanını atanmışların altına düşürmektedir. Düşünebiliyor musunuz başbakanın katılmadığı ama savunma bakanını katıldığı toplantıya genel kurmay başkanı başkanlık yapıyor ve milli iradeyi temsil eden ve genel kurmay başkanının atama kararnamesinde imzası bulunan bakan bey bir bürokrat gibi orada sıradan bir üye olarak oturuyor! Ordudan ihraç edilmesi kararlaştırılan ve yargıya itiraz yolu kapalı olan bu karara karşı başbakanın yasal olarak yapacağı bir şey yoktu sadece bir tavır belirleme ve hak ve hukuka riayeti hatırlatma bağlamında kararlara şerh yazıyorlardı. Son kararlara başbakan ve savunma bakanı aynı şekilde şerh yazma geleneğini devam ettirdi. Bence başbakan ve savunma bakanı üzerlerine düşeni yaptılar.

Burada asıl görev cumhurbaşkanına düşüyordu. Geçmişte başbakan iken bu kararlara şerh düşen cumhurbaşkanımızdan bugün o kararları iade etmesi beklenirdi. Başbakanken buna yetkisi yoktu ama cumhurbaşkanı sıfatıyla bu kararları iade yetkisi var. Öyleyse neden veto etmedi? Halefi olan Sezer’in işine gelmeyen kararları nasıl teamülleri bile aşarak veto ettiğini beklettiğini iade ettiğini hepimiz biliyoruz.

Sayın cumhurbaşkanımızdan Yaşar Kemal’e ödül verirken nasıl hak ve hukuka riayet edilmesini göstererek ezber bozdu ve o yürekliliği gösterdi ise aynı şekilde haklarını arama yolları dahi tıkanan ihraç kararları karşısında da aynı yürekliliği göstermesini beklerdik.

Efendim zaten arada görünmeyen bir ihtilaf var germeyelim ve benzeri gerekçeler kimse kusura bakmasın 24 kişinin ihlal edilen hakkını geri getirmiyor. Cumhurbaşkanı başkomutanı olduğu ordunun bu denli kararlarını iade edebilmelidir! Hele de başbakanlığı döneminde bu kararlara şerh yazmış bir cumhurbaşkanının bu kararları imzalaması, anlaşılması ve anlatılması zor bir tenakuzudur.

Öte yandan başbakanın şerh yazmak yerine ilgili yasayı değiştirerek yetkisini kullanmanın daha tutarlı olacağını düşünüyorum.

Aslında en doğru olan işlem YAŞ kararlarını yargı denetiminin dışında tutan anayasa maddesini değiştirmektir ve mutlaka yapılmalıdır. Ama anayasa değişikliği zor gelebilir. O yüzden basit olanı öneriyorum.

Yapılacak işlem son derece basit. 1612 sayılı yasada yapılacak değişiklik ile başbakan ve bakan YAŞ üyeliğinden çıkarılır, oy kullanmayan tabii üye olurlar, başkanlık Genel Kurmay Başkanına verilir, Milli Savunma Bakanı onay mercii yapılır. Milli Savunma Bakanının onaylamadığı karar geçersiz sayılır. Onay mercii müteselsilen başbakan ve cumhurbaşkanı da olabilir. Böylece hem başbakanı ve bakanı atanmışlar seviyesine ve hatta altına düşüren mevcut antidemokratik uygulamaya, hem de yargı yolu bile kapanan mağduriyetlere son verilmiş olur. Tabii ki cumhurbaşkanı da bu tenakuzdan kurtarılmış olur.

En fazla bir haftalık bir çalışma ile bu mesele halledilebilir!

Yeni Şafak, 6.12.2008

Resul Tosun

07.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır